Bir süredir Asya gündemine bakamıyoruz, bölgemizdeki gelişmeler gündemimizi dolduruyor. ABD seçimlerine şunun şurasında altı ay gibi bir süre kalmışken Biden yönetimi pek çok bölgede durduğu pozisyonu (başarısız olsa da ve başar için arka kapıdan alternatifler aransa da) değiştirecek radikal bir karar vermeyecek görünüyor. Bu bağlamda zaten ABD için önemli olan Hint-Asya gündemi daha da önemli hale geliyor.
ABD adına, mini-lateralism (mini -çok taraflılık) da denilen dostluklar kümeleri oluşturup bunları Washington üzerinden irtibatlandırma stratejisi Asya-Pasifik’te hala işliyor görünüyor. Bu başarı yeni stratejinin cazibesinden çok görünürde Beijing’in gözlemlenir hale gelen donanma gücünden, görünmeyen tarafta ise Kuzey Kore’nin erişim kapasitesinden duyulan kaygıdan kaynaklanıyor. Ayrıca bu yeni stratejinin ABD’nin bölgede yıllarca uygulaya geldiği “hub-and-spoke” ittifak sisteminden çok bir farkı yok, hatta kümeleşmeler içerisinde hiyerarşi bile eskisine benziyor. Öncelik Japonya'ya ve sonra da Güney Kore'ye. ABD açısından Çin ile kapılar da kapanmadı (kapanabilir mi zaten bu çok tartışmalı) bu yüzden de Pasifik’te Çin ile rekabetin başarısız bir izolasyon stratejisine dönüşmeden ABD’nin ekonomisinin aleyhine olmayan bir hızda yönetilme ihtimali var. Biden ve çevresi bu politikayı demokrasilerin otokrasilere karşı savunulması çerçevesinde hikâyeye zaten oturtmuş durumda. Dolayısıyla seçimler öncesi ABD’nin Çin’i sınırlandırmakla ilgili gündemi iç ve dış kamuoyuna satılabilir kıvamda. Biden yönetimi bu kıvamı devam ettirme konusunda Beijing’in doğru yerde duracağını garanti altına almak istiyorlar. Bu çerçevede Blinken iki gün önce Şi ile Çin’de bir araya geldi.
Yeni kriz alanı: Filipinler
ABD- Çin ilişkilerinde Biden ve Şi geçtiğimiz yıl bir araya gelip karşılıklı güven artırıcı tedbirlere olur verdiklerinden beri iki ülkenin yönetici eliti ara ara bir araya gelip, birbirlerinden beklentilerini aktarıyorlar. Hatta kimi zaman Pasifik’in kıyıdaş ülkeler için bir ortak yönetişim alanı olduğunu hatırlatan (tabi bağlayıcı olmayan) metinler yayınlanıyor. Buna rağmen iki ülke arasındaki atmosferi gergin olarak nitelendirmek pek ala mümkün. Tayvan seçimlerinden önce gerginliğin temel nedeni Tayvan’da yaşanabilecek olası kriz senaryolarıydı. Çin, ABD’nin Tayvan’a yönelik stratejik belirsizlik (Tayvan’a yönelik sağlayacağı caydırıcılığın nasıl olacağını açıklamama) politikası ve Tek Çin politikasında bir değişikliğe gitmesini önlemeye, ABD ise Tayvan’da bağımsızlık yanlısı hükümetin seçim zaferine karşılık Çin’in bir siyasi kriz çıkarmasını önlemeye çalışıyordu. Sonuçta Tayvan seçimleri kazasız-belasız atlatıldı. Seçimlerde halk, başkanlık ve parlamento arasında bir denge kurduğundan Çin, bağımsızlık yanlılarının zaferine temkinli yaklaşmayı, havayı alevlendirmemeyi tercih etti. Krizin atlatılması Çin-Tayvan-ABD üçgenindeki güvenlik risklerini elbette ortadan kaldırmadı ama tarafların el yükseltmesine, caydırıcılıkların karşılıklı test edilmesine zemin hazırlayabilecek bir acil kriz ortamı oluşmadı. Fakat, Asya-Pasifik elbette krizsiz bir gün, Çin-ABD rekabetinin hatırlanmadığı bir gün dahi geçirmiyor. Yeni kriz noktamız, bir süredir Filipinler. ABD’nin Filipin-Çin gerginliğine Filipinler’i koruyan taraf olarak karışması ve Filipinler lehine caydırıcılık sergilemesi geçtiğimiz ayların çok sıcak ve önemli haberiydi. ABD ve Oğul Markos (Markos Jr) arasında yakınlaşma yeni değil, 2022’de Marcos iktidara geldi, Çin’i ziyaret etti ve ziyaretten eli boş döndü. O gün bugündür Manila’nın kalbi Washington diye atıyor. Kimilerine göre Markos kendisi ile hala neredeyse ölümüne kapışan Duterte siyasi hanedanını Washington ile geliştirilen sıkı bağlar ile dengeliyor. Filipinler’in ABD ile yakınlaşmadan kazançları da mutlaka olacak. Donanma kabiliyetleri ve ABD caydırıcılığı ilk akla gelenler. Japonya’dan teknoloji ve insan kaynağı transferi Nisan 2024 itibari ile konuşulan senaryo. Hatırlanacaktır, geçtiğimiz haftalarda Kishida’nın ABD ziyaretinde ABD-Filipinler ve Japonya üçlü iş birliği toplantısı gerçekleşti. Bu toplantı, açıklanan üçlü bildiri ve ABD’nin Filipinler savunmasına verdiği açık caydırıcılık desteği son derece önemli.
ABD, Manila’ya ne verdi?
Filipinler-Çin gerginliği temelde Güney Çin Denizi yetki alanları paylaşım mevzularından kaynaklanıyor. Çin’in militer ve para-militer deniz unsurlarının Filipinli balıkçı ve sahil koruma unsurlarına karşı düşmanca davrandığı Filipinler’in iddiası. Çin bu iddiaları ABD’nin köpürttüğü bir karalama kampanyası olarak görüyor. ABD’nin Güney Çin Denizi meselesine “müttefikleri” üzerinden bu kadar taraf olması belki daha yeni bir mevzu ama Filipin-Çin gerginliği, Çin’in saldırgan manevraları sonucu batan balıkçı tekneleri, boğulan zavallı balıkçıların hikayeleri yeni değil ve Filipinler Çin’le daha ılımlı ilişki kurdukları dönemde de Güney Çin Denizi ile ilgili egemenlik iddialarını asla terk etmemişti. Beijing-Manila arasındaki konu egemenlik konusu kısaca ve her iki aktör de -aralarındaki bariz güç farkına rağmen- egemenlik meselesinde bir adım geri atmıyor. ABD-Japonya-Filipinler üçlü zirvesine güzel bir sebep yaratan son kriz İkinci Thomas Shoal Resifi üzerinden patlak verdi. Resif üzerinde iki ülkenin hak iddiası var. Filipinler’in iddiası ayrıca II. Dünya Savaşı’ndan kalma bir geminin korunmasını da içeriyor, bu amaçla Resif üzerinde mini minnacık bir Filipin varlığı var. Çin, çoktan parça parça olması gereken gemiyi Manila’nın gizlice tekrar inşa ettiğini, bunun için de Resif’e malzeme getirdiğini iddia ediyor. Malzeme taşıyan botlara- Filipinli yetkililer de yiyecek vb götürdüklerini iddia ediyorlar- eşlik eden Filipinler sahil güvenlik unsurları ile Çin sahil güvenlik unsurları arasında sürtüşme çıkıyor. Çinliler kuvvet kullanma sınırında eylemlerde bulunuyorlar. Bu son hadise üzerine Manila’da tartışma başlıyor. Filipinler ve ABD arasında imzalanan genişletilmiş savunma anlaşması sahil güvenliğe yönelik saldırıları kapsar mı diye. İşte ABD-Filipinler-Japonya ortak zirvesinde Biden açıklıyor ki sahil güvenlik dahil Filipinler’in herhangi bir unsuruna yönelik Güney Çin Denizinin herhangi bir yerinde gerçekleşecek saldırı eylemine karşı ABD, Manila’yı koruyacaktır.
Böylece, Washington Filipinler’e güçlendirilmiş bir caydırıcılık sunuyor, bunu sunarken de Manila’nın gündemini (Güney Çin Denizi’ni) odağa alıyor. Bu konunun Beijing’in sinirlerini zıplatacak bir mesele olduğunu biliyoruz. Ayrıca ABD’nin AUKUS gibi, QUAD gibi mini-çok taraflılıklar oluştururken ön plana çıkardığı hususun inter-operability (bir arada çalışabilecek kuvvetlerin inşası) olduğunu da biliyoruz. Washington, savunma ve caydırıcılık gibi kendisi adına bağlayıcı hususları zikretmekten çok müttefiklerin askeri-sivil yeteneklerini geliştirmek üzerinde durmuştur. Nisan ortası gerçekleşen üçlü toplantıda ve Filipinler krizinde bu sınırın çok ötesine geçildi. Neden, sorusu soruluyor. Neden, üstelik ABD Çin ile de kapılar kapanmasın diye gayret sarf ederken.
Japonya faktörü
İlk iki nedeni aslında çoktan zikrettik: İlk nede şu: Biden, Orta Doğu’da İran konusunda kararsız o nedenle ileriye ve geriye adım atamıyor. Gazze savaşının ABD kamuoyunu -üniversiteleri vb- etkilemeye başladığını görüyoruz. Ukrayna savaşı doğrudan ABD’nin savaşı değil, Rusya’yı sınırlamakta da kısmen etkili ama ABD’nin parasının ve mesaisinin harcandığı bir savaş. İki çatışma bölgesinde de liberal zafer diye çığlık atabileceğimiz bir tablo yok ortada. Yani Biden yönetiminin, Hint-Asya alanını bir zafere dönüştürme ihtiyacı var. İkinci neden: Çin’in askeri kapasitesindeki gelişme, donanma, gemi yapımı, denizaltı yapımı konusundaki ilerleme ABD açısından ürkütücü. Bu kapasitenin görünür olduğu deniz yetki alanları paylaşımı meselesi, seyrüsefer serbestliği meselesi tüm kıyıdaş ülkeleri konsolide edebileceği bir mesele ABD’nin. Bu noktada teknoloji ve insan kaynağı transferi sadece ABD ve ilgili ülke arasındaki iş birliğini kapsamıyor üstelik. ABD son yıllarda ABD-Japonya-Güney Kore arasında üçlü bir kümelenme yaratmaya çalışıyor. Aslında bu küme Obama’nın da hayaliydi. Bugün bu kümelenmenin temellerinden biri ABD’nin bu iki ülke ile ortak liman, gemi, denizaltı inşası hayalleri kurması. Böylece ABD, Çin ile arasında (hayali ya da gerçek) var olan yetenek farkını kısa sürede üstelik kendi ekonomisi açısından rakipleri de içine alarak aşmak istiyor. Dolayısıyla, ABD ile yakınlaşma Japonya ve Güney Kore ile de yakınlaşma demek. Daha önce bu tür adımların önünde iki büyük engel vardı: ilki Japon pasifizmi, ikincisi Japon militarizminin ve sömürgeciliğinin bölgede kötü hatıraları. Bu iki engel hala aşılmış değil, bu yüzden de ABD-Japonya-üçüncü ülkeler bağı (örneğin ABD üslerine Japonya Ulusal Savunma Kuvvetlerinden unsurların konuşlanma olasılığı) çok temkinli zikrediliyor, neredeyse zikredilmiyor. Nitekim Kishida, ABD Kongresi’nde ortak oturumda konuşurken Amerikalı politikacıların alkış ve sevinç nidalarıyla karşılaştığında şaşırdı ve yutkunarak, ülkesinde kendi parlamentosunda bu kadar sıcak karşılanmadığını itiraf etti.
Üçüncü sebep, ABD’nin Filipinler’e verdiği önem ile ilgili. Filipinler’deki üsler (eski ve yeni ABD askeri üsleri) Tayvan’ın olası savunması için son derece kritik bir konumda bulunuyor. ABD ile savunma anlaşması çerçevesinde Manila, Cagayan ve Isabella adalarında bazı değerli tesisleri Pentagon’un kullanımına vermişti. Geçen günlerde Çin’i ziyarete giden eski başkan Dutarte Filipinlerin, ABD vekiline dönüşmesi ve Çin karşıtlığı, Ukrayna yanlılığı gibi unsurların Asya-Pasifikte yükselmesini bir tür bela olarak nitelendirdi. Bu tür bir vekalet stratejisi başımıza felaket getirebilir diye yakındı. Japon iç politikasında da yüksek sesle olmamakla birlikte aynı sorular soruluyor. Kimilerine göre Kishida’nın gözü kapalı Çin karşıtı ve Rusya karşıtı stratejiyi aynı anda izlemesi çılgınlık. Kimilerine göreyse bu çılgınlık yapılıyorsa bari Ukrayna’ya çuval dolusu para gönderileceğine savunmaya daha fazla para harcansın.
Blinken-Şi görüşmesi: Belirsizlik sürüyor
Bu hay-huy arasında Blinken-Şi görüşmesinin gündeminin kamuoyuna yansıyan kadarı son derece dar ölçekliydi. Blinken, Çin’in Rusya’ya çift amaçlı kullanılabilecek teknoloji (hem sivil hem askeri olarak kullanılabilecek motor teknolojisi gibi) unsurların transferini sınırlandırmasını istiyor. Rus savaş makinasının işlemesinin suçlusu olarak ABD, Çin'i göstererek ve alttan alta Çin'i yaptırımla tehdit ederek Beiing'e uçtu. Trump gelebilir korkusunun hissedildiği belirsizlikte ABD, ne kopartabilirse onu zorlayacakmış gibi bir üslup kullanıyordu Blinken’in uçağı Çin’e giderken. Şi, Blinken’i karşıladığında ABD-Çin ilişkilerinin iyi gidişi için tek bir şart öne sürdü: ABD’nin Çin’in gelişmesinden rahatsız olmaması. Aynı saatlerde Rus ve Çin savunma bakanları Şangay Örgütünün ilgili toplantısında Rus-Çin iş birliğinin derinliğinden dem vurdular. Blinken, Çin’den ayrılırken yaptırım konusunda kendisine sorulan sorulara cevap vermedi. ABD’nin Pasifik’teki hatları “bir zafer görüntüsü” için zorlamaya niyeti ve gücü var mı sorusunun cevabı da böylece belirsiz kaldı.