Korona tam anlamıyla her şeyimizi alt üst etti.

Dünyanın yeni normlarına hepimiz “yeni dünya düzeni” adı altında şahit oluyoruz. Değişiyoruz demiştim son yazımda, işte o değişimin başlıkları gün geçtikçe netleşiyor
küresel çapta kalıcı bir sıkıyönetim, turizmin yok oluşu,
kapalı sınırlar ve bölgesel sınır kontrolleri, zorunlu aşı sistemleri, uzaktan eğitimin kalıcı hale gelmesi, 5G teknolojisinin kaçınılmazlığı, bedensel güç gerektiren işlerin ve işçilerin kıymetinin ve haklarının yeniden düzenlenmesi, zorunlu tıp hizmeti ve en önemlisi de paranın yok oluşu…

Tüm bunlar öne çıkan ve üzerine konuşulan başlıklar.
Korona tam anlamıyla her şeyimizi alt üst etti.
Belki de dünyanın eko/sistemin verdiği mesaj insanlığı şok etti.
Daha kötüsü ne olabilir ki,
Daha kötüsü önümüzdeki 30 yılı tasarlamamak ve alt yapısını hazırlamamak…
Fütüristler, Alvin ve Heidi Toffler, hayatın giderek artan hızını ele aldıkları "Future Shock" (Gelecek Şoku) adlı kitabı yayımladıklarında “artan bu hızla birçok insanın başa çıkamayacağını ve bu yüzden toplumsal ve bireysel bir şok yaşanacağını” savunmuşlardı.
Geleceğe ilişkin çıkarımlarda; “Yeni normal”in insanlığın şu an hissettiği ölçüde dramatik olmayacağını, ters yüz olmayacağımızı lakin, değişime de hazırlıklı olmamız gerektiğini vurguluyorlardı.
Martin Rees ise “gelecek üzerine” kitabında; evden çalışmanın gerekliliğini bu konuya hem psikolojik hem sistemsel hem de eğitim açısından alt yapı hazırlanması gerektiğini vurgulamıştı...
İkinci olarak dirençli olmayan uzun tedarik zincirlerinin yerine, pratik yollar oluşturulmalı diyordu.
Özetle; verdiğim örneklerin çıkarımı akıllıca bir gelecek planımızın olmamasına işaret. Daha etkili gelecek planlaması yapmalıyız. Daha sistemli, daha öngörülü olmalıyız.
Sonuçta; gelecek seçeneklidir… Geleceğin seçeneklerini çoğaltmalıyız.
Okul kampüs binalarında benzer müfredatları tekrar eden öğrenim sisteminde, sürekli güdülenerek ayakta durmaya çalışan bağımlı öğrenci olmamalıyız sözgelimi...
İstihdam ve yatırım zannettiğimiz alışveriş merkezlerinin kasvetli ruhu,
uzun gökdelenler, beyaz yakalılar...
Post-kovid çağının silinmeye yüz tutan sorunsalından sadece bir kaçı…
Kovid-19 gösterdi ki;
Dünya, zayıflığının farkına varmalı, farklı fikirlere kulak vermeli ve en önemlisi nitelikli yatırımlar yapmalı...
İhtimallerden en kötüsüne hazırlıklı olalım… En iyisini ise amaç edinelim…

***

"Yeni Hayat" düzeninde fiziksel mesafe

Daha düşük kâr, çoklu uzmanlaşma, istikrarlı sistemsel düşünme, görev amaç merkezli çalışma...
Bunlar profesyonel hayatın insana düşen paylarından sadece birkaçı…
Peki bu mesafeli yaşamak meselesi ne?
Evet mesele diyorum, zira, aklım erdiğinden beri, kişisel, psikolojik, toplumsal, bedensel mesafelerin nasıl linç edildiğini gözlemlediğim çok durum oldu…
Önce fiziksel mesafe ile başlayalım;
Akdeniz sıcak kanlılığı, Anadolu yüreği, Doğu’nun şefkati gibi birçok tamlamayla iyi niyetli açıklamalar yaparız, sıkıca sarılmanın dostluk göstergesi olduğunu, yüzümüzü birbirine değdirerek selamlaşmanın samimiyet olduğunu söyleriz -Sosyal medyada birbirimize sarılmayı ne kadar özlediğimize yönelik mesajlar bitmek bilmiyor-
Post-kovid bundan sonra fiziksel mesafenin de yaşamımızda olacağının bir işareti…
Sevgimizi, saygımızı, selamımızı, artık kibar davranışlar eşliğinde göstereceğiz, sarılarak öperek değil...
Davranışların psikolojik sonuçları hep ilgi alanım olmuştur.
Ve sonuç olarak da,
Fiziksel temasla selamlaşmanın, birbirimizin hayatına müdahale etmek, karışmak, karıştırmak, söz hakkımız olduğunu zannetmek gibi sonuçları olduğunu düşünmüşümdür…
Ne dersiniz Post-kovid çağının insanları, kişisel özgürlüğün, diğerinin hayatına saygı ile başladığını,
İnsanların ne giydiğinden, nasıl yaşayacağından, neye inanacağından, nasıl davranacağından sadece kendisinin sorumlu olduğunu kavrayabilir mi?
Ya da şöyle sorayım, sadece bir fiziksel mesafe ile, toplumsal dengeyi sağlayabilir miyiz?

***

Özyönetim ve özdisiplin değerli

Bu hafta bölüm öğrencilerimizle “e-sohbet” yaptık. Malum dersler artık yüz yüze değil, “camdan“ yürüyor.
Tabi virüs günlerinde öğrencilerimizin evden daha verimli olacaklarını düşünürken, baktık ki iş tam tersi.
Motivasyonlar düşük...
Geceden sabaha dek “seri dizi” seyredip, gündüz uyuyorlar.
Tüm bölümlerde online derslere katılım da düşük…
Bir şeyi öğretemediğimizi fark ettim…
Özyönetim ve özdisiplin…
Önce kendimizi motive etmeyi, üretim heyecanımızı artırmayı, hayat disiplinini ve analitik düşünmeyi merkeze koymamız gerektiğini ve yarının bu planla oluşacağını fark etmemiz gerekiyor.