Din inanç, ibadet, adalet ve ahlak merkezlidir. Fıtri bir yaşam şeklinin insan için kamil insan olma yolunda Allah'a salih bir kul olma cehdidir.

Din inanç, ibadet, adalet ve ahlak merkezlidir. Fıtri bir yaşam şeklinin insan için kamil insan olma yolunda Allah’a salih bir kul olma cehdidir. Biz Müslümanlar için en büyük düşman cehalet, en büyük çıkmaz ruhbanlıktır. Ruhbanlığın insan ve toplum üzerindeki etkisini bir baskı olarak görebiliriz. Müslümanlık bir şuurdur. Şuurla sorumluluk taşımaktır.

Fahreddin er-Râzî’ye göre, Allah’ın Müslümanlara ruhban hayatını yasaklaması, çeşitli sebeplere dayanmaktadır. Dünya hayatına aşırı derecede meyletmek insanı Allah’a ve âhirete yönelmekten alıkoyması sebebiyle hoş karşılanmamakla birlikte, dünya nimetlerinden tamamen el çekmek de, insanın kalbinde ve zihninde güçsüzlüğe yol açacağından Allah’ı bilmesi yolunda ona engel oluşturur. Zira maddî lezzetlerin tadılması mânevî hazları aramaya vesile olduğundan gerekli sayılmıştır. Nefsin maddeyle meşgul olması durumunda mânevî mutluluğun elde edilememesi söz konusu olsa da, bu ancak zayıf nefisler için geçerli olup kâmil nefisler aynı anda hem maddî hem mânevî olanla meşgul olabilme özelliğine sahiptir. Dolayısıyla maddî olanı tamamen terk edip yalnız mânevî olana yönelmek aslında güçsüzlüğün işaretidir. Ayrıca ruhban hayatı neslin sona ermesine ve dünyanın harap olmasına yol açar.

Ruhbanlık cehalettendir

Cehaletin bir parçası olan batıl inançlar ve bir takım uyduruk inanışlardan ruhbanlığın bir farkı yoktur ve hepsinin de temelinde kitleleri manipüle ederek yönetmek düşüncesi vardır. İnsanın en saf duygusu olan bir şeye inanma ihtiyacını, bir toplu yok oluş seansına indirgeyerek bunları meditasyon, astroloji, enerji, aura, çakra ve benzeri terimlerle, bir sürü psikolojisine doğru evirmektedir. Hatta futbol bile spordan çok kitleleri uyuşturmanın insanlık idealinin ötesine atmanın bir kuralsızlığı ise, ruhbanlık da bunun gibidir. Holiganlar, kavgalar, taşkınlıklar, vandallıklar, döner bıçaklı taraftarlar taşkınlıklarını kutsarlar. Ruhbanlık da körü körüne bağlı olduklarına bağımlıdır. Bu bir lider, sahte şeyh, ya da totem olarak kabul edilen bir objedir. Bu İslam’ın asla kabul etmediği yozluk, yobazlık ve bağnazlıktır. Aklı kiraya vermek ve iradesini başkasına teslim etmektir. Bir nevi Allah’tan başkasına kulluk ve köleliktir. İslam asla buna izin vermez. Ruhbanlık böyle bir şeydir. Hani üzüm baka baka kararır ya, sosyal realite ruhbanlığı normalleşme olarak afişe eder. İletişimi o çerçevede gerçekleştirir. Ağaçlara çaput bağlama, şu kadar şunu oku, sınavda okunmuş pirinç ye gibi safsataların hakikatte asla yeri yoktur.

Ruhbanlık bir paradokstur

Aslında ruhbanlığın tarihsel hikâyesine hiç de girmeye gerek yok. Şu anki duruma bakmak gerekir. Hristiyanlıktaki ruhbanlığa ve rahiplere karşı çıkışın sonucu olarak ortaya çıkan laiklik, ardından bilimsele olan tapınma ve bugün sekülerizmi doğurmuştur. Sekülerizm ve bununla birlikte pozitivizim ruhbanlığa karşı çıkışın bir sonudur. Napolyon “benim valilerim, benim jandarmalarım, benim psikopozlarım” diyerek tanrı tanımaz yeni bir ruhban sınıfına yol açmıştır. Bunun da özünde dinin tahrip edilmesi yatmaktadır. Fakat bilimsel gelişmelerin ve bilimin de kutsanması bir başka ruhban sınıfı ortaya çıkarmıştır. Olayların sadece kanun ve ölçütlere göre cereyan ettiğini söyleyerek bir dogmayı yaratan Batı bir başka paradoksun da içine düştüğü yadsınamaz bir gerçektir. Bize göre tahrif edilmemiş din hikmettir. Fakat salt bilim ve bilimsellik pragmatizmi de getirmiştir. Çıkara dayalı bir ahlakı da insanlığa dayatmıştır.

Ruhbanlık şirktir

İlk zamanlarda Rahiplerin inzivaya çekilmeleri ile birlikte. İran Caferî ve şiî mezhebindeki molla sınıfı da bu anlayışın bir diğer şeklidir. Onlara göre Mollalar günahsızdır, masumdur. Bu İslam anlayışına zıddır, aykırıdır. Papazların günah çıkartması, onların masum olması anlamına gelir. Üstelik onlara göre her çocuk anasından günahkâr doğar günahkâr olarak dünyaya gelir. Papaz onu vaftiz eder. Bize göre Peygamberler de insandır ve hep kulluklarını dile getirmişlerdir. Günümüzde din hizmetlilerin görevi Allahın buyruğunu ellerinden geldiğince anlamak ve şer”î hükümler ile Peygamberimizin uygulamaları konusunda halkı bilgilendirmektir. Bunun temelinde de insanlık bilinci ile yardımı, yardımlaşmayı, gönülleri fethetmeyi ve adil, dengeli bir hayatın sürdürülmesi konusunda destek olmaktır. Asla kul ile Allah arasına giremezler. Günah ve sevap gibi konularda yargılayıcı veya karar verici konumda olamazlar. Olursa bu bir şirktir.

Ruhbanlığın panzehri tefekkürdür

Bu bize Fatiha suresinde ikaz edildiği gibi, “ancak ona ibadet eder ve ancak ondan yardım isteriz” düsturunu hatırlatıyor. Zaten tevhid inancı da bunu gerektirir. Kimliğin, kişiliğin ferdiyetin önündeki en büyük engel, başkalarının sizin adınıza karar verecek olmasıdır. İnsan inanacak, amel edecek, adaletli ve ahlaki olarak yaşamasını sürdürecektir. Tefekkür edecek, taakkul edecek, naslara göre doğru mantık kurarak kamil insan olma yolunda ilerleyecektir. O halde insan kendini bilmeli ve sadece Allah’a kul olarak kendini keşfedecek yolları bulabilmelidir. Kitap belli, Peygamber belli. Rüştünü ispat etmiş kirlenmemiş mürşitler ve bilgeler kadim bilgileri bize yeni bir dil ve üslupla anlatacaklar. Hakikati sevdireceklerdir. Bize düşen bilgiyi ve hikmeti kaynağından öğrenme cehdini gösterebilmektir. Onun için Okumak bizim için emirdir; “Bizi yaratan Rabbimizin adıyla okumak”. Öğrenmek, idrak etmek ve yaşamak. Bu açıdan da toplumların inanç ve düşünce toplumu olma yönünde bir gayreti olması, tefekkür imkânına kavuşturulması gerekir. Aksi halde bu Allah’ın ilmine karşı çıkmak demektir. Kimliği ve kişiliği tahakkuk etmemiş toplumlar her türlü toplum mühendisliğine açık ve manüplüle edilebilir “sürü” niteliğini taşırlar. Bütün mesele hakikati tertemiz, özüyle yaşamak, bütün insanlığı barış ve kardeşlik toplumuna taşımaktır vesselam.

TÜNELİN SONU GÖRÜNÜYOR MU?

Gerçekten görünüyor mu tünelin sonu? Plan yapmak, gündeme almak ve beklenti oluşturmak son on beş aydır hayatımızdaki önemini kaybetmişti. İnsanız, umutsuz yaşanmıyor işte. Nasıl yaşanabilir ki umut olmadan şevk ya da günümüz tabiriyle motivasyon mümkün mü ki? Birde Korona bitse bile hayatı değişmeyecek olanlar var. Mesela engelli evladı olan biri için hayatın anlamı nedir? Ya da diyalize bağlı yaşayan biri için hayatın gidişatı nasıl değişebilir? Yatağa bağımlı eşinin başında bekleyen biri için yaşam nasıldır? Biz tünelin sonu görünüyor mu? Göründü mü? Hadi ama! Öf, püf derken tünelin ışığının bazıları için çok fazla bir şey değiştirmediğini fark etmiyoruz. Dünya sanki bizim hayatımızdan ibaretmiş gibi görüyoruz. Oysa onlarla aynı gökkube altında yaşıyoruz. Bu bir şükür vesilesi değil. Çünkü bir başka insanın bizden daha zor durumuna bakarak oh öyle değilim şükür diyemeyiz. Ancak aczimizi fark edip edebe gelmekten başka bir yol yok. Umudu kaybetmeden tüm insanlık için çalışmak ve çaba göstermekten başka bir seçeneğimiz de yok. Tünelin sonundaki ışığa ancak azmederek kavuşabiliriz.

KALBİNİ DİNLE

Put değildir kalplerimiz; taştan ve kilden veya helvadan. Orada Rahmanın ışığı, ruhundan üflediği nefes saklıdır. Orada nice hazineler vardır. Her kalpte gizli, saklı Allah’ın bildiği setr ettiği ne dertler, dermanlar, aşklar, yakarışlar sırlar vardır. Sinede ateşten kor olmuş, küllenmiş afetli bakışlar gömülüdür. Kim kalbinde arar kendini yıkılır cümle âlemdeki kubbeler ki gökyüzünü kaplayıp güneşi örtmüştür. O kalpler ki kiminde virane kiminde kaşâne, içinde oturmuş ömür tüketmiş vücüdlar toprağa kavuşmuştur. Ey Hak ile bir olmuş ruhlar; bir kalkıp baksak ne güzellikler yitip gitmiş ne elemler rüzgâra karışıp yitmiş. Kalpler hangi âlemde şimdi! Sen de kalk yerinden ey meyyit! İbrahim gibi kır putları. Yık abesle iştigal ibadethaneleri. Kalbinde bir tek nuru kalsın Allah’ın. Sen dışarıdan temizleye dur kalbini, dil feryâd ederken kalbinin içinde. Beyhude meyhanelerde sarhoş gezip de arama bir saki. Ne zaman grup vaktidir bilinmez ömrün. Sen gel kalbini dinle. Kalpten kalbe giden yolları aç. Hak ile muhabbette her daim gönlünü et sertaç.

“ZULMÜ ALKIŞLAYAMAM, ZÂLİMİ ASLA SEVEMEM… (Mehmed Âkif Ersoy)”

Gülgûn UYAR

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer/39/9)

Elbette olmaz. Hak ve hakikatin öncüleri bilenler ve inananlardır. Hakkı koruyan ve bâtıl karşısında savunanlar da Hakk’ı tanıyanlardır. İlmin dereceleri olduğu gibi her ilim sahibinin üzerinde daha fazla bilgiye sahip başka bir âlim vardır (Âl-i İmrân 3/7; Yûsuf 12/76). Âlim-i mutlak ise Cenâb-ı Hakk’tır. Doğruyu yanlıştan ayırt etmek yetisidir rüşd. Hakkı bâtıldan ayrı tutabilen furkâna erişmi olur. Bu ise bir mücâhededir. İnsanoğlunun yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak yaratılması ile bu savaşı başlamıştır. Bu hilâfet; insanlar arasında hak üzere hükmetmek ve hevâya uymamak ile kadrini bulacaktır. Haktan, hakikatten sapmak ise zulmü çağırmaktır. İlim sahipleri bu dâvânın erleri olmakla mesul kılınmışlardır; çünkü ilim ancak ameliyle bir kıymet ifade edecektir.

İnsanlık tarihi Hak dâvâsının âlim mücâhidlerinin örneklerini iftiharla kaydetmiştir. Bu meydanda ilim erleri hiç eksik olmamıştır. Ancak âlimin yolunun gülden döşenmediği de bir hakikattir. Doğruyu dile getirmek, bildiğini ifade etmek eğer bir menfaat odağına engel çıkaracaksa ve eğer bir siyasî iradenin hükmüne gölge değirecekse o zaman işte âlimin sınaması başlayacaktır. Zira böyle bir meydanda hakkı tutup kaldırmak, zulme mânî olmak yani doğru bildiğini ilan etmek bazen baş vermeyi de gerektirecektir.

İslâm tarihinde bu sınamanın birçok örneği mevcuttur. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe, hem âlim hem zâhid hem ilmin vakarını yücelten hem de hakkın müdâfii bir âlim olarak bizim için en özel örneklerden birisidir. Hatırlanacağı üzere; Emevîler zamanında elli iki, Abbâsîler döneminde on sekiz yıl yaşamış ve çok sayıda halifenin idaresine şahitlik yapmıştır. İmâm-ı Âzam kendi maişetini kendisi temin etmiş ve siyasîlerle herhangi bir menfaat ilşkisi içinde olmamaya özen göstermiştir. Özellikle idarecilerin haksız uygulamaları İmâm-ı Âzam’ın siyâsî otoriteye karşı bir duruş sergilemesine sebep olmuştur. Emevî halifelerinin daima karşısında yer almış ve bu zâlim idare karşısındaki Zeyd b. Ali Zeynelâbidîn’in isyanını hem bu isyana katılınması gerektiği yönünde fetva vererek hem de maddî yardımda bulunarak açıktan desteklemiştir. Emevîler’in yıkılmasının ardından kurulan Abbâsî idaresinden ümitli olsa da onların da çok farklı olmadıklarını görünce yine doğru bildiğini söylemek üzere haktan yana tavrını koymuştur. Kendisini sistemin içine dâhil etmek ve tarafına çekerek etkisizleştirmek üzere ikinci Abbâsî halifesinin kadılık teklifini ise tereddütsüz reddetmiştir. Bu durum İmâm-ı Âzam’ın Bağdat’ta hapsedilmesi ve hapiste dövülerek kendisine işkence yapılması ile sonuçlanmıştır. Ancak hiçbir muâmele bu dirayetli ve hakperest âlimi dâvâsından vazgeçirememiştir. İmâm-ı Âzam, bir ilim adamının takınması gerekli tavır açısından verilecek örneklerden sadece birisidir.

Belki de; ülke tarihimizdeki hakla batılın temsilinin derin yara aldığı günlerden birisi olan yirmi yedi Mayıs’a den düşen bu yazı böyle bir konunun beyazın üstüne siyaha dökülmesini ilhâm etti. Hakk ve hakikat üzere olanlardan kılınmak niyazı ile Mehmed Âkif üstadımızın keskin kalemine boynumuzu tutabiliriz:

“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem

Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam

Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum

Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!

Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!

Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu

İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu?

HAKSIZLIĞA KARŞI BİRLEŞMEK KELEBEK ETKİSİ YARATIR

Ferguson'dan Filistin'e': Black Lives Matter aktivistleri, ABD'nin Ortadoğu tartışmasını değiştirdi?

Black Lives Matter (BLM) aktivistleri geçtiğimiz günlerde Filistin’e yapılanları protesto etmek için Indianapolis sokaklarına döküldü. Black Lives Matter'ın Los Angeles bölümünün kurucularından Melina Abdullah, "ABD'de siyahların kurtuluşunun tüm dünyadaki siyahların ve mazlum insanların kurtuluşuna bağlı olduğuna inanıyoruz. Filistin halkıyla dayanışma içinde olmak, Black Lives Matter olarak çalışmalarımızın bir parçasıdır " dedi. The W.Post BLM’nin mesajları Demokrat parti içinde yankı bulmuş ve hatta parti içinden muhalif seslerin de duyulmasına yol açtı. Bazı Cumhuriyetçiler Black Lives Matter aktivistlerini aşırılıkcılık ve antisemitizmle suçluyor. Yine şaşırmadık! Aktivistler, Hamas için değil, uzun zamandır tahliye edildiklerini, terörize edildiklerini ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüklerini söyledikleri çok sayıda Filistinli için ayakta durduklarını savunuyorlar.

Siyah aktivistlerin Demokrat Parti'nin referans çerçevesini bir dizi konuda (Irksal adalet, İklim değişiklikleri, sağlık, vergiler )son bir yıl içinde başarıyla değiştirdiklerinden bahsediyorlar. Bana göre bunlar seçim yatırımıydı. Gazze'deki patlama, bu değişimin uluslararası arenaya doğru uzandığını işaret ediyor. Biden birçok yönden geçtiğimiz yıl boyunca Black Lives Matter ile aynı dili konuşarak seçim yatırımı yaptı.

Ne dersiniz bu hak mücadelesi büyür mü?

Biden, cuma günü gazetecilere "İsrail'in güvenliğine olan bağlılığımda bir değişiklik yok" demesi üzerine de gerçek yüzünü göstermiş oldu. Black Lives Matter organizatörü olan Cori Bush yaptığı açıklamada, "Siyahların hayatlarını savunmak için yürürken, sadece bu ülkedeki Siyahların neşeli bir yaşam sürebilmeleri gerektiğini söylemiyoruz," dedi ve "Kendi hükümetimizin, Ferguson'dan Filistin'e kadar varlığımıza yönelik acımasız ve askerileştirilmiş bir eğilimi finanse ettiğini söylüyoruz." dedi. Abdullah ise , "Bütün kurtuluş mücadelelerini birbirine bağlamak zorundayız." dedi. "Bir grup insanın özgürlük mücadelesi için ön saflarda yer alıp, sonra da herkesinkine sessiz kalamazsın." (Bu haber Washington Post’da alınıp yorumlanarak haberleştirilmiştir)

ARTI – EKSİ

Artı

Küçümseme

Kimse kimseyi küçümsemesin. Hele de yaşlı bir amca veya teyze sırtında küfesi üstü başı hırpani yaz sıcağında yüzünden ter damlıyorsa. Bir şeycikler satacak o haliyle, kursağına bir lokma ekmek girecek. Belki de ihtiyacı yok ama boş durmuyor ve çalışmak ibadettir düsturu ile karınca kararınca emek veriyor. Emekli olayım da balık tutayım demiyor. Çalışmak onu diri tutuyor, yaşatıyor ve nefes aldırıyor. Bizde alışverişi ondan yapıyor ve gözlerindeki kısık gülümsemeye selam verip hayır dua alıyoruz.

Eksi

Medya ve İslamofobi Sempozyumu

Dün sona eren Medya ve İslamofobia Sempozyumu Ankara’da gerçekleştirildi. Biz İstanbul’daki medya mensupları için canlı yayını takip etmek daha elverişli olacağından konu ile ilgili bilgi edinmeye uğraştım. Bu önemli sempozyumun ile ilgili kurumsal sitelerinde link ve sosyal medya ile ilgili bilgiye ulaşamayınca sosyal medya hesaplarına mesaj attım. Gelen cevap sosyal medya hesapları üzerinden canlı yayın yapılacağı yönündeydi. Fakat hala link verilmiyor ve ben araştırmak zorunda kalıyordum. Bu konularda özellikle organizasyonda operasyonel iş yapan uzman arkadaşlarımızın bu konulara dikkat etmelerini rica ediyorum. Zira bu kadar önemli olan ve üstelik uluslararası bir konuyu bu şekilde sunmak profesyonellikten uzak durmaktadır. Kurumsal siteden doğrudan link verilmesi çok doğru olacaktı.

ÇOCUKLARIMIZA SAHİP ÇIKALIM

TV kanalında denk geldiğim bir program var. Stüdyo programı değil. Programın konusu ise küsleri barıştırmak. Bir bölümde anne babası boşanmış bir çocuk vardı. Teyzesi ile başvuruyorlar programa. Bir uzman eşliğinde seyreden programın formatı ders niteliğinde kareler taşıyor. En son izlediğim muhtemelen tekrarıydı. Altı yıl önce madde bağımlılığı yüzünden evden ayrılmış ve ailesi ile ters düşmüş bir gencin hayatıydı. İçim eridi diyebilirim. Sevgi dolu bir ailede büyüdüğünü söyleyen genç başarılı bir öğrenci olmasına rağmen lise son sınıfta bir kız arkadaşı yüzünden madde ile tanıştığı anlatıyor. Bu arada baba da üzüntüden fazla dayanmamış ve vefat etmiş. Eskiden madde bağımlısı olan ve yaşça daha büyük biri gençleri bu bataklıktan kurtarmayı amaç edinmiş. Programdaki genç ile tanışıyor ve hayat hikâyesinin benzerliği yüzünden de gencin ailesini aramaya koyuluyor, programa başvuruyor. Neticede anne ve bu gencimiz buluşuyor. Çok trajik sahneler yaşanıyor. Kimse çocuklarını başıboş bırakmasın. Baskı ile sevgi olmaz. Gerçekten yürekten hayatı paylaşarak çocuklarımızı sevelim. Onların tek ihtiyaçları ilgi ve anlaşılmak. Allah evlatlarımızı bu beladan korusun ve bu uğurda mücadele eden başta iç işleri bakanımız Süleyman Soylu ve tüm güvenlik kuvvetlerinden Allah razı olsun.