Rahmetli anneannem 80'li yılların ortalarında vefat ettiğinde nüfus cüzdanına göre yetmiş dört yaşındaydı.

DUA

“Allahümme ya müfettihal ebvâb, iftah lenâ hayrel bab”

Rabbimizden benim gönlüme bu hafta bu dua düştü. Herkes için, İslam-ı âlem için Rabbim cümlemizin kapılarını hayırlara açsın. İçimizde ne kadar sıkıntı, daralma, dert, tasa, keder hüzün varsa alsın götürsün. Bu dua ile birlikte negatif olan her şey uçsuz bucaksız denizlerde yıkansın pozitife dönsün. Hülasa dua etmekten hiç vazgeçmeyelim. Tek ilacımız dua.

Dün Dünya Toprak günüydü

Bizi bir avuç topraktan yaratan Allah’a en büyük ihanetimizin faturasını, toprağa ettiklerimizin karşılığını gökyüzünden mahrum kalmakla ödüyoruz. İstanbul’da metropollerde yaşayanlar gökyüzünü görebilmek için hafta sonları nispeten kırsal yerlere gidiyorlar. Oysa birçoğunun köyü, memleketi varken. Bu nasıl bir ironidir? Lütfen toprağımıza sahip çıkalım. (Gürültüde sesimi duyan var mıdır bilmiyorum?)

ŞİFAHİ KÜLTÜR YAŞANIR VE YAŞATILIR

Rahmetli anneannem 80’li yılların ortalarında vefat ettiğinde nüfus cüzdanına göre yetmiş dört yaşındaydı. O tarihlerde yapraklı olan nüfuz hüviyetinde doğum tarihi yerinde 1910 yazdığını bugün gibi hatırlıyorum. E-devlet soyağacı kayıtları da beni yanıltmıyor. Ancak o tarihlerde ne kadar sağlıklı bir kayıt tutulmuştur tabii bunu bilemiyorum. Komşularımızın pamuk nine dediği bu sevimli, biraz huysuz, komik hikâye anlatıcısı bir anneanneydi benim anneannem. Daha gençken mavi hareli göz renginden dolayı çakır Ayşe derlermiş kendisine.

Saray aşçısı anne

Anneannemin annesi, yani ninem Osmanlı Sarayında mutfakta çalışmış bir hanımmış. Çok zarif, çok latif ve çok asil ayrıca saray terbiyesi görmüş bir hanım. Anneannem yanlışlıkla biri için “karı” kelimesini telaffuz etse hemen ninem; “Aman Ayşe o ne demek öyle!.. Ayıp ayıp” der anneannemi kınarmış. O günlerden bu günlere geldik. Lakin çakır Ayşem çok güzel yemek yapardı. Konservelerden tutun da envai çeşit zeytinyağlısına kadar mükemmel bir el hüneri ile çabucak sofraları donatırdı. Elbette şaşmamak lazım. Ne de olsa sarayda aşçılık yapmış bir annenin kızıdır o...

Torun sevgisi

Anneannem dört çocuğunu erken yaşta dul kalması ile birlikte çok zor şartlarda büyütmüş. Belki o yüzden son zamanları hep hastalık ve ağır romatizma ağrıları içinde geçirdi. Apartman komşularımız ondan geçmiş hikayeleri dinlemek için sabah kahvesine gelirlerdi. Çakır Ayşem taklitlerle, mimiklerle komşulara ve biz torunlarına adeta bir piyes tadında, hatta usta bir ortaoyuncusu gibi tuluat yapar, olayları ballandıra ballandıra anlatır bize kadim bir eğlence kültürünü yaşatırdı. Öyle anlatım yapardı ki; yere düştüğünü anlatmak için gerçekten kendini yere atar, hatta eteğinin altından, dizdeki lastikli ve kalpli uzun içlikleri gözükürdü. Tekaüt maaşını aldığı zaman hemen bize lahmacun söyler ve yanında da gazoz ısmarlamayı adet haline getirmişti. En çok da erkek kardeşimi sever, sarı saçlım ona altın kafalı oğlum derdi.

Titiz, temiz, düzenliydi

Anneannem çok titiz, temiz ve düzenliydi. Saçları uzundu; her sabah kalktığında usulca düzeltir, elleriyle yuvarlar ve kendi deyimiyle firketeyle topuz yapar, beyaz yemenisini başına bağlardı. Bir gün bana düzgün ve tertipli çamaşır asmanın öneminden bahsetmişti. Bir kadının evinin temiz mi, dağınık mı, nasıl olduğunu anlamak için nasıl çamaşır astığına bakacaksın demişti. Çamaşır önce iyice sirkelenir, iç çamaşırlar en arkaya gözükmeyecek bir şekilde gerilerek uçlarından asılır demişti. O gün bugün önce insanların çamaşırlarına bakar, sonra da evlerinin içini tahmin eder yorumlardım. Başkalarının evlerine gittiğimizde de balkondaki çamaşırlarına bakar evlerine girdik mi de evlerine dikkatlice bakar anneanneme hak verirdim.

Veri aktarıcıları

Bugün düşündüğümde o dönemin insanları şifahi kültürü kuşaktan kuşağa aktaran, tescilleyen bir özellikleri varmış. Öyle bilimsel, deneysel değil ama tamamen hayatın içinden yaşayarak öğrendiklerini, hissettiklerini, bildiklerini yarına bırakan, yazılı olmayan veri aktarıcılarıymış. Onlar kitaptan okuyarak değil bizzat deneyimleyerek hayatı yazarlar ve anlatırlardı. Hamam kültürü, misafir kültürü, yemek kültürü, konuşma kültürü hepsi onların melekelerindeydi. İnsan ile birlikte insana aktarılan bu şifahi kültürün, insandan dijital ortama geçmesi ile o aktarımdan kaynaklanan uygulama sahası kayboldu bir masal oldu. Veriler artık internette, insanın halinde değil ne yazık ki..

Kadim kültürümüz

Ne yazık ki günümüzde bir isteği, bir meramı anlatmak için kelime kıtlığı çekiyoruz. Aynı dili konuşamadığımız gibi iletişim dilini kısır kelimelere ve cümlelere hapsediyoruz. Ne yazık ki bu modern çağda iletişim dili menfaate dayanır olmuş. Niyet pragmatizmle mayalanmış. Oysa iletişimden maksat karşılıklı kalplere dokunmaktır. Dertlere derman, yaralara merhem olmaktır. Bu ancak yaşayarak ve yaşatarak mümkün olacaktır. Edep, adap, yardımlaşma, dayanışma, dertleşmek, yarenleşmek bu değil midir! Bizim kadim kültürümüz biri bin, bini de bir yapan kültürdür. Ve bu kültür ak saçlılardan, görerek öğrenerek hayatımıza geçirdiğimizde bilgelikle kadim medeniyetimizi de insanlığa yaşayarak ve yaşatarak tanıtmış olacağız vesselam.

KALBE DOKUNUŞ

.........................................................

Gitgide neden yalnızlaşır insan. Doğadan koptukça insan kendiyle yabancılaşıyor. Kentler, taş binalarla oluşan caddeler ağaçlara geçit vermiyor. Güneş görmeyen nice kentler, ülkeler var. Yüzü, beti benzi solmuş nice insanlar ve topluluklar var. Sisli puslu bir iklim; hergün çisileyen ve yağan yağmur, kar fırtınayla yaşayan bir görümlük güneşe ne kadar hasret duyan var!.. Oysa bizim ülkemiz dört mevsim dört iklim. Bunun kıymetini biliyor muyuz? Bu cennet vatanımızın, verimli topraklarımızın, genç nüfusumuzun değerini biliyor muyuz? Güneşimiz, ayımız yıldızımız, dağlarımız, ovalarımız, derelerimiz, tepelerimiz, kırlarımızda açan binbir türlü çiçeklerimiz, bizi var eden inancımız ve birlikteliğimiz... Çünkü biz yalnız değiliz! Yağmur ve kar yağsa buna rahmet deriz. Sonra bereket deriz ve seviniriz. Bizim yüzümüzün güleçliği, doğan güneşten ve aydandır. Bizi birbirimize kaynaştıran inanç ve insanlıktır. Kanaatla zenginleşir insanlar. Misafirle bereketlenir sofralar. Aaaah gönül rızası!.. Bir tebessümle kalbe dokunuş yetiyor insana!...

FOLKLORÜ KÜLTÜRDEN ÇIKARINCA

“Kültürün Geleceği” başlıklı bir panelde önemli bir editoryal grupta yazar olarak çalışan kişi (ismi bende saklı): “Folklorü bir kenara bırakalım” diyerek kültürün güncellenmesi konusunda net bir ifade bulamayınca bir değeri kaldırarak çözüm bulduğunu sanmakla konuyu geçiştirdi. Oysa, kültürü tek bir tanımla sınırlayamayacağımız gibi onu metaa haline getirdiğimizde de kültürü ulaşılmaz bir objeye dönüştürürüz. Bu nedenle kültür halkın içinde ritüelleriyle, mitleriyle, ezgileriyle, giyimiyle ve daha birçok unsuruyla kuşaktan kuşağa aktarılan bir hediyedir. Kültürü bu şekilde anlarsak bir geleceği olur, aksi takdirde parası olanların satın alabileceği olmayanların da öyle durup bakacağı, sınıfsal ayrıma giden sorunlar yumağına dönüştürürüz. Bir dipnot: buradaki folklor tanımının halk oyunun da ötesinde olduğu aşikardır.

● Folklor Nedir?
... bugünün halkı yeni bir folklor üretemez, üstelik bugünün halkı her geçen gün folkloru daha da unutmaktadır. Kısa bir süre sonra da folklor tümüyle yok olacaktır. Alan Dundes

● Mesela iyi dans ediyor, buna folklor da dahil. Resimlerden de görülebileceği gibi Balkanlar'dan gelen heyetler horon oynuyordu. Bu herkesi cezbediyordu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk kitabından- İlber Ortayli

● ...umutsuzluk kol geziyor ortalıkta, işsizlik dağları yıkılıyor insancıklarımız üstüne... Kötümsermişim. Elli yıl, beş aşağı, beş yukarı bunları yaşadım. Kaç türkümüz iyimser? Ağıt yakmaktan, diz dövmekten hiç kurtulduk mu? İyi ki, folklor ekiplerimiz çoğaldı da, bol ayak oyunlarıyla gönlümüz şenleniyor.
Vüs'at O. Bener

● Türkiye öteki geri kalmış ülkelerle karşılaştırılamayacak kadar köklü bir kültüre, eski ve büyük bir tarihe sahiptir. Stratejik bakımdan -az görülür- bir folklor çeşitliliğine ve renkliliğine dek uzanan özellikleri, bölgesel liderliğin potansiyel gücü, kalkınmanın insan ve hammadde olarak zengin kaynakları vardır. Server Tanilli

● Folklor sanatların anası ve en büyük dostudur. Yaşar Kemal

● Halk edebiyatımız büyüktür. "Folklor sanata düşman" gibi tezlerin dayandığı teori, Karacaoğlan'ın tek dizesi karşısında yıkılır gider, çünkü Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre folklor değil, her biri ayrı üsluba ve edebi kişiliğe sahip soylu şairlerdir. Masa başında oturup şiir yazan hiç kimsenin, oğlu öldürülmüş Çukurovalı ananın "Benim oğlum can verirken / Çiçekler çığrışıp açtı" dizelerindeki derinliğe ulaşabileceğini sanmıyorum. Zülfü Livaneli

● Çünkü, folklor sefaletin, biçareliğin tek mükâfatıdır. Nerde ki hayat aksar orada folklor vardır. Yığın yığın saz şairi görürsünüz..." Ahmet Hamdi Tanpınar

POZİTİF- NEGATİF

Pozitif

İletişim kültürü

Ahh nerede o eski İstanbul beyefendileri denir ya. İşte onlardan bazılarını hala tanıyor olmaktan dolayı şanslıyım. Bir arkadaşıma destek olmak için bir başka arkadaşımın KBB doktoru olan ve aslında halihazırda emekli babasına muayeneye gönderdim. Arkadaşım, doktor tanıdığımızla görüşmüş muayene olmuş ve aylardır başka başka doktorların ameliyat olmalısın deyip korkuttuğu kadıncağızın sorununu bir küçük müdâhele ile çözmüş. Ama arkadaşımın beni arayıp heyecanla; “hayatımda böyle kibar, zarif, beyefendi bir doktor görmedim” demesi beni gülümsetti. Hala öyle İstanbul beyefendisi beyler var şükür dedim.

Negatif

Gençten bir göz doktoru yaşı 71 olan bir kadıncağızı muayene ediyor. Katarakt başlangıcı var diyor teyzeye. Ardından teyzeye altı ayda bir gelip kontrol etmesi gerektiğini söylüyor. Teyze anlıyor, tamam diyor. Ardından teyze devamlı taktığı gözlük için değiştirmek gerekir mi, diye soruyor. Doktor cevaben; “bu yaştan sonra değiştirsen nolacak” diye cevap veriyor. Bu da doktor yukarıda sözünü ettiğim arkadaşımın babası da doktor. İletişim bir kültür meselesidir. Özellikle sağlık çalışanlarının bu konuda herkesten daha fazla hassas ve özenli olmaları gerekir. Hele ki Türk -İslam kültürünün özünde büyüklere hürmet başka İslam toplumlara göre çok daha fevkalâde bir yerdedir. Doktor da olsak büyüklerimize daha farklı davranmalı onları el üstünde tutmalıyız.

MEDYA OKURYAZARLIĞINDA ANNE BABA ROLÜ

Medya okuryazarlığının bir anne-baba üzerinden ilişkilendirilen boyutu var bir de okul üzerinden. Ancak birinci husus yani anne-baba üzerinden ilişkilendirilen kısmı daha önemli. Çünkü malumumuz eğitimin temelleri ailede atılıyor. Anne-babanın rol model olduğu karakterli duruşlar çocuğu olumlu yönde geliştiriyor, bilinçlendiriyor. Onlarca kitap, onlarca ödev, eğitici nasihatler anne-babanın üstlendiği rolün yerini tutamaz. İstisnalar da yok değil tabi. Ancak o istisnalar; yine de ortaya çıkarılması gereken üstü örtülmüş kabiliyetlerin birileri tarafından keşfedilmesini bekler. Ailede üstü örtülmüş, baskılanmış duygular ilerisi için zor günlerin habercisidir. Konumuz olan medya-okur yazarlığı bir kültür işlevini gerektirir. Yazılı bilginin öznesi yoktur. Bu nedenle biz insanlar özellikle de çocuklar rol modellerle yetişirler. Anne-baba rol model olmazsa medya içeriklerinin ürettiklerine maruz kalırlar. O yüzden medya okur yazarlığı aslında temelinde bir ebeveyn eğitim modelini bize sunar. Kültür bunun temelindedir. Buna, medya okur yazar kültürü demek ve bu konuda eğitim modelleri için okuldan önce ve okulla birlikte, ailelere yol gösterici olmak en doğrusu olacağı inancındayım.