Gerçekten yürekten iman edenler kesinlikle dünya üzerinde yapayalnızlar. İman edenleri ancak Allah anlar, ancak onun rahmeti insana huzur verir, hüzünlerini giderir. Hatta o öyle bir haldir ki kuytu bir köşede Allah'ı ile dertleşmek, kimsenin bilmediği yaralarını deşmek, ancak O'na açmakla muazzam bir zevk duyar.
Bu, dünyada eşi benzeri olmayan ve iman sahibini dünyadaki her duygudan uzak durmayı yeğleyen bir durumdur. Adeta dünya duygularına açılmış bir cihad halidir iman sahiplerinin durumu. Tabi her şeyde olduğu gibi imanın da dereceleri var. Allah her namazı kabul etmediği gibi her iman ettim diyen ve kalbi ile tasdik edilmeyen imanı da sorunlu bulur. Çünkü din samimiyet demektir. Din İslam’dır ve ihlas ister. Dünyada iman sahiplerini nasıl tanırız diye soracak olursak sanırım bugün Filistin’e bakmamız lazım. Onlar yalnız bırakılmanın derin hüznünü yaşıyorlar. Dünyadaki bütün duygulara savaş açmışlar ve bunu da imanlarıyla gösteriyorlar. En küçüğünden en büyüğüne onur sahibi bu milletin vakarı ve duruşu imanlarından geliyor.
Hüzün mevsimi
Bizler olan biteni medyadan izlerken de bir çeşit mücadele
içindeyiz. İnsani duygularımızı harekete geçirememek bir anlamda elimizin
Filistin’e uzanamaması bizi bir çeşit cihad ile baş başa bırakıyor. Hüzün ile baş
başa kalarak bir cihad içinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Elimizden gelen üç beş
şeyle Filistin ve Doğu Türkistan’daki kardeşlerimize eşlik etmeye çalışıyoruz,
o kadar. Başka da bir şey yapamıyoruz. Bu cihad değil de nedir? Elimizde
düşmanı yenebilecek yegâne şey şu anda o ürünleri almayarak boykot etmek. Bir
zamanlar paralar akıttığımız o ürünleri almayarak cihad seferberliğine giriştik.
Elimizden daha fazlasını yapamadığımız için haklı olarak öfkemizi dindirmeye
başka yararlı olabilecek taraflara kanalize etmeye çalışıyoruz. Hüznü
iliklerimize kadar hissediyoruz. Onlar orada asla güvende değilken korkularını
bile terk etmişken bizlerde burada onların o cihadının kırıntısına bile
talibiz. Hüzünleri ile yapayalnız baş başa kalarak bize de hüzün mevsimini gönderdiler.
Hüzün ile cihad bir arada şu dünyanın cemal ve celal tecellisi arasında
savrulmamak için bizde hüzün ile nelerle cihad edebiliriz diye düşünüyoruz.
Gerçekten de çok zormuş insanın alıştıklarından vazgeçmesi. İşte bu vazgeçiş de
bir cihad.
Vazgeçiş
Sevinmekten, kahkahalarla gülmekten vazgeçiş, keyfi
alışverişler yapmaktan uzak durmak, az yemek, az su içmek, kendimizi her adımda
kontrol etmek, kendini layık gördüğü yerlerde bulamamak ve daha nicesini
yazabileceğimiz insani şehvetlerimizden bir vazgeçiş halindeyiz. Hakkımız olsa
bile vazgeçiş halindeyiz. Kötülüğe ancak bu şekilde cihad edebiliyoruz. Çünkü elimizde
top yok, tüfek yok, bomba yok. Olsa ne olacak sanki. Asker değiliz ama nefsimizin
askeri olabiliriz değil mi?
Bu cihadın parçası olabilmek
Cihadlarının bir parçasına bizi de kattıkları için Filistin
halkına ne kadar dua etsek haklarını ödeyemeyiz. Sayelerinde biz de aşırı
taraflarımızı görüp dünyaya meyleden hallerimizden sıyrılmamızı bu hüzün
mevsimine borçluyuz. Biz de yalnız kalmalıymışız şu alemde. Biz de boykot
yaparken küçümsenmeliymişiz. Biz de Filistin için kefiye takarken alaycı
bakışlara maruz kalmalıymışız. İnsan ancak kardeşi için cihad ettiğinde
gerçekten iman etmenin emniyeti ile Hak Teala’ya sığınıyor. Elimizden geleni
yapma iradesi gösteriyoruz. Allah’tan daha merhametli, Allah’tan daha güçlü
değiliz vesselam.
Yabancı gazetecilerin derdi ne?
CNN International iki gün önce Üsküdar çarşıda vatandaşlara
Türkiye ekonomisi ile ilgili sorular soruyordu. Bana denk geldi Allah’tan.
Emekli bir abiyi durdurdular. Soru yağmuruna tuttular. Türkiye’nin
ekonomisinden memnun musunuz? Fiyatlar
yükseldi mi? Adam evet çok yükseldi diye cevap verdi. Emekli olduğunu ek işler
yaptığını söyledi. Muhabir sormaya devam ediyor. Geçen seneye göre fiyatlarda
yüzde kaç artış var? Başka bir soru Ramazan’da evinize misafir çağırabiliyor
musun? Adam yarım ağızla fiyatların geçen seneye göre yüzde 100 arttığını ve
arkasından da evine evet bu ramazan ayında misafir çağırabildiğini söyledi. Arkasından
hükümetin faiz politikası hakkında ne düşündüğünü sordu. Sordu da sordu. Ben
sabırla başında bekledim bitmesini. Sonra cevap vermek istediğimi söyledim.
Gazeteci olduğumu söyledim. Enflasyonun bütün dünyada olduğu gibi bizim
ülkemizde de yüksek olduğunu söyledim. Ayrıca faiz dengesi spesifik bir konu, ekonomist
değilim dedim. Ülkeme güvendiğimi, işlerin toparlanacağını söyledim. Etrafta
savaş var kolay değil tabi bir de deprem yaşadık, bu sonradan aklıma geldi.
Söyleyemediğim için hayıflandım ama sonra konu ile ilgili Reels çektim. Ülkemizi
ne pahasına olursa olsun kötülemem ben başlığını taşıyan bir videoydu. Gelen
cevaplara hayret ettim. Ne aptallığım kaldı ne yandaşlığım. Neden? Ülkeme
güvendiğimi koruduğumu söylediğim için. 105 milyar doları geçen bir deprem
maliyetimiz var bizim. Sadece bu bir tanesi. Savunma sanayiine harcanan yatırım
maaliyeti. Pandeminin etkileri. Yazık. Allah’tan vatanseverler de var. Onlarla
yürüyeceğiz artık yoksa Allah korusun bu ülkeye bir savaş filan vermesin.
Dışarıdakilerle mi içeridekilerle mi kiminle uğraşırız bilmem. Dışarıdakiler
kolay da… İçeridekiler beter… Dışarıdan gelen CNN Int kanalı bize yardım etmek
için sormuyor bu soruları. Dertleri başka. Neden ellerine koz verelim. Öyle
değil mi? Herkes kendi ülkesine baksın.
“EVİNİ EVİNDEN YAPIYOR
İNSAN”
O cıvıl cıvıl, neşeli inançlı
kadının nasıl oluyor da Ramazan ayı yaklaşırken ki paniğine, Ramazan ayı
geldiği zamanki korkusuna ve Ramazan ayı bitene kadarki öfkesine bir türlü
anlam veremezdim. Bu benimle ilgili de olabilir, çünkü ondan beklediğim;
Ramazan ayı yaklaşırken sevinç, Ramazan Ayı geldiği zaman sakinlik ve Ramazan
ayı bitene kadar huzurdu.
İçine bir yabancı kaçmışa döner
çoğu zaman kendini tanıyamadığını söylerdi. Ona inanırdım. Benim bildiğim ama
onun bilmediği bir “kuşaklar arası aktarım” olabilirdi.
Bekledim, yine Ramazan ayı
yaklaşırken bana gelecek ve derdini, büründüğü bu bet insanı bana anlatacaktı…
Geldi…
Ama konuyu o açmadı.
“Ramazan yaklaşıyor” dedim
“He ya sorma, benim şalterlerin
atması da yaklaşıyor. Ya ne oluyor anlayamıyorum ne pişirsem yeniyor. Sahura
geç kalksam, beş dakikada yemeklerini yiyip üstüne eline sağlık da diyorlar.
Mutlu olmam gerekmez mi? Kalkamamışım işte, bağır, çağır bir laf söyle. Ama yok
bir de minnettar oluyorlar” dedi.
“Sen ne yapıyorsun?” diye
sorduğumda;
“Sanki dünyanın azarını yemişime
dönüyorum. Onlar sessiz sessiz yerken, sanki bana kızmaları gerekiyor da
kızmıyorlarmış gibi yapıyorlar öyle zannediyorum. Bu sefer ben bağırıp
çağırmaya başlıyorum. Beş dakikada dünyayı başlarına çevirip sinirimden köpürüyorum
bu sahura has. Bir de iftar vakti göreceksin beni. Bir saat kala başlıyorum
değişmeye. Sanki şeytan giriyor içime ne deseler bir hır çıkarıyorum”
“Sebepsiz yani” diyorum
“Evet hiç sebebi yok, sanki geç
kalacağım eve, sofra hazırlanmayacak, çay demini almayacak diye endişelenip
önüme gelene çatmaya başlıyorum. Gerçekten sonra üzülüyorum. Zehrediyorum
önlerine koyduğum bir tas çorbayı”
“Böyle yapmayı nereden öğrendin,
içine doğduğun çekirdek ailede durum nasıldı, orada en çok kim öfkelenirdi”
dedim
Uzaklara daldı, yutkundu, gözleri
de yaşardı biraz…
“Babam” dedi. “Daha önce
anlatmıştım ya babam ayık gezmezdi Ramazan harici. Ramazan ayında tövbekâr olurdu, hatta imana
da gelirdi. İçti mi ayrı getirirdi boğazımızdan, içmedi mi ayrı. Her iftar
sofrasında gerekli gereksiz bir sıkıntı çıkarır, fasulyenin salçası fazla,
çorbanın tuzu az, sofrayı tepemize geçirirdi. Zıkkımın kökü elin yok mu, atsana
tuzunu milleti ağlatacağına”
“Peki annen, siz ne yapardınız”
dedim
“Biz dilimizi yutardık, annem de
dahil. Gülme ciddi ciddi söylüyorum nefes bile almazdık korkumuzdan, zavallı
annem ağlardı her gün yazmasının kenarına silerdi gözünün yaşını, şu Ramazan
bitse de gitse dua ederdim aynı şimdiki gibi gelmeden gitse diye bekliyorum”
“Yaşadıklarınız zor olmalı
anlıyorum seni, ama örüntüye bak” dedim
“Ne yani bu öfkem, babama mı
benziyorum?” dedi öfkelendi bana
“Hayır babana benzemiyorsun,
annene benziyorsun, annen olmuş da bugün babana karşı geliyorsun. Annenin o zamanki
halini bugüne taşımışsın. Sadece onu değil o korkuyu o travmayı bugün ki evine
taşımışsın. Yani bildiğin eski yaralar…Beklentin hep aynı korku”
Gözlerini açtı şaşırdı…
“İnsan evinden yapıyor evini, ne
gördüysek onu taşıyoruz, ondan örüyoruz duvarlarımızı” dedim
Kafasını salladı, bir örgüyü
söker gibi…
Sen yine de evini evine taşıyıp, evini evinden
oluşturan, ama bunun da ceremesini çeken bir sancılı insan gibi hatırla beni
sevgili okur. Taşıdığı öfkeye sen nereden geliyorsun, biz seninle nereden
tanışıyoruz diye soran bir dilsiz kahraman gibi hatırla…
-"Yar bana bir eğlenceeeeeee...Yar bana bir
eğlence!.."
Hacivat;
-"Tövbeeee, tövbe!.."
Karagöz;
-"Şıkıdım, şıkıdım, şıkıdım!.."
Hacivat;
-"Karagözüm tam da iftar vaktinde nereden çıktı eğlence.
İftar vakti; dua vakti... Filistin'i tefekkür et; dua et!.. Darda ve zorda
olanları hatırla. Onlar darda ve zorda olduğu için eğlence aramanın zamanı
değil!..”
Karagöz Hacivat'ın bu sözüne karşılık veremez.
Bu ikaz adeta müvekkil gibidir ve sesini keser, sükut eder;
-"......................!"
Hacivat;
-"Az sabır... As sabır Karagöz'üm. Bayramda hep
birlikteyiz. Hem sevinir hem eğleniriz. Sevinmek ve eğlenmek hakkımız. Oruç
nasıl bir bir ibadetse bayram da bir ibadet. Hep birlikte hemhal olmak
ta..."
Karagöz;
-"Pekala Hacıcavcav o kadar savaş ve katliam var bayramda
da eğlenmeyelim o zaman. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu."
Hacivat tekrar izah ve ikaz eder;
-"Karagöz'üm müsait bir zamanda ittifaka girelim tefekkür
edelim. Hassasiyetimiz artsın.”
Karagöz Hacivat'ın ikaz ve nasihatleri
karşısında tasdik edercesine başını sallar. Hacivat da konuşmayı, ortaya attığı
bu son sözüyle nihayetlendirir;
"Oruç zamanı oruç... Bayram zamanı bayram."
Kütüphane haftası ve bir soru: Kütüphaneler için yapay zekâ çağı geldi mi?
Doç. Dr. Işıl İlknur Sert
Kütüphane Haftası, Bilgi ve Belge Yönetimi alanında halka
açık etkinliklerin yapıldığı ve her yıl mart ayının son pazartesi günü ile
başlayan bir kutlama haftasıdır. Kütüphanelerdeki yeniliklerin tanıtıldığı,
atölyeler, oyunlar, seminerler ile dikkatin bilgiye erişim, bilgi
okuryazarlığı, okuma alışkanlığı gibi konulara çekilmeye çalışıldığı kütüphane
haftaları sayesinde toplumda farkındalık oluşturulmaya gayret edilir. Her yıl
belli konu başlıkları ön plana çıkar. Bu yılki etkinlik başlıklarında çok ilgi
çekici bir konu var: Yapay zekâ uygulamaları.
Yapay zekânın kütüphanelerdeki etkinliklerde ve hizmetlerde
devreye giriyor olması Türkiye için oldukça önemli bir adım. Özellikle
İstanbul'daki Rami Kütüphanesi'nde 23-27
Mart 2024 tarihleri arasında düzenlenecek olan Uluslararası Kütüphane ve
Teknoloji Festivali, haftanın hemen öncesinde dikkat çeken bir etkinlik. Yapay
zekâ ve teknoloji konulu atölyeler, ilham veren konuşmalar, firma sunumları,
mesleki seminerler, paneller ve sanatsal etkinliklerle özellikle bir kütüphane
içinde böylesi kapsamlı bir festivalin yapılması takdire şayan bir çalışma.
Kütüphane haftasında düzenlenen bu tür etkinliklerden
bahsederken, Türkiye için bu alanda atılan adımları da es geçmemek gerekiyor.
Yerli ve milli projelerle adından söz ettiren Aselsan'ın bu yıl şubat ayında
duyurduğu Chat GPT'ye rakip olacak Türk yapay zekâ projesi Asel GPT'nin
konuşulduğu bir zamanda, Kültür ve Turizm Bakanlığının yapay zekâ destekli
kütüphanelerden bahsetmesi de çok anlamlı. 2024 yılı içinde yapay zekâ destekli
100 akıllı kütüphanenin kullanıma sunulacağı da Bakanlıkça müjdelenmiş.
Yapay zekânın, hayatın pek çok noktasında insanlığın
yardımına koşuyor olduğu görülse de gerçekte bu bir yardım mıdır yoksa bizim
için bir güvenlik sorunu var mıdır diye sormak da gerekiyor. Hatta eklenecek
bir başka soru daha var: yapay zekâ insanlığı tembelliğe mi sürüklüyor?
Soruları çeşitlendirmek mümkün olsa da aslında yapılmak istenenin dijitalleşme
ile artmış ve adeta bir çöplük haline gelmiş bilgi yığını içinden anlamlı
parçaları birleştirmek ve etik, doğru, anlaşılır geleceğe ışık tutacak
özellikte yeni veriler ortaya koymak olduğu bir gerçek. Anlamsız bilgi yığını
içinden anlamlı ve doğru bilgiye ulaşmak çağımızın en önemli sorunlarından biri
haline geldi. İşte tam da bu noktada bilgi ve belge yönetimi uzmanlarının yani
kütüphaneci ve arşivcilerin birer veri analisti gibi davranması gerektiği
ortaya çıkıyor. Bunun için ise yapay zekayı kütüphane hizmetlerinde de
kullanmak zaman, emek ve para açısından tasarruf sağlıyor.
Gelişmiş ülkelerin çalışmaları bu noktada Türkiye için de
ilham kaynağı olmaktadır. Bankaların yapay zekâ destekli asistanlarının olması
gibi günümüz kütüphanelerinde de kullanıcıların özellikle çok sık tekrarlanan
sorularına cevap bulmak amacıyla hazırlanmış yapay zekâ asistanları
bulunmaktadır. Sohbet robotları (chatbot) denilen bu yazılımlar sayesinde
kütüphaneler, kapalı olduklarında bile kullanıcılarına bilgi hizmeti
verebilmektedir. Hazır bilgiye etik koşullar çerçevesinde ulaşmak isteyenler
için iyi bir fırsat sunan bu uygulamalar kişisel bilgilerin korunması gibi
hukuk ve güvenlikle ilgili konularda da oldukça sıkı önlemler gerektirmektedir.
Veri güvenliği bu noktada yine en çok konuşulan konular arasındadır.
Hayat, insanı tüm yönleriyle kuşattığında ona uyum sağlamak
dışında yapacak bir şey bırakmıyor bize. Bir yanda savaşların sürdüğü,
soykırımın hala bir insanlık dramı olarak gerçekleştiği, doğal afetlerde nice
can kaybedilen bu dünya için üzülmek, bir yanda teknolojiyi konuşmak, bir yanda
geleneksel değerlerimize sıkı sıkıya bağlı kaldığımız Ramazan ayını yaşamak...
Kütüphanelerde yapılan etkinliklerle Ramazan ayını idrak etmek ve yapay zekâ
çağı çocuklarına bu değeri anlatmaya çalışmak da yapılan değerli çalışmalar
arasında. İnsanlığımızı unutmadan, makineleşmeden teknoloji nimetlerinden
faydalanan bireyler olmamız, bu çağın gereklerinden biri. Her şey teknolojiden
ibaret değil ama teknoloji, onu görmezden geleceğimiz bir alan da değil.
Hayatın her noktasında karşımıza çıktığı gibi, bilgiye erişim konusunda da
bakış açınıza göre en büyük yardımcılarımızdan biri ya da en büyük
düşmanlarımızdan biri.
Bilgi çağından ne zaman yapay zekâ çağına geçtik, bu çağı
adına yakışır şekilde yaşıyor muyuz yoksa Chat GPT'ye bilgi okuryazarlığı
anlayışına yakışmayan ve etik olmayan ödevler, kopya haberler, yanlış bilgiler
hazırlatarak bir de bunları sosyal medyada paylaşarak bilgi çöplüğünü gün
geçtikçe içinden çıkılmaz bir hale mi dönüştürüyoruz? Kütüphane Haftası bu
pazartesi günü kutlanmaya başlayacak ve aklımda şu soru dönüp duruyor: Gelişmiş
ülkeleri bir yana bırakırsak, Türkiye kütüphaneleri için yapay zekâ çağı
gerçekten geldi mi?