Türkiye, bir coğrafyanın adı olmanın ötesindedir. Bir fikirdir. Bir din ve bir milletin aynı vücutta cisimleşmiş halidir.
Bu fikrin güçlü olduğu zamanlar sadece Müslüman Türkler için değil, tüm insanlık için huzur içinde geçen zamanlar olmuştur. Müslümanları Avrupa kıtasından ve Akdeniz havzasından atmaya çalışan güçlerin de temel derdi Müslüman Türklükle olmuştur. Sömürgeciliğe, işbirlikçiliğe karşı çıkmayan Müslümanlarla dertleri olmadığı gibi İslam’dan ayrı düşen Türkleri de belirli bir ölçüye kadar tolere edebildiler.
Müslüman Türklüğü savunmak ise en vazgeçilmez günahlar arasında kabul edildi. Batıcılar tarafından dini kimlik dindarlar tarafından Türk kimliğinin dışlandığı dönemler geçirdik. Farklı kompartımanlarda olmayı farklı trenlerde olmak şeklinde algılayanlar vardı. Zaman içinde düşünceler farklı düzlemlerde aslına döndü.
Lafı Atina’daki cami tartışmalarına getirmek istiyorum. Atina, tıpkı Selanik gibi camilerden arındırılmış bir şehir. Öncelikli olarak Müslüman Türkler şehirlerden atıldı ve şehrin Müslüman kimliği silinmek istendi. Benzer zamanlarda Osmanlı bakiyesi birçok şehir aynı mühendisliğe tabi tutuldu. Belirli ölçülerde İstanbul ve Ankara bile… Ankara mabetsiz bir şehir olarak kurgulandı ve bu sosyal mühendislik, sosyolojiye tosladı. Buna rağmen hala yeraltı camileri şehrin Müslümansız Türklük tasavvuru hakkında düşündüklerini hatırlatıyor.
Atina benzer şekilde kıbleye bakan müzeleştirilmiş minaresiz camileri bünyesinde barındırıyor. Almanya’da yeşertilmeye çalışılan Avrupa İslamı da, Akdeniz’in ortasında kaderine terk edilen mülteci gemileri de Türksüz bir Müslümanlığın hayalini işaret ediyor.
Almanya’nın istediği Türk kimliğinden sıyrılmış, tamamen Alman güdümünde bir İslam anlayışı. Bunun benzerini bazı ulus aşırı İslami cereyanlarda görebiliyoruz. Türklükten sıyrılmış bir İslam, zaman içinde iddiasını kaybedecek, misyonundan uzaklaşacak harekete dönüşecekti. Eski zaman Bosna ilmihallerinde Türklüğün şartının beş olduğunu yazan satırları hatırlayalım.
Atina, yaklaşık 200 yıl önce Osmanlı’dan ayrılmasının ardından kendine İslamsız ve Türksüz bir gelecek düşledi. O tarihten sonra geçirdiği acı tecrübelerin neredeyse tamamı Avrupa eliyle olsa da suçlamak için Müslüman kimliği göstermek kolayına geldi. Şimdi karşı karşıya olduğu göçmen dalgasıyla İslam’ın Türk olmayan yüzüyle karşılaşıyor.
Akdeniz havzasında yaşanan tüm acılar bize Türksüz İslamiyet’in nelere mal olacağını acı bir tecrübeyle öğretti. İslamsız Türklük tecrübesini de Türkiye acı tecrübelerle yaşadı. Atina’da ezan seslerinin ne zaman semayla buluşacağını söylemek kolay değil ama Atina, İslami kimliğiyle barışmadığı sürece kendine de yabancılaşarak aşırı sağ ve aşırı solun kıskacında acı çekmeye devam edecek.
Türksüz veya İslamsız bir gelecek inşa etmeye çalışmak Akdeniz havzasında barışın başına gelebilecek en kötü şey ve bu seçeneğin ne kadar kötü olduğunu tecrübe edenler arasında huzura kavuşan henüz görülmedi.
Mülteci krizinden, ulus kimlik krizine ve popülist neo-emperyal söylemlere varıncaya kadar varılmak istenen temel nokta hafızasız toplumlar ve bu da beraberinde kocaman bir harici bellek taşımayı zorunlu kılıyor. O da yoruyor haliyle. Nasıl desek? Yük yapıyor.