Daha 15 Temmuz'a gelmeden, nereden çıktı diyemeden, neydi-nasıldı-nedendi anlamadan meğer daha çocuk yaşlarda tanışmışız adını sonradan öğrendiğimiz o kahrolası gecenin mimarları ile!
Daha 15 Temmuz’a gelmeden, nereden çıktı diyemeden, neydi-nasıldı-nedendi anlamadan meğer daha çocuk yaşlarda tanışmışız adını sonradan öğrendiğimiz o kahrolası gecenin mimarları ile!
Belli dönemlerde hafta sonları bizim oralarda iğne atanız yere düşmezdi lüks araçlardan...
Biz; ağzımız, burnumuz, üstümüz, başımız toz-toprak-salya-sümük-ter içinde sokakta top kovalarken onlarda vızır vızır geçerdi yanıbaşımızdaki toprak yoldan ve az ötemizdeki büyük caddeden... O kadar çoktular ki! O kadar çok aceleleri vardı ki! O kadar çok havalı ve gösterişliydiler ki! O kadar çok birbirine benziyorlardı ki! O kadar çok küçümseyici ve dışlayıcılardı ki! Ve o kadar çok zalimlerdi ki! Hemen yanımızdaki toprak yoldan tozu dumana katıp geçerken oyun oynayan çocuklara dikkat etmezlerdi bile ve hatta bazen yola kaçan topların üzerine basıp geçerlerdi; TIPKI 15 TEMMUZ GECESİ GİBİ!
Yıllar birbirini kovalarken bu manzaralar eşliğinde biz büyüdük gençlik çağımıza geldik, onlar da iyice güçlendi ve İzmir’den çıkıp tüm şehirlere yönelik ana kadrolarıyla tüm ülkeye yayıldı... Sonra kapı kapı dolaşıp eli yüzü düzgün konuşmayı bilen genç kızlara ve erkeklere musallat oldular... Çünkü çekirdek kadronun, evleri dolaşıp mahalle yapılarını oturtması ve aileler aracılığıyla çocukları himaye altına alabilmesi için yine o mahallelerden “abilere ve ablalara” ihtiyacı vardı... Topladılar ve toplandılar hemde istemedikleri kadar çok!
Evet sunulan sınırsız imkanlarla abiler ve ablalar görevlerinde başarılı olurken bir yandan da kendilerine biçilen “sadece kendi içinizdekiler ile evlenebilirsiniz” kuralı ile daha da olayın girdabına kapılıp ayrılmaz bir hâl aldılar... Evlendiler çünkü “biyad edene muhteşem ödüllü hayatlar” vardı o kalıpların içinde... Gel zaman git zaman her şey çığırından çıktı, maskeler bir bir düşmeye başladı, pes etmeden onlara direnenlerin sabrı taştı, kurdukları girdap düzenine isyan sesleri yükselmeye başladı çünkü her noktaya hakim olmaya onlara biyad etmeyenlere ölümcül tuzaklar kurmaya başladılar! İşte o an komple ülkenin sabrı taştı! Fakat yine durmadılar çünkü kontrolden çıkmış kibir-güç-ego triasında korkunç bir öfke biriktirmişlerdi önlerine çıkan herkese!
Köklü bağlarla güçlü devlet yapısını yüzlerce yıl koruyan Türkiye’nin içindeki azılı kemirgen kurtlara dönüştüler... İçlerinde öyle bir kin ve büyük bir nefret vardı ki soy aldıkları topraklara, geçmişlerine, geleceklerine ihanet etmek için hiçbir konuda tereddüt etmediler...
İçteki ve dıştaki tüm “Türkiye düşmanları” ile kolkola girdiler! Hayatları karartmak için yalandan, tuzaktan, iftiradan, itibar suikastinden hiç ama hiç geri durmadılar! Ve maalesef her şeyi “sözde dindarlık” kılıfına sığdırmaya çalıştılar!
Halbuki “insanı sev ve yaşat,bireyi ilgilendiren hataları görsen de üstünü ört, onar, düzelt, ayıpları kınama ve duyurma” diyen İslamiyet’in muhteşem felsefesi bunların ki değildi... Sorunlar, yalanlar, tuzaklar eşliğinde yıllar birbirini kovaladı... Ve bir akşam elimde telefon görüşmesi yaparken bir yandan da televizyon izliyordum yine İzmir’de... Ne tuhaf bir tesadüftü! Çocukluğumun onlara dair tüm yansıması film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu köprüyü kapatan tankları ekrandan anlamsızca izlerken! Çocukluğum ve gençliğim onların İzmir üzerinden güç ve şekil bulmasını tepkiyle karşılarken geçmişti ve onlarca yıl sonra yine İzmir’deydim bu kez onların vatanına çevirdiği tankları ekrandan izliyordum...
Evet bir acı FETÖ kabusu yaşamıştık onlarca yıl ve kabus kötü cadının süpürgesiyle duvara toslamasıyla son bulmuştu! Kabus bitmemişti ve gökten üç elma düşmemişti tepemize tam aksine okkalı tokatlar yiyorduk uyandığımız her yeni günle birlikte...
15 Temmuz sonrası Fetö’ye ve kurdukları tuzaklara dair çözülen her şifre ile “vay be bunu da onlar yapmış demek” demelere doyamadık ülke olarak...Bilmiyor muyduk?Biliyorduk elbette!Bildiğimiz için de ta çocuk yaşlarımızda bile o şatafatlı görüntülerine imrenerek değil suratımızı buruşturarak bakıp her daim uzak durduk...Onları her seferinde elimizin tersiyle itişlerimiz bizim de işlerimizi hep ters götürdü,hep kapı dışında kaldık,hep öteki olduk onlar İçin fakat biz o hallerimizle mutluyduk çünkü “adaletli ve vicdanlıydık...”
Evet ne dolaplar çevirdiklerini az çok görüyor,duyuyor,tahmin ediyorduk fakat bu kadar profesyonel organize suç örgütü gibi çalıştıklarını tahmin edemiyorduk!Neler yapmışlar bu ülkeye ve insanlarına da ağlayanımız olmamış...
Ve bu kadim toprakların verilmiş ne çok sadakası, aldığı ne çok duası, toprak altında yatan ne çok kahramanı varmış ki; FETÖ illetinden hem ucuz kurtulmuşuz hem de onlarca yılın travmalarını kısa zamanda toparlamaya çalışmışız...
Yeter mi? Yetmez! Çünkü böylesi bir “derin darbenin” sarsıntısı kolay kolay dinmez!
En küçük boşluktan faydalanıp yeniden boy verir, zehirler, yayılır, sarıp sarmalar tüm ülkeyi kanser hücreleri misali!
Keşke olmasaydı diyoruz hemde milyonlarca kez fakat bununla birlikte adı ve misyonu her ne olursa olsun hiçbir grubun veya oluşumun devletin içinde kendine yer edinme çalışmalarını asla ve asla izin verilmemeli...
Devlet baba şefkatiyle her vatandaşına aynı değeri vermeli...