Şu hayatta en korktuğum şeylerden biri unutulmak. Düşünsenize en sevdiğiniz, gün geliyor sizi unutuyor.
Onunla yaşadığınız hiçbir şeyi hatırlamıyor! Tekrar hatırlasın diye ne yapsanız ne kadar çabalasanız boş. Unutulmanın acısı bir tarafa bu durum karşısında aciz ve çaresizsiniz. Çünkü en sevdiğin alzheimer! Daha da kötü olan bu hastalık ne ilaçla ne de herhangi bir terapi ile tedavi edilebiliyor. Ve maalesef dünyada alzheimer hastalarının sayısı her geçen gün artıyor. 21 Eylül Dünya Alzheimer Gününde bir sergiye davet edildim. Amaç alzheimer hastalığına dikkat çekmek. Toplumsal bilinci artırmak. Göksel Gülensoy direktörlüğünde ve Denizhan Özer küratörlüğünde sergide 20 önemli sanatçının eserleri vardı. Bahadır İşler’den, Demet Taşpınar’a, Mahir Güven’den, Onay Akbaş’a kadar birçok tablo ve eseri görme fırsatı buldum. Sanatçıların her biri alzheimer hastalığını kendi gözünden eserlerinde anlatmışlar. Hepsi birbirinden ilginç ve güzeldi. Göksel Gülensoy aslında bu sergiyi 3 etaplı bir proje olarak hazırlamış. Projenin ilk etabı olan bu sergiden sonra sırada film var. Gerçek bir hayat hikayesinden esinlenerek kurgulanan, “Sadan Hanım” filmini çok yakında izleyebilecekmişiz. Filmin akabinde de kitap var. “Sadan Hanım” projesinin arkasında son derece önemli kurum, kuruluşlar ve kişiler var. Kültür Bakanlığı, Capitol Alışveriş Merkezi, Türkiye Alzheimer Derneği ve Kinostanbul Film projeyi destekleyen birkaç isimden. 21 Eylül Dünya Alzheimer Gününe özel olarak hazırlanan “Sadan Hanım ve Diğer Hikayeler” sergisi, Eylül 2020’ye kadar yurt içinde ve yurt dışında 10 farklı kentte sergilenmeye devam edecekmiş. Meraklılarına duyurulur.
Sezensiz!
‘’Sahnelere geri dönecek misiniz?’’ Bak bak bak sorunun çirkinliğine bak. Ne kadar manasız, yersiz bir soru. Beğendiniz mi aldığınız cevabı? Dönmeyecekmiş! Hiç de düşünmemiş. Hatta ve hatta sahne almadığı için hayatından pek bir memnunmuş… Biz içimiz de bir umut ne güzel yaşayıp gidiyorduk. Şimdi ne alemi vardı bu soruyu tekrar sorup, bizi demoralize etmenin. Madem niyet ettin, illa soracaktın insan böyle bodoslama mı sorar koskoca Sezen Aksu’ya. Belli kadın inat, bir sahnelere çıkmam dedi, deyiş o deyiş daha da çıkmadı. Bu kadını işsizlikten podyuma veda eden manken mi sandın, işler açılınca sözünü yiyip geri dönsün. Hadi tüm bunları yaptın, sana bu cevabı da verdi. Sorsana kadına, neden? Niye? Tekrar dönmen için ne yapmalı? Belli ikna edilmesi gerekiyor. Biraz tatlı dil gerekiyor. Baktın hala olmuyor, araya birkaç sitem cümlesi gerekiyor. Ya da ne bileyim, belki de biraz ajitasyon ikna ederdi. Alt dudağı hafif aşağı sarkıtıp, titrek bir sesle “Sen bizi hiç özlemedin mi?” diye sıkıştırmak gerekiyordu. Ahh ben olacaktım orada… Altından girip üstünden çıkar bir şekilde ikna ederdim.
100!
Tam 100 hafta olmuş. Ne ara geçmiş onca zaman. Daha dün gibi aklımda “Merhaba” yazım. Gazeteyi elime alıp, kendi yazımı okuduğum ilk gün. 100 hafta boyunca her cumartesi sizlere biraz onu bunu çekiştirdim. Az biraz içimi döktüm. Bazen de biz kadınların karanlık taraflarını, gizli sırlarını açığa çıkardım. Belki de işimin en güzel tarafı sizden gelen mesajlar, mailler. Yüz yüze gelmediğim, sesini bile duymadığım bir dolu kişi ile tanışmış oldum. İtiraf etmeliyim ki gelen her mesaj övgü, sevgi dolu değildi. Benim ile aynı fikirde olmayan kızdırıp, küstürdüklerim oldu. En kötü mesaj bile beni küstürmedi. Bana okunduğumun kanıtı oldu. Bir sonraki haftanın yazısını daha şevkle yazmama sebep oldu. Şükürler olsun ki sevenim de çok. Aslı’nın astarını yazdığımda kendinden bir şeyler bulup, yalnız değilmişim diyenler kadınlar oldu. Kadınları daha iyi anlatan yok diyen erkeler de oldu. İşin aslı astarı; iyi ya da kötü gelen her mesaj hevesimi katladı. İyi ki yazmışım, yazıyorum dedirtti. Daha nice 100. haftalarımız olsun. O zaman tekrardan ve bir kez daha MERHABA…