Dünyanın farklı ülkelerinden ses veren pek çok insan, Nobel Edebiyat Ödülü'nün Handke'den geri alınmasını sağlayabilecek mi, onu da zaman gösterecek…
Alfred Nobel, 1864 yılında dinamiti bulduğunda, buluşunun insana nasıl bir dönüşü olduğunu görerek, acı içerisinde ölmüştü…
Ölürken de, vasiyetinde, kurduğu derneğin insan yararına prestijli bir ödül vermesini söylüyordu.
Ve 1901 yılında ilk ödüller verilmeye başlandığında, isimler tartışma konusu olmamıştı.
Martin Luther King, Yaser Arafat, Nelson Mandela, ödülü alan isimler arasında.
Ve 2006’da, bir Türk edebiyatçı, Orhan Pamuk ödüle layık görülen bir diğer önemli isim.
Bu önemli isimlerden hiçbiri bugüne kadar ödülü aldıkları için sorun oluşturmadı…
Hiçbirine -marjinal eleştiriler hariç- “hak etmedi” denilmedi…
Ancak geçtiğimiz günlerde, ödülün, dünyanın gözü önünde yaşanan Bosna’daki Müslüman-Türk katliamına soykırım demeyen ve katliamdan sorumlu tutularak Birleşmiş Milletler mahkemesinde soykırım, savaş ve insanlık suçlarından yargılanan Miloseviç’i destekleyen bir isme verilmesi, haklı tartışmaları da beraberinde getirdi.
Avusturyalı yazar Peter Handke…
2. Dünya savaşı sonrasında “deneysel edebiyatın” önemli isimlerinden sayılıyor.
Kitaplarındaki “kelimeyle oynama” hüneri, onu edebiyat camiasında özellikli bir yere taşımıştı.
Kapar ve Solak Kadın kitapları dünya çok satanlar listelerine girdi.
Edebi yaklaşım ve dil konusundaki becerisi pek çok eleştirmen tarafından değerli bulunuyor…
Yani yazım dünyası için iyi bir yazar statüsünde… İşin bu tarafı tamam.
Tamam olmasına tamam da;
Başa dönecek olursak, dinamiti bulan Alfred Nobel’in
insanlığa karşı pişmanlığı sonrasında,
insani özür anlamı taşıyan vasiyetiyle verilmeye başlanan bu ödül,
nasıl oluyor da soykırım makinesini Miloseviç’i destekleyen Peter Handke’ye veriliyor?
Soru bu…
İşte bu soruyu sorup,
Dünyanın farklı ülkelerinden ses veren pek çok insan, Nobel Edebiyat Ödülü'nün Handke'den geri alınmasını sağlayabilecek mi, onu da zaman gösterecek…
***
DOĞU’DAN DÜNYAYA YAYILAN BARIŞ RÜZGARI
“Beri gel, daha beri; Bu hır gür, bu savaş nereye kadar? Sen bensin, ben senim işte…”
Diyor ya Mevlana,
“Allah'ın ışığıyız, Allah'ın sırçası. Kendi kendimizle bunca savaşımız, bunca inatlaşmamız da ne? Aydınlık, aydınlıktan ne diye kaçar böyle?”
Diyor ya,
“Biz, hepimiz aynı mayadanız; aklımız da bir, başımız da; fakat şu beli bükülmüş göğün altında iki görür olup kalmışız…”
Demiş de,
“Haydi, şu benlikten geç, herkesle karış, kaynaş. Kendinde kaldıkça bir habbesin, bir zerresin ancak; fakat herkesle birleştin, kaynaştın mı ummansın, mâdensin...”
Sözünde,
Kime, neyi işaret etmiş…
"Ayırmak değil bizim işimiz, birleştirmektir."
Derken,
“Gel de birbirimizin kadrini bilelim; çünkü ansızın ayrılacağız birbirimizden.
Mâdem ki inanan, inanç sahibinin aynasıdır; mâdem ki bu böyle; ne diye aynadan yüz çeviriyoruz?
Ulular, dosta can fedâ ederler; köpekliği bırak; biz de insanız.
Kul hüvallah'ları, Kul eûzü'leri ne diye birbirimize okuyup üflemeyiz?
Garezler dostluğu karartır; ne diye gönülden söküp atmayız; sürüp çıkarmayız garezleri?
Bâzı bâzı, ben öleceğim diye gönlüm hoşlanıyor. Ne diye ölüye taparız; neden birbirimizin canına düşman kesiliriz ki… ”
Sözüyle,
Hangi dünyanın acizliğine dem vurmuş…
Mevlana İnsanı ağaca benzetir, ağacın köküne,
kökün iyileşmesine sağlamlaştırılmasına çalışmak gerektiğini söyler,
Bozuk ahdin çürümüş kürke benzediğini salık verir…
kürkü çürüyen ağacın meyvesizliğine vurgu yapar.
Der ki, sevgide çekilen cefada binlerce vefa vardır.
“Şeytan gibi hasetli değilsen kavga kapısını bırak da vefa kapısına gel”
Küresel barışı, adaleti, uzlaşıyı yüzyıllar öncesinden söyler insanlığa.
Mevlana Celaleddin-i Rumi…
746. vuslat yıl dönümünde törenlerle anılıyor.
Yine, Doğu’dan dünyaya yayılan bir barış rüzgarı oluyor…
*******************************************************
TARİHE NOT DÜŞMÜŞ BİR İSİMLE ANILMAK…
Dimitri Kantemiroğlu, tarihçi ve bürokrat olmasının yanısıra Türk Müziği mirasına bıraktığı edvar yani müziği kuram ve repertuvar ile anlatan bir yazmayla bilinir.
Hem tarihçiler, hem de müzikologlar Kantemiroğlu yazınlarını satır satır incelemişlerdir. Bu anlamda dünya çapında tanınır..
Babasının Osmanlı tarafından Boğdan Beyliği’ne atanması üzerine İstanbul’a geldiğinde Osmanlı eğitim sisteminde tahsiline devam eder.
Bir yandan Rum Ortodoks patrikliğinde eğitim görürken diğer yandan Osmanlı eğitim sisteminde de eğitim alır.
Enstrüman çalmaya başlar, Türk müziğinde üslup tavır teorik ve repertuvarına hakim olur.
Renkli ve icatçı kişiliği, bulduğu nota yazısı, müziğe ve tarihe düşkünlüğünü dönemin neo-aristocu bakışıyla okumaya çalışması…
Öyle ki, “kültürel kimliğe nasıl sahip olunur” sorusunun yanıtı Kantemir’in yaşamında gizlidir.
Çalıştığı her konu hakkında sayfalarca yorum yazılabilir…
Diğer yandan Osmanlı ülkesinde tarihçiler tarafından eleştirilen tavır ve yazınları da vardır.
Kısaca; Dimitrie Cantemir namı-ı diğer Kantemiroğlu, yazınları ve düşünceleri ile bugün de kabul gören bir alim…
Onu yaşatan kurumlardan bir tanesi de Dimitrie Cantemir Kültür Merkezi İstanbul.
Kantemiroğlu’nun eserlerini inceleyen, yaşatan ya da derinleştiren isimlere değer vermelerinin yanısıra Romanya ve Türkiye arasındaki kültürel bağların güçlenmesini, sürdürülmesini ve yeniden üretilmesini önemseyen bir çok çalışmayı yürütüyorlar.
Bu yıl bir başlangıca imza attılar
İlk olarak Dimitrie Cantemir ödülleri verildi…
O şerefe bendeniz de nail oldum.
Bu sene üç kişiye verilen ödüle benimle birlikte,
Romen-Türk tarihi ilişkileri araştırmalarındaki katkılarından dolayı İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdür Yardımcısı Mümin Yıldıztaş, ve Çağdaş Romen edebiyatının Türkiye'de tanıtılması ile ilgili katkıları üzerine Kalem Edebiyat ajansının yöneticisi Nermin Mollaoğlu’nu layık görüldü.
Başım üstüne.
Teşekkür ediyorum…Tarihe not düşmüş bir isimle birlikte anılmak her insan için gurur vericidir…
**********************************************
GÜNÜN SÖZÜ
İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen,
Bu nice okumaktır?
Yunus EMRE