Türkiye'de genellikle siyasi ve toplumsal tartışmalar laiklik ve modernleşme kavramlarına atıfla yapılmaktadır.
Türkiye’de genellikle siyasi ve toplumsal tartışmalar laiklik ve modernleşme kavramlarına atıfla yapılmaktadır. Gerçek anlamda demokratikleşme sürecine girdiğimiz 1950’lerden sonra gündemde daha sık yer alan laiklik kavramı, her on yılda bir darbelerin meşrulaştırılmasında araç olarak kullanıldığı gibi seçimler yaklaştıkça da tartışmaların merkezi konumunda olan bir kavramdır.
Yine bir seçim döneminde Cumhuriyet ve Birgün gazetelerinin bir süredir “gerici eğitim sistemi” kurmakla suçladığı Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Meclis’teki bütçe görüşmeleri sırasında STK ve cemaatler ile yapılan protokollerin devam edeceğini söyleyince laiklik kavramı tekrar gündeme geldi.
Laiklikte dünyada iki ana anlayışının bulunduğu söylenebilir. Bunlar Anglosakson ve Kıta Avrupası anlayışlarıdır.
Din özgürlüğünü temin eden Anglosakson laiklik anlayışı
Anglosakson laiklik anlayışı din özgürlüğünü merkeze alır. Din özgürlüğü, diğer hak ve özgürlükleri de kendisinde toplayan kavşak özgürlüktür. Din özgürlüğü; ifade özgürlüğü, gruplara katılma özgürlüğü, dinini yaşama ve yansıtma hakkı gibi özgürlüklerle ilişki içerisindedir. Amerika’da din özgürlüğü anayasada korunan ilk özgürlüktür. Örneğin, George W. Bush şöyle demiştir: “Din özgürlüğü, Cumhuriyetimizin köşe taşı, Anayasamızın temel ilkesi ve temel bir insan hakkıdır. Pilgrim’ler gibi Amerika’ya ilk yerleşen kişilerin çoğu bu cennet vatana ibadet ve inanç özgürlüğü için gelmişlerdir.” Bütün istikrarlı demokrasilerde laikliğin din özgürlüğünü olarak anlaşıldığı görülmektedir. Bu laiklik anlayışı demokratik ve özgürlükçüdür.
CHP’liler Anglosakson laiklik anlayışını, “dindar kesimden oy almak için Erdoğan’ın ortaya attığı (!) özgürlükçü laiklik” olarak da tanımlamaktadır.
Dini tehdit olarak gören Kıta Avrupası laiklik anlayışı
Kıta Avrupası laik anlayışı Fransa’da ve Fransa’dan etkilenmiş olan ülkelerde karşımıza çıkmaktadır. Bu anlayış seküler dine dönüştüğü için laisizm ve laisite demek daha doğrudur. Laik devletin diğer dinleri denetim altında tutarak kamusal alanın dini sembol ve görünümlerden arındırması gerekir. Laiklik adına din ve vicdan özgürlüğünü baskı altına alınır. Bu anlayış demokrasiyi imkânsız hale getirir. Çünkü demokrasilerde farklı inanca sahip bireyler barış içinde bir arada yaşar. Dinin kamusal alandan tasfiye edilmesi anlayışı anti demokratik uygulamalara yol açar. Fransa ve Türkiye’de örnekleri görüldüğü gibi…
Türkiye’de modernleştirme ve laiklik
Modernleşmeyi incelerken Osmanlı ve Türkiye arasında süreklilik ve devamlılık olduğu gözden kaçırılmaması gereken bir unsurdur. Cumhuriyetin tarih felsefesi tarihte süreklilik olduğunu kabul etmez. Tarihin sıfırdan başlatılabileceği varsayılır. Ancak Cumhuriyet kurulduğunda ortaya çıkan reformlar sıfırdan inşa edilmemiştir.
Osmanlı’da modernleşmenin arka planını askeri yenilgilerle teknik üstünlüğün Batı’da olduğunun kabul edildiği fikri oluşturur. Bu nedenle, orduda Batı tarzı düzenlemelerle devletin gerilemesinin engellenebileceği düşünülmüştür. Reformların askeri alanda sınırlı kalmasını hedefleyen anlayışın yerini, Tanzimat dönemiyle birlikte, her alanda Batı’nın model olarak görüldüğü bir anlayış alır. Ancak bu fikir Cumhuriyet dönemindeki reformlarla hayata geçirilir.
Tanzimatçıların benimsediği laik yaklaşım, dini kamusal alanın dışına çıkaran ve devletin çöküş sürecinden kurtarılması için bir araç olurken, Cumhuriyet döneminde toplumsal hayatın bütünüyle modernleştirilmesi için amaca dönüşmüştür. Modern toplum yaratma amacı, elitlerce uygun ve gerekli bir program olarak ortaya çıkmıştır. Din geri kalmışlığın sebebi olarak görülmüştür. İslam, modernleşmenin önünde tehdit olarak görüldüğü için, Kıta Avrupası laiklik anlayışı, dini sembol ve görünümlerin siyasi ve toplumsal hayatın dışına çıkarılması için pragmatik bir amaçla benimsenmiştir. Din, 14 Mayıs 1950’den sonra kaçınılmaz olarak demokratik süreçlerde etkili olmaya başlamıştır. Bu tarihten günümüze sonu gelmeyecek laiklik tartışmaları başlamıştır.
Batı’da modernleşmenin yönü aşağıdan yukarı talepler doğrultusunda kazanılmış bir şeyken, bizde tepeden aşağı alınan sorunlu laik anlayışla halk modernleş (tir)ilmeye çalışılmıştır. Güncellenme ihtiyacının alternatif yollarının yadsınması, elitlerin tek gerçek olarak belirledikleri modernleşme programına uyma zorunluluğunu beraberinde getirmiştir. Modernleşme programında laiklik seküler bir din haline geldiği için alternatif dinlerin siyasette ve toplumsal hayatta var olmaları engellenmiştir.
Hayat tarzları üzerinden kutuplaştırma
Çağdaşlık, uygarlık, ilericilik ve laiklikten anlaşılan nedir? İlerlemek, çağdaş ve laik olmak sadece görüntü ve hayat tarzı mıdır? Modernleşmek önemli ölçüde maddi dönüşüm gerektirir. Batı, gelir eşitsizliği ve etnik farklılıklardan kaynaklı kutuplaşmalar yaşarken; biz kutuplaşmayı “hayat tarzları” üzerinden yaşamaktayız. Batı’nın gelişme dinamiklerinin bizde gerçekleşmesi önlenirken (geç kapitalistleşme ve gerçek anlamda demokrasi gibi), modernleşmeye giden gelişmeleri yine gerici dedikleri kesimler demokratik yolla iktidara gelince gerçekleştirmiştir. 1980’lerde önü açılan kapitalistleşme ile birlikte ekonomik refah Anadolu köylerine yayılmıştır. Ekonomik refah beraberinde kendi kültürlerini korkmadan yaşama özgüvenini getirmiştir. Bu özgüven kendisini siyaset alanında da gösterince, sistemin dışına itilmiş kimseler tarafından sistem dönüşmeye başlamıştır. Laiklik, ancak son dönemlerde demokratikleşmenin kaçınılmaz bir sonucu olarak din ve vicdan özgürlüğünü de kapsayacak şekilde gelişmeye başlamıştır.
İlericilik gericilik sorunsalı
Türkiye’de modernleşme ilericilik ve gericilik sorunsalı şeklinde ifade edilmiştir. Bazen ilericilik yerine çağdaşlık da kullanılmıştır. Kişiler ben laik ve çağdaşım diyerek kendini her tartışmada üste çekip gerici olarak tanımladıkları kimseler karşısında konumunu belirlemektedir. Dindarlar, kendilerini laik olarak tanımlayan kişiler tarafından her zaman gerici ve modernleştirilmesi gereken kişiler olarak görülmektedir. Kendilerine biçtikleri hegemonik rol, kutuplaşmayı kaçınılmaz olarak beraberinde getirmektedir. Bununla birlikte, kavramların doğru belirlenememesi günümüze kadar süren laiklik tartışmalarının yaşanmasına sebep olmaktadır.
İlkeli duruş!
Laikliği kendilerine en temel ilke edinenlerin duydukları nefret; mecliste teröre karşı ortak bir tavır sergileyememelerine, askerlerimizi şehit eden terör örgütü PKK’nın adını kullanmaktan korkmalarına, mecliste terörist Öcalan ve Demirtaş’a özgürlük talep etmeye, Gazze’de öldürülenler sırf Müslüman diye bizim meselemiz değil diyerek en temel hak ve özgürlüklerde bile ilkeli bir duruş sergileyememelerine sebep olmaktadır. İlkeli olmak çıkarlardan bağımsız bir şekilde insanlıktan, vatanından, temel özgürlüklerden ve adaletten yana olmaktır. Savunulan ilkeler bu değerlerle çelişki içerisindeyse sorunludur. Laiklik, doğru anlaşılmak şartıyla demokrasilerde temel ve gerekli ilkedir. Laiklik anlayışı devlet yerine bireyi sınırlıyorsa, özgürlüklerle bağdaşmıyorsa ve toplumda çeşitliliğe karşıysa “öteki” olarak belirlenen kişilere nefret duyulmasını sağlayıp her konuda ilkesiz bir duruş sergilenmesinin kaçınılmaz sonucu olacaktır.