29 Eylül'de Soçi'de gerçekleşen Erdoğan-Putin zirvesi nedeniyle, son günlerde, genel olarak Türkiye-Rusya ilişkileri özelde de İdlib- Suriye meselesinin Türk-Rus ilişkilerine etkisi konusunda pek çok tartışmaya kulak misafiri olduk.
29 Eylül’de Soçi’de gerçekleşen Erdoğan-Putin zirvesi nedeniyle, son günlerde, genel olarak Türkiye-Rusya ilişkileri özelde de İdlib- Suriye meselesinin Türk-Rus ilişkilerine etkisi konusunda pek çok tartışmaya kulak misafiri olduk. Bu tartışmalar iki ayrı başlık altında yoğunlaşıyor. İlk başlık, ilişkilerin İdlib parantezi dışındaki konularını ele alıyor. Bu hat aslında son derece önemli zira Türkiye ve Rusya; Suriye, Libya, Kafkasya ve Doğu Akdeniz’de aralarındaki tüm farklılıklara rağmen bu hat üzerinde bir iş birliği modeli tanımladılar. Bu model kimi zaman Ankara ve Moskova’nın sorunlu sahalarda görüşmesinin önünü de açtı ya da ikili diyaloğu kolaylaştırdı. İkinci başlık, bu zorlu alanlara ve Astana sürecinin işlerliğinin en çok sorgulandığı İdlib’e odaklanıyor. Bu iki ayrı başlık, bize Türkiye-Rusya ilişkisinin kimi zaman iç-içe geçen ama birbirine fazla dokunmayan iki ayrı iş birliği çarkı çerçevesinde yürüdüğünü gösteriyor. İlk çark, tarafların stratejik kazanca odaklandığı iş birliği çarkı, diğeri taraflar arasında işleyen caydırıcılık üzerinden yürüyen iş birliği çarkı. Bu iki çark aynı hızda dönmüyor ve ikinci çark caydırıcılığın karşılıklı test edilmesi ile zaman zaman oldukça yavaşlıyor. Biz de Soçi değerlendirmemizi bu doğrultuda ikiye ayırdık. Bu hafta hızlı dönen iş birliği çarkına yönelik Soçi’den çıkan mesajları değerlendireceğiz. Haftaya İdlib ve Suriye üzerinden Rusya-Türkiye ilişkisinin jeopolitiğine bakacağız. Unutmayalım çarkların hızlı ve yavaş dönmesinin siyasi sebepleri var, ama iki tarafta da kimse çarkların durmasını istemiyor.
İdlib parantezi dışında Türkiye-Rusya ilişkisi
Türkiye-Rusya ilişkileri özellikle 2016’daki normalleşmeyi izleyen süreçte hepsi stratejik önemde ama birbirinden farklı eksenlerde derinleşti. Bu derinleşme genellikle ticaret üzerinden okunan ve Türkiye’nin aleyhine yorumlanan karşılıklı bağımlılığı dönüştürdü. Savunma sanayi ve enerji iş birlikleri, S-400, TürkAkımı ve Akkuyu gibi son derece önemli, stratejik ve dengeleyici etkileri de olan projeleri kapsıyordu. Bu projelerden TürkAkımı kısa bir sürede operatif hale geldi. Geçtiğimiz günlerde basına Macaristan’ın Rusya’dan TürkAkımı/BalkanAkımı üzerinden gaz kabulüne başlayacağı haberleri yansıdı. Bugün özellikle Avrupa ve ABD’de hissedilen enerji krizi içerisinde bu tür bir çeşitlendirmenin önemi daha net anlaşılıyor. Zira içinden geçtiğimiz günler enerji güvenliğinin sadece piyasadaki arz imkânı üzerinden tartışıldığı günlerin de geride kaldığını da gösteriyor. Tüketiciye uygun fiyat üzerinden enerjinin sağlanması enerji güvenliğinin olmazsa olmaz ayağı, bu da ancak çeşitlendirmenin sağlayabileceği pazarlık gücü ile mümkün. Bu bağlamda Ankara için kritik öneme haiz Akkuyu Nükleer Reaktör (ANR) projesi de ilerliyor.
Sihirli kelime: Kazan-Kazan
Bu projenin Soçi Zirvesi başlarken Erdoğan ve Putin’in kısa basın açıklamalarında Cumhurbaşkanımız tarafından zikredilmesi boşuna değil. Türkiye-Rusya karşılılığının kazanç üretme açısından en önemli adımlarından biri bu proje. Türkiye, bu proje ile sivil nükleer enerji teknolojisi ve insan kaynağına sahip bir ülke oluyor. Rusya nükleer dahil kritik teknoloji kaynağı önemli bir ülke ama pazarda rakipsiz değil. Rakiplerinin arasından sıyrılması kimi zaman sadece ABD karşısında alternatif bir adres olarak görülmesi ile olabiliyor. Örneğin Suudi Arabistan Körfez için farklı ve daha sınırlı bir sivil nükleerleşme modeli ortaya koyan ABD’ye karşı Rusya’nın kapısını çalmaktan çekinmedi. Ancak piyasalarda Moskova’nın yumuşak karnı da biliniyor. Rus ekonomisi kırılgan, dış askeri operasyonlarının yükü son derece ağır. Kısaca, para Rusya’nın en büyük derdi. Bu sıkıntı nedeniyle Moskova’nın üstlendiği projeleri bitirip bitiremeyeceği, yaptırımların Rusya ve potansiyel alıcıları bıktırıp bıktıramayacağı sıkça sorgulanıyor. Moskova tamamlanmış proje ve anlaşmalarla piyasaya gerçek güvenilir bir satıcı olduğunu Türkiye üzerinden gösteriyor. Bu bağlamda TürkAkımı ve Akkuyu kadar S-400 Anlaşması da çok önemli. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Sayın Kalın geçtiğimiz günlerde Türkiye televizyonlarında S-400’lerin satın alınması hikayesini anlattı. Bu sürecin kilit noktası Ankara’nın siyasi kararlılığıdır. Bataryalar alındı, test edildi. O noktadan itibaren S-400’ler Türkiye caydırıcılığının parçasıdır. Türkiye güvenilir alıcı, Rusya da güvenilir tedarikçidir. Bu iki kavram Soğuk Savaş’ın iki kutuplu sistemi içinde büyüyüp her şeyi kızıl ve beyaz görmeye alışan nesiller için son derece soğuk ve uzak kavramlar, ancak bugünün mücadelesinde müttefik olmaktan bile daha anlamlı ve daha önemli olabiliyorlar.
Yeni iş birliği olasılıkları
Son Soçi Zirvesinden sonra bize yansıyan haberlerden anlıyoruz ki Rusya ve Türkiye ilişkilerin karşılıklı kazanç üzerine kurulu bu hattını güçlendirme ve derinleştirme arzusundalar. Olası iş birlikleri alanları olarak yine savunma sanayi ve enerji alanlarında kritik önemde proje olasılıkları zikredildi. Nükleer reaktör ve ikinci parti hava-savunma sistemi dışında uçak motoru, denizaltı, uzay programı iş birliğinden bahsedildi. Yakın gelecekte bu projelerden hangisi gerçekleşir bunu, tarafların ihtiyacı -dolayısıyla kararlılığı- ve kazancın cazibesi belirleyecek. Ama bugün tarafların bu iş birliği olasılıklarını zikretmesi uluslararası kamuoyuna bir mesaj veriyor: Rusya ve Türkiye 2016’dan beri oluşturdukları kazanç-kazanç modeli iş birlikleri için zemin aramaya birbirleriyle anlaşmadıkları dönemde bile devam edecekler, yani çark dönecek. İki aktör iş birliklerini Suriye’deki sürecin dışında da tutsa bu zemin arayışı geçmişte ABD’nin, PYD’nin ve Rejimin dikkatsiz ve hırslı politikalarıyla birleşince Suriye’de Astana sürecini kolaylaştırmıştı. Dolayısıyla ikilinin İdlib ’deki kırılgan statüko üzerinden verdiği, statükonun kırılganlığına rağmen yola devam mesajı önemli.
Verilen mesaj
Bunun dışında dinleyen kulaklara Erdoğan ve Putin kendileri adına önemli birer mesaj daha gönderiyorlar. Öncelikle yeni iş birliği olasılıklarının zikredilmesi ile Türkiye, Rusya’yı güvenilir tedarikçi olarak gördüğünü piyasaya teyit ediyor. Sayın Erdoğan, BM ziyareti sonrasında güvenilmez tedarikçinin kim olduğunu zaten söylemişti. Bu mesaj yukarıda zikrettiğimiz nedenlerle Rusya adına son derece önemli. Öte yandan Rusya ile girişilmesi olası iş birlikleri Türkiye’nin ikili stratejisinin bir parçası. Bir yandan savunma sanayinde ve enerji alanında Türkiye yerli milli imkanlarını geliştiriyor, diğer yandan farklı tedarikçi ülkelerle iş birliklerini çeşitlendirerek jeopolitik, jeo-ekonomik krizlere karşı sigorta elde ediyor. Türkiye’nin bu bağlamda Almanya, İngiltere ve Ukrayna ile geliştirdiği iş birliği süreçleri var. Fransa, ABD ve bazı AB üyesi ülkeler ile çok da iyi işlemeyen iş birliği süreçleri var. Rusya seçeneğini dillendirerek ve S400 sürecinin nasıl başlayıp bittiğini anımsatarak Türkiye piyasadaki ortaklarına sözlerine sadık, güvenilir tedarikçi olmaları gerektiğini yeniden hatırlatıyor.
İttifaklarda sigorta dönemi
Bu mesajları Soçi sonrası açıklamalar ile birlikte okumak gerek- ki bu açıklamalar Türkiye’nin Batı güvenliğinin kurumlarının amacını ve İttifaktaki yerini sorgulamadığını gösteriyor. Nitekim daha Soçi Zirvesi’nin üzerinden bir gün geçmişken Türkiye ve Ukrayna İHA Eğitim ve Bakım Anlaşması yaptı. Günümüzde mesele İttifakların sorgulanması değil. Müttefiklerinizin sadakatini her gün sorgulayabileceğiniz bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla ittifak ilişkilerinin bir tür sigorta arayışlarına açık olduğu bir dönemdeyiz. Nitekim, hatırlanacaktır, ABD kendi yaptırım kararlarına pareler bir muafiyet politikası kümesi oluşturmak zorunda kalıp Kuzey Akım II’ye yani özel Alman-Rus ilişkisine yeşil ışık yakmıştı. Bu tür muafiyetler hatta sapmalar gelecekte istisnadan çok genel bir yönelim haline de gelebilir-ki bunu söyleyerek Türkiye-Rusya ilişkisinin kazanç çarkını sürekli maliyet ve yaptırım tehdidi üzerinden okumanın da doğru olmadığının altını çizelim.
Arkası haftaya…