Bazen kendimi Truman Show'da bir figüran gibi hissediyorum.
Bazen kendimi Truman Show’da bir figüran gibi hissediyorum.
Hatta vaziyetimin Truman’dan tek farkı, onun başrolde olması, benim muvakkaten bulunmam ve dönüp bitenden belki de ondan daha fazla habersiz olmam…
Figüran…
Veya bir dekor parçası…
İçinde bulunduğumuz ve devasa zannettiğimiz dünyada -ama zannettiğimiz için devasa olduğunu varsaymalıyız- akıllara zarar çelişkiler, anlam kaymaları, tuhaflıklar yaşıyoruz.
Harfiyen kabul ettirilmiş kaidelere bağlılık disiplini ve korkusunun kıskacında, yüzlerce soru sormak ve ne idüğünü anlamak içgüdüsünün zorlamasıyla acı çekiyoruz.
Hani bir ilkokul talebesi saflığı ve tereddüdü içinde parmak kaldıracak olsak, kafamıza sopayı yiyoruz, “Hayırdır evladım. Ne soracaksın?” karşılığı yerine…
Tut ki, sorduk.
Tut ki, kafamıza sopayı yemeden sormayı başardık.
“Bu sokak lambası niye ters? Zemine/ temele bağlı olması kısım tepede ve bütün yük direğin en dirençsiz ve lambalı kısmıyla yere temas ediyor ve aman Allah’ım düştü düşecek, devrildi devrilecek!”
Sopa geliyor:
- Sana ne?
- Aman kardeşim, sen kurcalama, boş ver!
- Ulan o direğin hali nerene battı? Yürü git…
Biraz vicdanı olan, çaktırmadan koluna giriyor, o bölgeden uzaklaştırıp adeta o soru sorulmamış havası oluşturarak, uğrayacağınız muhtemel zarara karşı sizi koruyor güya. Hem de galiba, kendi adına risk alarak yani fedakârlık yaparak koruyor!
Fakat bir kısım figüranların direğin karşısına geçip “Ters ulan bu. Düşecek işte. Kim yapmışsa yanlış yapmış vs.” yollu itiraz ve nümayişleri adeta “yok” sayılarak ve “Bunlar zaten her şeye karşı” algısı oluşturularak etkisizleştiriliyor.
O an, “Yahu ben de onu soracaktım zaten!” cümlesi dudaklarınızın arasında erirken, sopa ile ikaz karışımı yeni bir ihtara muhatap oluyorsunuz:
- Onlar sorar. Bağırır, çağırır. Sen karışma. Karışma ve başına iş alma…
Xxx
Şimdi diyeceksiniz ki, bugüne kadar ne yazdın da kim karıştı? Veya neyi kurcaladın da ne zarar gördün?
Eyvallah.
Bunu deme hakkınız var.
Fakat bugün böyle hissediyorum. Artık giderek daha çok hissediyorum. Yankısız bir vadide dolaşsam da, söylemesem varlığımın anlamı kalmayacak.
Bugün, vicdansız, duygusuz, hedonist bir yapımcı/ yönetmenin tuzağında, kendimi/zi mayın tarlasına bırakılmış zavallılar olarak görüyorum.
Xxx
Olağanüstü hâl!
Yani?
- Kardeşim zor günlerden geçiyoruz!
Yani?
Yani kıyamet mi kopacak diye haykırsam, cevabını da kendim veririm korkuma rağmen: Evet kopacak!
Biz olağan bir ülkeye doğmadık! Biz Orwell’ın 1984’ündeki kobaylarından daha acı tecrübeleri katık ettik hayatımıza.
İhtilaller gördük. Sıkıyönetimler.
Sonra tüy dikildi bize sunulan kazuratın üstüne: Türkiye’nin en saygın, en disiplinli, en çağdaş, en laik ve en ne bileyim ne kurumunun yani o gün “Peygamber Ocağı” diyemediğim ordunun içinden bir takım kahpeler beynimize bomba yağdırdı.
Şerbetliyiz ulan biz!
Xxx
Ve mevzu şudur:
Bylock!
Aman Yarabbi, ne kadar çok işaret parmağı büzüşmüş dudakların üstünde ve “şşşşt” sesi ortalığı karartıyor.
Ne oluyor size? Sülalenize sövmedim! “Kıçınız açıkta, haberiniz yok” bile demedim!
Öğrenmek ve anlamak istediğimin yanı sıra, adaletin bütün kolon ve kirişlerini zehirli sarmaşık gibi saran bir tehlikenin artık “adliye”yi görünmez kıldığını haykırıyorum…
Fetö şerefsizinin bi rivayete göre 300 bin küsur cihaza yüklediği/ yüklettiği/ sonradan bizim bahane edip var saydığımız/ canımız ve cebimiz isteyince yok saydığımız/ sorulması, anlaşılması namümkün rivayeti mebzul aplikasyon!
Xxx
Oğlum Kerkük! Bak Barzani! Avrupa üstümüze geliyor! Amerika zaten çıldırmış… Bi rahat dur!
Haaa…
Yemezler.
Vallahi yemezler.
“İlayı Kelimetullah” aşkını manevi ticaret eden bu ordunun tek bir neferi, bir garip köylünün bir salkım üzümüne tecavüz etse, “İlahi Adalet” tecelli eder ve senin bütün mutantan teçhizatın, Süraka’nın atının ayakları gibi saplanır toprağa.
Kımıldayamazsın.
Ve eğer fındık kadar akıl, zerre miktar vicdan varsa okuyanda, bu bir muhalif yazı değildir.
Aynı torbaya doldurup bahar temizliği yapar gibi yarar/ yaramaz- bilinir/ bilinmez herkesi boğmaya kalkarsan üstelik hepsini işe sen almışken ve sessizliği de “hayra yorarsan”, Süraka’ya verilen cevap siler süpürür bütün nam ve nişaneleri:
- Bizi Cebbâr ve Kahhâr olan Allahü teâlâ korur.
“Olağanüstü Hal” millete karşı değil, düşmanlarımıza karşı bir kalkandır.
Ve bugün Fatih’in kanunnamesini anlamanın vaktidir.
Yani hal, o kadar olağan üstüdür.
Bu sofra başımıza geçmek üzere olmasa, susardım. En kolayı.
Ve ilaveten sofra kalsa da, kalksa da, buradan “muhalefete ekmek çıkmaz!”
Kadir Abi’ye gidin. Muhallebi versin!
Xxx
Truman’a gelince… O bir anlık his. Hollywood illüzyonu…
Tıpkı “Başkanın Adamları” gibi…
Karıştırmayın!