İstiklal Caddesi'nde gerçekleştirilen terör saldırısı sonrasında TSK'nın Suriye'nin kuzeyine yönelik başlattığı Pençe Kılıç Operasyonu, Ortadoğu da iki zıt başlıkta fazlasıyla yer buldu…
İstiklal Caddesi’nde gerçekleştirilen terör saldırısı sonrasında TSK’nın Suriye’nin kuzeyine yönelik başlattığı Pençe Kılıç Operasyonu, Ortadoğu da iki zıt başlıkta fazlasıyla yer buldu…
Birinci başlık, terör oluşumlarından ve onların dış destekçilerinden bunalan, yorulan, umutları yok olan Suriye ve Irak vatandaşlarının ‘inşallah bu kez terörden kurtuluruz’ düşüncesiyle Türkiye’den medet umarak yüreklerine serin sular dökülmesi…
İkinci başlık ise, bilhassa Irak’ta fazlasıyla öne çıktı çünkü son iki yıldır “Türkiye Irak’ın bir kısmını kendi topraklarına katacak” söylemi kasıtlı olarak köpürtülüyordu. Çünkü Türkiye Kuzey Irak’ta da terör yuvalarına, oluşumlarına, destekçilerine yönelik MİT ve TSK iş birliği ile büyük bir başarı çıtası yakaladı… Kuzey Irak’la birlikte Suriye’de başlatılan Pençe Kılıç Operasyonunun boyutu ve başarısıyla bu söylem daha da güç buldu Irak siyasetinde, bürokrasisinde ve kamuoyunda…
Bu söylem Bağdat ve Erbil yönetimlerine büyük baskı oluştururken bu baskıyla Türkiye’den yönelen vize işlemlerinin ve ticaret faaliyetlerinin ‘camdan duvarlara’ hapsedilmesine sebep oluyor… Türkiye’den Irak’a gitmek isteyenlerin aylarca beklemek zorunda kaldığı ve bunca bekleme sonunda vize onaylarını çok düşük rakamlarda tutan Bağdat‘ın tutumu görmezden gelinip “Türkiye Iraklılara vize vermiyor” yönünde oluşturulan algı tamamen art niyetli bir tutumdur…
Oysa ki Türkiye; yaz aylarında ortalama 7000, kış aylarında ise ortalama 1500 “günlük” vize onayıyla adeta bir rekora imza atıyor Irak’ta… Su meselesi de yine aynı şekilde “tek taraflı” olarak köpürtülüyor Irak kamuoyunda… Ve tabi ki Türkiye’nin yürüttüğü terörle mücadele konusunda da durum maalesef aynı…
Bu noktada karşılıklı olarak onarıcı-yapıcı bir diplomasi trafiği gerekiyor… Zira Irak ve Iraklılar mevcut tablosuyla bir devlet veya hükümet bilinci açısından homojen bir yapıya sahip değil bu sebepten Iraklılardan ülkelerinin menfaati doğrultusunda ortak hareket ve söylem geliştirmesini beklemek imkansız…
O halde Türkiye’nin bölgenin huzuru adına yaptığı operasyonların-su ve vize gerçeklerini siyasi, diplomatik, kamuoyu çalışmalarıyla sahaya doğru bir şekilde yansıtması gerekiyor…
Burada IKBY (Irak Kürt Bölgesel Yönetimi) ne de önemli bir paragraf ayırmak istiyorum çünkü Türkiye’nin bölgede uyumla hareket ettiği Barzani Yönetimi de Türkiye misali içte ve dışta “ayağındaki prangalardan kurtulmak” adına büyük bir mücadele veriyor…
Geçtiğimiz haftalarda Duhok’ta gerçekleşen ‘milad niteliğinde’ bir kongre ile KDP adeta güç tazeledi ve saflarını sıkılaştırdı…
Ve benim o kongreden çıkardığım özet şu oldu; ”Erbil Yönetimi bundan sonra yeni, kararlı, genç ve kadın etkisinin arttırıldığı, kurumsal, güçlü bir yol haritasıyla ilerleyecek…”
Aslında son birkaç yıldır yavaş yavaş bu yol haritasını uygulamaya başlayan Erbil Yönetimi için o zaman “Kurtuluş Mücadelesi” başlamıştı… Kurumsallığa önem veren bu yol haritası bölgenin alışık olmadığı bir şeydi bu sebepten ‘bir kesim’ bundan oldukça rahatsız olsa da zamanla istenen seviyeye ulaşmaya başladı bu kurumsallık azmi…
Fakat dedim ya bu iş hiç kolay değil çünkü içeriyle birlikte İran başta olmak üzere çoğu ülkenin eli ve etkisi var Erbil Yönetimi sınırlarında…. Güçlenen, kalkınan, kurumsal bir devlet işleyişini kazanmış, kararlı bir yapıyı istemeyen güçlerin tetiklemeye çalıştığı iç dengeleri çok iyi bilen Mesrur Barzani büyük ihtimalle bunlarla mücadele etmek için de bir strateji belirlemiştir…
Çünkü bölge Kürtleri başta ABD olmak üzere bölgede bulunan Avrupa ülkelerine yönelik tüm güvenlerini kaybettiler… Afganistan bu güvensizliği tetikleyen en son ve en acı örnek oldu… Evet Kürtler “taşıma su ile değirmenin dönmeyeceğini” çok iyi anlamakla birlikte onlarca yıldır sahnelenen tüm oyunlara perdeyi kapatmak istiyor artık…