Geçen yazıda kur tahminlerime değinirken reel efektif döviz kuru endeksinden bahsetmiştim.
TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru endeksleri ortalama Türk vatandaşının yabancı mallar karşısındaki reel satın alma gücünün yabancı tüketicilerin reel satın alma gücü ile mukayesesini sağlar. Bu bağlamda TL’sının yabancı malları satın alma gücünü de gösterir. TC Merkez Bankasının internet sitesinden rahatlıkla temin edilecek TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru endeksleri üç ana kategoriye ayrılmıştır: Bütün ülkelerin para birimlerine, gelişmiş ülkelerin para birimlerine ve gelişmekte olan ülkelerin para birimlerine göre TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru endeksleri…
26 Mart tarihli yazımda şu bilgileri vermiştim:
“Öncelikle bütün ülkelere göre TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru endeksine bakılırsa 2018 başı için TÜFE bazlı endeks 84-85 seviyesinde dalgalanmaktadır. Bu da reel anlamda TL’nin yabancı paralar cinsinden satın alma gücünün olması gereken değerden yüzde 15-16 daha düşük olduğu anlamına gelir. 2007 yılında 110-130 arası dalgalanan endeks 2017 ‘de 85-90 arasında dalgalanır hale gelmektedir. Bu 10 yıl içinde TL’nin yabancı paralar cinsinden yüzde 25 – 40 arası reel değer kaybına uğradığı anlamına gelir. Gelişmiş ülkelere karşı TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru endeksi ise 2007 yılında 120- 140 arasında dalgalanırken 2017 yılında 95 – 105 arasında dalgalanır hale gelmiş. Gelişmiş ülkeler ürünlerine göre Türk tüketicisinin reel satın alma gücü yüzde 25-35 arasında bir değer kaybına uğramış. Gelişmekte olan ülkeler ürünlerine göre ise, TÜFE bazlı TL’nin reel değeri 2007 yılında 80 -100 arası dalgalanırken 2017 yılında 58-62 arası dalgalanır hale gelmiş. Buradan da kabaca Türk tüketicisinin gelişmekte olan ülke ürünlerine göre reel satın alma gücü yüzde 32-38 arasında değer kaybına uğramış.”
İktisat teorisinde dış ticaret modelleri iki farklı yöntemle kurulur: Arz yanlı ve talep yanlı modeller. Derslerde daha çok üstünde durulan ve öğrenciye yoğunlukla öğretilen Arz yanlı modellerdir. Bu modeller özünde, dış ticareti ülkelerin ve sektörlerin toplam üretim hacmi ve/veya birim üretim maliyetlerindeki farklılıklarından kaynaklandığı durumu analiz etmeyi amaçlarlar. Haliyle, ağırlıklı yoğunlaştıkları olgu, ülke ve sektörlerin ihracat potansiyelleridir. Talep yanlı modeller ise derslerde, bazen çok yüzeysel olarak geçilen ve çoğu zaman da hiç bahsedilmeyen modellerdir. Burada ise temel olarak dış ticaretin milletlerin tüketim kültürü ve toplumsal tercihlerindeki ve ülkeler arasındaki gelir farklılıkları üzerinden açıklanması amaçlanır. Bu ikinci tip modellerde ana vurgu ülkelerin ithalat tercih ve potansiyelleridir. TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru endeksleri işte farklı ülke vatandaşlarının tüketim davranışları arasındaki farkları görmede önemli bir ipucu vermektedir.
Üretim yapılarındaki farkları göz ardı edersek, TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru endekslerine göre 2007 ile 2018 arasında ortalama Türk vatandaşının yabancı malları reel satın alma gücü düşmektedir. Ancak ülke gruplarına göre baktığımızda, gelişmiş ülke ürünlerine karşı Türk tüketicisinin reel satın alma gücü gelişmekte olan ülke ürünlerine göre çok daha yavaş düşmektedir. Yani, gelişmiş ülke ürünlerine göre gelişmekte olan ülke ürünleri çok daha hızlı pahalanmaktadır. Bunun tersi olarak, Türk ürünleri gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere nispetle çok daha hızlı bir şekilde ucuzlamaktadır. Kısaca sonuçlandıralım: Türkiye gelişmekte olan ülkelerde daha fazla alıcıya ve daha fazla ihracat gelirine sahip olabilir. Öte yandan, Türk tüketicisinin gelişmiş ülke ürünlerinde diğerlerine göre ithalat avantajı bulunmaktadır. Bu durumda nasıl bir dış ticaret politikası, milli serveti ve ülke refahını arttırır? Türkiye’nin ağırlıklı olarak ithalatını gelişmiş ülkelerden yapıp, ihracatını ise gelişmekte olan ülkelere yapması gerekir. Reel efektif döviz kurundaki bu trend, ağırlıklı olarak enflasyon oranlarındaki farklardan kaynaklanmaktadır.
Bugün Türkiye’de ithalatımız ağırlıklı olarak gelişmekte olan ülkelerden yapılırken, ihracatımız ise ağırlıklı olarak gelişmiş ülkelere yapılmaktadır. Bu şu anlama gelmektedir: Nispeten sağladığı faydaya göre çok daha ucuz olan gelişmiş ülke ürünlerini satın almak varken nispeten daha pahalı olan gelişmekte olan ülkelerin ürünlerini satın alıyoruz. İşgücü maliyetlerindeki farkları da analize dahil edersek, Avrupa’ya mal satarken aynı zamanda daha düşük maliyetle üretilmiş olan Çin ve Hindistan mallarıyla rekabet etmek zorunda kalıyoruz. Halbuki Çin ve Hindistan’dan mal alacağımıza onlara mal satmayı hiç düşünmüyoruz. O halde dış ticaret politikamızı nasıl değiştirmeliyiz?
1. Çin, Hindistan, İran ve Rusya’ya daha çok ihracat yapmalı ve Avrupa ve Japonya’dan da daha fazla ithalat yapmalıyız. Buna göre karşılıklı dış ticaret anlaşmalarının ivedilikle imzalanması gerekir.
2. Mevcut kur farklarından istifade etmek istiyorsak, o zaman, milli paralarla ticarete dönmemiz gerekir. Çünkü gelişmekte olan ülkelerle yaptığımız ticaretin neredeyse tamamı Dolar cinsindendir. İş böyle olunca, reel efektif döviz kurunun gösterdiği avantajdan istifade edemiyoruz.
3. Gümrük Birliği’nin güncellenmesi burada çok büyük ehemmiyet içermektedir. Çünkü mevcut haliyle Gümrük Birliği bizim gelişmekte olan ülkelerle ticaretimizi sınırlayan, yavaşlatan ve maliyetini arttıran bir mahiyet arz etmektedir. Daha sağlıklı bir dış ticaret yapısına kavuşmamız için Gümrük Birliği anlaşmasının da güncellenmesi gerekir.
Bütün bunlar Türkiye’nin bu büyük tarih dönemecinde dış ticaret politikasının ülke çıkarları yönünde değiştirilmesi için gerekli olan uygulama önerileridir. Bu olayın bir de makro iktisadi boyutu vardır. Onu da Pazartesi inceleyelim.
Hepinize hayırlı Cumalar…