Demokrasinin işlerliği, o ülkedeki vatandaşların siyasal kültürüyle yakından ilişkilidir.
Toplumsal yaşamın varlığı, bireylerin birbirleriyle etkileşimiyle mümkündür. Bu etkileşim sonucu bireylerin kendi bilinçleri, değerleri, hâfızaları değişime uğramakta, yeni bir toplumsal bilinç ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkan yeni toplumsal bilinç, zaman zaman ekonomik, siyâsî ve toplumsal olaylara bağlı olarak değişmektedir. Bu değişim bâzen toplumun kendi içinde geçekleştiği gibi, siyasal iktidar tarafından da oluşturulabilir. Siyasal iktidar, ideolojilerle toplumsal bilinci kendi amaçları doğrultusunda yönlendirebilir. Demokrasinin olmadığı rejimlerde bu yönlendirmeler kolaylıkla yapılabilir ancak, bir ülkede demokratik sistemin var olması o ülkenin demokrasiyle yönetildiği anlamına gelmemektedir.
Demokrasinin işlerliği, o ülkedeki vatandaşların siyasal kültürüyle yakından ilişkilidir. Vatandaşların siyâsete ilişkin davranış, tutum, değer, duygu, inançların oluşturduğu bütüne siyasal kültür denir. Siyasal kültür bir kuram olarak, Gabriel Almond ve Sidney Verba’nın 1963 yılında yayınladıkları Vatandaşlık Kültürü (Civic Culture) çalışmasıyla siyâset bilimine girmiştir. Kişilerarası memnuniyet, siyâsî memnuniyet, kişilerarası güven, siyasal ve sosyal düzene destek vatandaşlık kültürünün temel göstergeleri kabul edilmiştir. Çalışmada tanımladıkları kültür yapısı her ne kadar eleştirilse de siyâsî kültür ve demokrasi ilişkisi açısından ülkeleri değerlendirmede farklı bir bakış açısı sunmuştur. Bu çalışma ekseninde Türkiye’nin demokratikleşme sürecine bakmak için dönemlere ayırmamız gerekir. Bu dönemleri; Tek Parti dönemi, 1960 Darbesi’yle 15 Temmuz’a kadar uzanan darbeler süreci ve 15 Temmuz sonrası olarak üç grupta inceleyebiliriz.
Tek Parti dönemi
Türkiye uzun yıllar demokrasiyle yönetilse de Cumhuriyet’in kurucu kadrosunun tek parti döneminde çıkardığı yasalar ve 1960 darbesiyle başlayan siyâsete müdahaleler demokrasiyi kendi çıkarları için kullandıklarını göstermiştir. Tek Parti dönemi, otoriteryen bir dönem olması tartışılmaz bir gerçektir. Hatta bazı uzmanlar bu dönemin totaliter olup olmadığı konusunda tartışır. Türkiye’nin bu dönemlerdeki demokrasi anlayışını, Schumpeter’in demokrasi tanımına yakın buluyorum. Schumpeter, bâzı demokrasileri siyasi iktidarın kendi amaçları için kullandığı aygıt olarak nitelendirir. Türkiye’de de siyâsî elitler, demokrasiyi göstermelik bir araç olarak kullanarak halkın irâdesini biçimlendirip hatta yaratamaya muktedir görmüşlerdir. Her ne kadar çok partili hayata geçiş denemeleri olsa da bu denemeler göstermelik olup engellenmiştir. Toplumun demokrasiye ne zaman hazır olacağına siyâsî elitlerin karar verdiği bu dayatmacı anlayışlar demokrasiyi engelleyici nitelikte olmuştur. Çünkü bu tür vesâyetçi yaklaşım, örnek aldıkları Batı demokrasilerinin mantığına da aykırıdır. Bu bağlamda bakacak olursak, bu dönem demokrasi ve vatandaşlık kültürü açısından epey uzaktadır.
27 Mayıs’tan 15 Temmuz’a
Demokrasiye ilk darbe 27 Mayıs 1960 sabahı vurulmuştur. Darbe sonrasında Başbakan Adnan Menderes ve iki bakan darağacına gönderilmiştir. Adnan Menderes’in idâmına gerekli tepkiyi veremeyen halk yıllarca pişmanlık yaşamıştır. Çok geçmeden muhtıralar ve darbeler birbiri ardına gelmiştir. Yıllarca halkın irâdesi darbeler ve muhtıralarla yok sayılıp askerî vesâyet sistemiyle yönetilmiştir. Demokratik seçimlerle iş başına gelen hükûmet kendi çıkarlarına ters düştüğünde yalanlarla ve kutuplaştırmalarla darbeye zemin hazırlamıştır. İşte bu geçmiş pişmanlıklar ve halkın biriken tepkisi, 15 Temmuz gecesi halkın sokağa çıkıp tanklara ve kurşunlara karşı savaşıp darbecilere dur demesiyle ortaya çıkmıştır. Bu târihten sonra artık Türkiye askerî vesâyetle yönetilen Türkiye değildir. Kendi siyasal irâdesine sâhip çıkan halk, ölmeyi göze alarak demokrasiye sâhip çıkmıştır.
Üç dönem birlikte değerlendirildiğinde görüyoruz ki, Türkiye’de demokrasi kültürü, demokrasiyi getirip sözde koruyuculuğunu yapanlara rağmen yerleşmiştir. Her ne kadar darbelerden medet uman siyâsî partiler ve bir grup insan olsa da son darbe girişimi, toplumun genelinde demokrasi ve vatandaşlık kültürünün güçlendiğini gösterdi.