Son zamanlarda tutan filmlerden büyük kısmının önemli bir ortak noktası var. Gerçek hayattan alınan hikayeler ya da gerçek hayattan ilham almışlar.
Sahicilik arayışının bir yansıması olarak görülebilir. Neticede nişasta bazlı şekerin kotası da yüzde 5’ten 2,5’a indirildi değil mi? Organik olanları tüketiyor, organik olana ulaşmaya çalışıyoruz.
Nişasta bazlı şekerler nerede kullanılıyor? Tabii ki sağlıksız gıdalarda: Ketçap, mayonez, dondurma, çorba… Şeker bunlarda ne işe yarar demeyin. Yediriyorlar işte. Hızla üretilen mamuller bünyemize iyi gelmiyor. Midemize dokunuyor. Demlensin istiyoruz tüm tükettiklerimiz, üretimin bir kısmına dokunalım istiyoruz. Diğer yandan olan biteni bir film gibi algılamaya da devam ediyoruz.
Maduro, nişasta bazlı gerçeklere göre kurban edilmesi gereken bir diktatör olarak tanımlanıyor. Ortadan kaldırılması gerekiyor çünkü Venezuela’nın dünya sistemine sağlayacağı katkı ancak petrollerini kayıtsız şartsız teslim etmesi olabilir. Başka bir rol? Zor. Türkiye için de benzer bir kıyafet biçilmişti. Bundan on sene önce Tayyip Erdoğan One Minute dedi ve perdeyi yıktı. Sonra cesaret bulaşıcı hale geldi ve Arap dünyasının uyanışı başladı. Batı güdümündeki diktatörlükler el değiştirmeye hazırlanırken halkın istekleri çalındı ve geçici süre hüküm sürebilecek despotlara teslim edildi ülkelerin kaderleri.
Arap despotları için sıraya giren Batılı devletlerin Venezuela’dan hoşlanmamaları garip geliyor değil mi? Venezuela başka bir dil konuşmaya niyetlendi, Türkiye gibi. Kendi sesinin kendi dilinden konuşanlarla boğmaya kalktılar. Tıpkı Türkiye’de ve Arap ülkelerinde olduğu gibi. Dipsiz kuyulara atıp üstünü örtmeye kalktılar tıpkı Kaşıkçı cinayetinde olduğu gibi.
Zaman nişasta bazlı şekerin aleyhine işliyor. Her geçen gün insanlar tıpkı o nişasta bazlı şekerlerin üreticileri gibi sağlıklı beslenmek istiyor. Tıpkı kendilerine silah satan barış şampiyonları gibi barış içinde yaşamak istiyorlar.
Oynatılan filmlerin gerçek hayattan alınmasını değil kendi hikayelerinin kahramanları olmak istiyorlar. Sonu ne olursa olsun, kendi hayatlarının öznesi olmak istiyorlar. Figüran kalmak değil. Sahici bir hayat sürmek ve bu dünyada gerçek bir iz bırakmak istiyorlar. İşin güzel tarafı bunu yapabileceklerinin de farkındalar.
Zamanın ruhu hiçbir zaman olmadığı kadar haklılardan yana, mazlumlardan yana. Dünyanın tüm adaletsizlikleri geri dönülemez bir çaresizlik içindeler. Üretilebilen tüm silahlarını ateşliyorlar. İnsan hakları, kitle imha silahları, demokrasi, uluslararası sistem… Birbiri ardına ateş ediyorlar. Ama hakikati öldürmeye güçleri yetmiyor. Yapabildikleri tek şey güneşi balçıkla sıvamaya çalışmak.
Dünya beşten büyük ve yaşadığımız her şey gerçek hayatımızı oluşturuyor. Hokkabazların tüm numaraları bitti ve sahne gerçeklere ait. Nişasta kotası azalıyor, gerçek şekere duyulan ihtiyaç artıyor. Sonra?
Sonra küreselciler yapabilecekleri son hamleyi yapıp dünyayı ateşe vermeye niyetleniyor. Dünya tıpkı nişasta bazlı şekerde olduğu gibi nişasta bazlı gerçeklerde de şunu söylemeye hazırlanıyor: Bu filmi yemezler, uzayın başka kapıya.