Henüz bu yazı yazılırken teferruatlı bir resmî açıklama gelmemiş olsa da TSK'nın çok önemli bir sınır ötesi hava harekatını, Pençe-Kılıç'ı Cumartesi gecesi itibariyle gerçekleştirdiği anlaşılıyor.
Henüz bu yazı yazılırken teferruatlı bir resmî açıklama gelmemiş olsa da TSK’nın çok önemli bir sınır ötesi hava harekatını, Pençe-Kılıç’ı Cumartesi gecesi itibariyle gerçekleştirdiği anlaşılıyor. Harekat, yapılış biçimi ve zamanlaması açısından önemli mesajlar içeriyor. Herkesin ilk tahmin edeceği üzere bu hava harekatının başlangıcında, Milli Savunma Bakanlığı’nın sosyal medya hesabından verilen mesajdan da anlaşılacağı üzere geçtiğimiz hafta sonu gerçekleşen Taksim’deki terör saldırısına yönelik bir cezalandırma mesajı. Türkiye’nin ve TSK’nın cezalandırıcı, cezalandırma aracılığıyla caydırıcı kapasitelere sahip olduğu bilindiğinden bu tür bir operasyonun geleceği de düşünülüyordu. Keza Türkiye, nokta operasyonlar çerçevesinde Pençe operasyonlarını bir süreklilik içerisinde icra ediyor. Dolayısıyla Türkiye’nin kısa sürede gerekli hazırlıkları kotarabilmiş olması da kimseyi şaşırtmaz. Ancak operasyonun meşru müdafaa ve terörle mücadele kapsamında Türkiye’nin sınır ötesi varlık gösterdiği iki ülkede, Irak ve Suriye’de aynı anda kritik hedeflere yönelik koordine edilmesi hem TSK’nın hazırlık seviyesini hem de Ankara’nın siyasi kararlılığının netliğini göstermesi bakımından önemli.
Teröre yönelik cezalandırma
Bu son noktayı, basit deyip geçmeyelim. Sonuçta İstiklal caddesindeki terör eylemi, terör örgütünün aynı anda hem kafa karıştırmaya hem de mesaj vermeye çalıştığı bir eylemdi. Örgütün saldırı emrini Aynularap’tan vermesi, eylemci olarak Suriye uyruklu Arap bir kadının kullanılması, saldırganın aylar önce yasa dışı yollarla Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’ye girmesi, saldırının failleri ile ilgili bir bulanıklık yaratma isteği ve çabası yani saldırıya melez bir görüntü verme gayreti Türkiye siyasetinde son yıllarda görünürlük kazanan sınır güvenliği ve mülteciler meselesi üzerinden kafaların karışmasını amaçlıyor. Zaten DAEŞ’in yükselişi ve düşüşü ile PYD/YPG’nin ABD’nin bir aracı haline gelmesi yani PYD’ye verilen askeri destek arasındaki bağ Batı’da her daim kurulduğundan, bu kafa karışıklığına uygun bir zemin de her daim maalesef var. Şimdi terör örgütünün bu kafa karışıklığına mülteciler ve sınır güvenliği üzerinden (-ki bu iki unsur gerçek ya da değil, doğru ya da yanlış siyasileşmiş ve güvenlik meselesi haline gelmeye de ramak kalmış iki mesele yani zaten toplumsal zeminde belirli huzursuzlukları ve korkuları temsil ediyor) yeni ve yerel unsurları eklemek istediğini görüyoruz. İşte Pençe-Kılıç hava harekâtı ile Türkiye, kafasının karışmadığını, istihbaratı açıdan tüm sis bulutunun arkasından bu terör saldırısının asıl failini gördüğünü söylüyor.
Çatışmaları bölgeselleştirme tehdidi, blöf mü?
Elbette, PKK’nın bu saldırıyla tek amacı kafaları karıştırıp, siyaseti bulandırmak değil görünüyor. Daha önemli bir amaç, yeni bir insan kaynağı alanı bulduğunu ve Arapları da işin içine katarak cephe genişletebileceği göstermek. Zaten terör örgütü kadrolarından gelen özellikle Pençe-Kılıç’ın gelişi yolunda Türkiye-PKK çatışmasını bölgeselleştirecekleri mesajı, terör saldırısıyla verilen mesajın bir nevi uzantısı. Tabi bu mesaj, Suriye’de çok karışık durumun getirdiği bir gerçeklik mi yoksa bir blöf mü bunu da düşünmek gerek. Türkiye’nin uzun bir süredir Suriye’de bir kara operasyonuna hazırlandığı bir sır değil. Bu operasyon için her anlamda uygun iklimin oluşması bekleniyor ama bu süreyi Türkiye sadece hazırlık yapmakla geçirmiyor. Pençe operasyonları örgütün Irak ve Suriye’de insan kaynağını hedef alıyor. Operasyonların Irak ve Suriye’deki siyasi atmosfer ne olursa olsun devam ettiğini ve başarılı olduğunu görüyoruz. PKK/PYD’nin ABD ve bazı Batılı ülkelerden aldığı tüm askeri desteğe rağmen Irak ve Suriye yerelinde nerede durduğu, uzun süreli mücadele için gerekli insan kaynağına sahip olup olmadığı ise giderek daha çok sorgulanan bir husus. SDG/YPG- Şam ilişkileri açısından durumu karmaşıklaştıran pek çok unsur var. Türkiye’yi sahneden çıkarsak dahi ABD-Şam ilişkilerinin sorunsuz olduğunu kimse iddia edemez. Bu noktada PKK, Taksim terör saldırısı ile Suriye’yi ve PYD/YPG cephesini işin içine açıkça bulaştıran bir eylemle hayatta kaldığını, kalacağını göstermek istiyor, bunu yaparken de ABD’nin sürdürdüğü PKK ve PYD aynı örgüt değiller ki propagandasına zarar veriyor. Zaten bu nedenle de eylem sonrasında eylemi üstlenmek konusunda tedirgin bir tutum izledi PKK.
ABD, şu anda Ukrayna kıskacında Rusya’yı tutmak ve mümkünse Moskova’yı müttefiklerinden uzaklaştırmak derdi içerisinde. Ayrıca Orta Doğu denkleminde hala çözülememiş bir İran sorunu var. Biden geldi, döneminin bitmesine şunun şurasında sadece 2 sene kaldı ama İran ile nükleer anlaşma olmadı. Şu anda ortam Batı açısından nükleer anlaşmayı imzalamak adına protestolarla sarsılan Tahran rejimine taviz vermek için uygun değil, keza İran için masayı devirip Kuzey Kore statüsüne geçmek için de uygun bir atmosfer yok, ama bu çıkmaz Tahran’ın kenarda durarak kendisine karşı düşmanca adım atacak başka bir ABD yönetimini bekleyeceği anlamına gelmiyor. Dolayısıyla İran’ın etkisi milisler, iha’lar ve füzelerle arada bir görünür hale getiriliyor. Bu resim dahilinde ABD, öncelikle Türkiye’yi kaybetmek istemez, Türkiye hem Orta Doğu hem de Avrupa için Karadeniz-Akdeniz hattındaki dengeler için çok önemli. Şu bir gerçek ki Rusya ve İran ile durumlar karışıkken Washington dikkatinin dağılması demek olacak bir Türkiye-PKK/PYD çatışması hatta bunun bölgeselleşmesini asla istemez, ama Irak-Suriye hattında İran’ı (tabi Irak ve Türkiye’yi de) bugün ve bir gün rahatsız edebilmek açısından çok işe yarar görünen PKK/YPG’nin desteklenmesinden de vaz geçmek istemez, zaten vazgeçeceğine dair bir işaret de Washington’dan gelmiyor. Bu çerçevede ABD’nin PYD/YPG’nin varlığına yönelik belirli sınırlar aşılmadıkça çok büyük tepki göstermeyeceği sonucu da çıkabilir, ki TSK’nın Irak’taki operasyonları Washington’da öfke nöbetlerine neden olmamıştı.
Pençe Kılıç’ın mesajı
Bu resmi Ankara görmüyor değil, üstelik işin içine Suriye girdiğinde meselenin sadece ABD olmadığını, Rusya ile de tam aynı noktada buluşulmadığını biliyor. Son dönemim bir getirisi, Rusya’nın Suriye’deki operasyonel gücünün geleceğinin sorgulanması. Rusya Ukrayna’da zora düştükçe bu soru daha da sorulacak. Pençe Kılıç operasyonu ile Ankara bu resme karşı, kim kime destek verirse versin Türkiye düşmanca bir eylemle karşı karşıya kalırsa kısa sürede cezalandıracağı mesajını veriyor. Ancak verilen tek mesaj bu değil. Kandil, Asos, Harkuk, Aynalarap, Tel Rifat, Cizire ve Derik bölgelerine aynı anda gerçekleştirilen farklı derinliklerde nokta vuruşları ile hedeflerin imhası PKK/PYD insan kaynağı ve varlık alanı ile ilgili nasıl bir yol izlerse izlesin, örgüte geçit verilmeyeceği mesajını veriyor. Ben Türkiye’nin 2016 sonrası Suriye politikasının, görünümü değişse de, özünün değişmediğini düşünenlerdenim. Ankara üç hedefe aynı anda yatırım yapıyor: 1)-Türkiye’nin çevresinde -bu arada elbette Suriye’de Türkiye’ye dost, risk oluşturmayan güvenli bir alanın oluşturulması, yani belli derinlikte bölgenin Türkiye’ye hasmane unsurlardan ve PKK varlığından temizlenmesi 2)-Suriye muhalefetinin Türkiye’ye dost, risk oluşturmayan güvenli alanın normalleşmesi çerçevesinde Suriye siyasetinin parçası olması ve 3)-Astana sürecinin -operatif olmasa da siyasi bir platform olarak hayatta kalması. MSB’nin Basın Açıklamasında harekatta büyük oranda yerli ve milli mühimmattın kullanıldığı belirtilmiş, yani Ankara’nın siyasi stratejik otonomisinin, kendi güvenliğini tesis edici operasyonlarda icazet alma gibi bir derdinin olmadığının altı çizilmiş. Pençe-Kılıç Harekatının bir gece hedeflere yönelik başarıyla ve zayiatsız gerçekleşmesi günün sonunda Türkiye’nin Suriye’de planladığı kara operasyonuna bir ciddiyet kazandırmıştır. Dolayısıyla operasyon için uygun atmosferin beklenmesi ile bir yerlerden icazet almanın aynı şey olmadığı dosta, düşmana duyurulmuş oldu. Bu noktada Sayın Erdoğan’ın G20 dönüşü yaptığı açıklamalarda bir satır özellikle dikkat çekici, lütfen yukarıda zikrettiğim Türkiye’nin üç hedefini düşünerek okuyun: Ankara-Şam ilişkileri ile ilgili bir soruya, Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle cevap veriyor: “Siyasette ebedi olarak dargınlık, kırgınlık, küslük olmaz. Vakti zamanı geldiği anda oturur, değerlendirir, ona göre de bir yenilemeyi yapabilirsiniz…Hele hele Haziran seçimlerinden sonra bir sil baştan yapabiliriz.”