Pazartesi günü yazamadım. YÖK'ün verdiği bir vazifeyle Doçentlik jürisi için Diyarbakır'a, Dicle Üniversitesi'ne gittim. Bu vesileyle başta Dicle Üniversitesi İİBF Dekanı olmak üzere bütün Hocalarımıza teşekkür ederim.
Bizleri çok hoş bir şekilde ağırladılar. Bu vesileyle iki konu da dosyamda birikmeye başladı. Bunlardan ilki Anadolu’daki üniversitelerimizin durumudur. 21’inci asırda söz sahibi bir ülke olmak istiyorsak yüksek öğretimimizi yeniden planlamamız gerekir. İkinci konu ise kent iktisadıdır. Yerel seçimlerin yaklaştığı bu konjonktürde iktisadın bu boyutunu illerden spesifik örneklerle ele almak isterim.
Bugün geçen hafta kaldığımız yerden devam edeceğim. Psikoloji bilimindeki en önemli isimlerden Alfred Adler’in kuramına temel teşkil eden aşağılık kompleksi ve buna bağlı olarak oluşan üstünlük kompleksini açıklamıştım. Tabiî ki, bu, bireysel bir ruh rahatsızlığına karşılık gelmekteydi. Ancak, insan toplumlarında iletişimin hayati ve olumsuz işlevlerinden biri de, bireysel duyguların kitleselleşmesidir. Acaba kitlesel ve grubun ortaklaşa paylaştığı aşağılık kompleksleri ile üstünlük kompleksleri toplumsal ve siyasi alanda nasıl tezahür eder? Bu soruyu cevaplamaya çalışacağım.
Aşağılık kompleksi, psikologlara göre, aşağılık duygularının birey içinde başarısızlık veya cesaretin kırılması üzerinden yoğunlaşması ile ortaya çıkar. Aşağılık kompleksi geliştirme riski altındaki bireyler şu özellikleri gösterir: Düşük özgüvene sahip olmak, düşük toplumsal ve/veya iktisadi statüye veya psikolojik depresyon semptomlarını içeren bir kişisel geçmişe sahip olmak. Ebeveynleri tarafından sürekli eleştirilen veya ebeveynlerin beklentilerini karşılayamadığını düşünen çocuklarda da aşağılık kompleksi gelişebilir.
Klasik Adleryen psikolojiye göre birincil aşağılık kompleksi çocuklarda gelişendir. Bu tip kompleks çoğu zaman geçicidir ve birey olgunlaştıkça aşılır. İkincil kompleks ise yetişkinlerde görülür ve bu çoğu zaman patalojik mahiyet içerir. İkincil aşağılık kompleksi, gerçekçi olmayan veya ulaşılamayacak hedefleri başarmak içinde olan bireylerin, muhtemel başarısızlık durumunda kendini yetersiz hissetmesinden kaynaklanır. Adler’e göre herkes aşağılık duyusuna sahip olabilir. Bu sağlıksız değildir. Aksine, bireyi hırslandırarak başarılı olmaya teşvik eder. Sağlıksız olan, yoğunlaşmış yetersizlik duygusunun bireyi ezmesi ve güncel hayatta kişisel gelişimini destekleyecek faydalı eylemleri teşvik etmesi bir yana dursun, bireyi baskı altına alıp kişisel gelişimini engelleyecek bir durum arz etmesidir. İşte burada aşağılık kompleksi başlar. Adler’e göre, bu tür bireyler, içine kapanık, toplumla entegre olamamış asosyal tiplerdir. Çok nadir durumlarda aşağılık kompleksinin arkasında üstünlük kompleksi varken, hemen hemen bütün üstünlük komplekslerinin arka planında bir aşağılık kompleksi yatar.
Üstünlük kompleksi, aşağılık kompleksi içindeki kişilerin kendi zorluklarından kaçabilmek için geliştirdiği birden fazla yoldan biridir. Bu kişiler üstün olmadıkları halde kendilerini üstün kabul ederler ve bu yanlış varsayım kişinin tahammül edemediği kendi yetersizliklerini telafi eder. Sağlıklı bir birey ise, bırakın üstünlük kompleksini üstünlük duygusuna bile sahip değildir. Onun üstünlükle kastı, hepimizin sahip olduğu başarılı olma arzusudur. Bu arzusunu elde etmek için yapacağı eylemler, onu, kendisinin diğer insanlardan üstün olduğu gibi yanlış değerlendirmelere sevk etmez ki, bu da ruh hastalığının temelini teşkil eder.
Adler’e göre, kendisine çizdiği hedeflere ulaşma yolunda çalışan her insan için, bu eylem üstün olma çabasıdır, (ing. striving for superiority). Ancak bu çaba onu kendini diğer insanlardan üstün olması için değil, kendi çizdiği hedeflere ulaşmak ve hayatta karşılaştığı problemlere yararlı çözümler bulması içindir. Bir anlamda bu “üstünlük çabası” bireyi arzuladığı hedeflere ulaşma yolunda motive eder.
Toplumlar içinde de, bu tip duygular kitleselleşebilir. Örneğin bir savaşta yenilen ve milli serveti ile vatanını kaybeden topluluklar için kitlesel bir aşağılık duygusu oluşabilir. Tarihte bu tip durumlarda, bazı toplumların bu aşağılık duygusundan kurtulmak için toplumsal dayanışma içinde akılcı hedefler belirleyip bu hedefler doğrultusunda çalıştıklarını görürüz. Bu tip toplumlarda, olumlu anlamda kapsayıcı ve gelişmeci bir eğilimi içeren milliyetçilik veya yurtseverlik ideolojilerinin geliştiğini görürüz. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Japonya’nın içinde bulunduğu durum buna örnek teşkil eder. Üstlerine atılan iki atom bombasından sonra, bütün bir milletin dayanışma duygusu ile çalışıp milli değerlerini muhafaza ederek 25 sene içinde yeniden gelişmiş ülkeler arasına girdiğini gördük Japonya örneğinde.
Buna karşın, bazı toplumlarda etnik milliyetçilik bir toplumsal aşağılık kompleksinin ürünü olarak ortaya çıkabilir. Kendi vatanlarına ihanet edip, kendi devletlerinin vatandaşı olan Müslüman Türk ve Kürt komşularından 600 bin kişiyi (resmi Osmanlı kayıtlarına göre) şehit eden ve sonra da derdest edilen Ermeni komitacılarının bugünkü torunları sözde Ermeni Soykırımı söylemiyle hep bir mağduriyet ve ezilmişlik edebiyatı yapmaktadırlar. Yine güçlerinin yetmeyeceği hedefler peşinde koşan Yunanlıların hem İstiklal Harbi hem de Kıbrıs Harbi’nde elde ettiği cesaret kırıcı sonuçlar bugünkü Yunan ve Rum milliyetçilerinin temel dayanak noktasıdır. Keza PKK’nın savunduğu arkaik ideoloji de, “Kürtlerin sözde ezilmişliği” söylemine dayanır. Adleryen analizle bakarsak, her üç vakada da, ulaşılamayacak ve gerçekçi olmayan hedefler peşinde bir araya gelmiş toplumların yaşadıkları hayal kırıklığı ve başarısızlık neticesinde içine düştükleri bir aşağılık kompleksi olduğunu görürüz. Bu tip etnik milliyetçilikler kendilerine dışarıdan bir düşman seçer, bu düşmanı olduğundan büyük, acımasız ve kötü gösterir (her üç psikolojik vakada da bu büyük ve kötü düşman Türklerdir, DMD), ama esas tepki toplumun içinde kendileri gibi düşünmeyenleredir. Ezilmişlik ve mağduriyet propagandası, bu tip toplumların, yanlış bir şekilde aşırı büyük ve güçlü gösterilen düşmana karşı bir “büyük abi” arayışına neden olur. Tabii ki, bu büyük abi emperyalist güçlerden biri olacaktır.
Bazı toplumlarda ise, tarihsel alt üst oluşlar ve büyük yenilgiler sonucunda ortaya çıkan aşağılık kompleksi, bir üstünlük kompleksine dönüşür. Bunun en güzel örneği Napolyon Savaşları’ndan İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan süreçteki Alman milliyetçiliğidir. Napolyon’un bölüp parçaladığı, oluşan parçaların başına kendi akrabalarını geçirdiği Almanya’da Fichte ile birlikte Alman üstünlüğü ve totaliter bir devlet arzusu üzerine görüşler dile getirilmeye başlandı. Fichte’yi, Hegel ve Treitschke takip etti. Üç filozofun geliştirdiği görüşler savaşın kutsanması barışın yerilmesi, devlet otoritesinin zamanla tek adam yönetimine gidecek şekilde insanlığı en büyük erdemi kabul edilmesi Prusya Militarizmi’ni doğurdu. Bunların neticesi Birinci Dünya Savaşı yenilgisi sonrası yaşanan önce hiperenflasyon sonra yıkıcı işsizlik problemleriyle birlikte Hitler ve Nasyonal Sosyalizm oldu.
Üstünlük kompleksine bir örnek de Yahudi milliyetçiliğidir. Öncesinde yüz yıllar boyu oradan oraya sürülen, baskı ve zulüm görmüş Yahudiler, kendilerinde bu yüzden oluşan aşağılık kompleksini “kendilerini Tanrı’nın seçilmiş kavmi” olarak tanımlayan bir ilahiyatla telafi ettiler. Öyle ki, Tevrat’taki Yahova, kendini kıskanç bir Tanrı olarak tanımlar. Orduların Tanrısı, Kralların Kralı isimlerinden bazılarıdır. İnsanlar Yahudiler ve diğerleri olarak ikiye ayrılır. Tanrı da, sadece Yahudilerin Tanrısı’dır. Siyonizmin çıkış noktası da bu “üstünlük kompleksi” olabilir.
Üstünlük kompleksi içine giren toplumlar, toplumu birleştirecek ve bütünü kapsayacak bir ideoloji değil, toplumun bir kısmını olduğundan büyük ve üstün gösterip, diğer kısmını aşağılamak üzerine kurulu bir ideolojiyi hayata geçirirler. Bir süre sonra, bu patolojik hal öyle bir düzeye ulaşır ki, kendi başarısızlıklarını “dünyayı yöneten gizli güçlerde”, “karanlık konseylerde” ararlar.
“Hocam, herkese salladın! Ya biz Türkler ve İslam Alemi ne olacak? Biz çok mu sağlıklıyız?” Biz de milletin bütününde değil ama bazı gruplarda hem aşağılık kompleksi hem de üstünlük kompleksi had safhada bulunmaktadır. Bu da pazartesiye kalsın.