Türkü, "köylü" idi. Arabesk, "kıro" idi. Türk müziği, "gerici" idi. Batı müziği ise çok pahalı ve "entel" idi. Ama halkın bir müzik dinlemesi gerekiyordu.
Bizdeki “meyhâne” veya “içkili lokanta” gibi yerlerin Yunanca’daki karşılığı olan “taverna”, 1980’lerin özellikle ikinci yarısında müzik piyasasında bir tür olarak âdeta “patlamıştı”. Ardından gelecek “pop patlaması”nın habercisi olduğunu kimse tahmin etmemişti.
12 Eylül 1980 askerî darbesinin sosyal yaralarını sarmanın bir yolu olarak “eğlence anlayışı”na yenilik gerekiyordu. Özal ile başlayan dönemde yurtdışından yapılan plânsız ithâlatın içinde müzik âletleri de vardı. Bu müzik âletlerinin başından da “org” olarak bilinen, elektronik piyanolar vardı. Evine piyano olacak kadar parası olmayan, parası olsa da piyanoyu koyacak yeri olmayanlar, hem müziğe olan ilgi ve yatkınlarının test etmek, hem de “Batılı” bir imaj ortaya koyma hevesi yüzünden, org satışlarını arttırdılar. Neredeyse her evin salonunda metal ayakları üzerinde duran bir org vardı. (Üzerine dantel örtü konulması da ayrı bir yazı konusudur.)
Bu orglar alınıp birkaç “cis tak” yaptıktan sonra, ya öğrenmesi zor ve zahmetli olduğu için ya da komşular rahatsız olduğu için bir kenara atıldı. Ama halkın içindeki heves gitmemişti. Burada imdâda “taverna müziği” yetişti. Zâten Ferdi Özbeğen ile başlayan “piyanist şantörlük” diye bir şey vardı. Bunun üstüne önce yemek müziği, sonra da “kurtları dökmek” için hareketli müzik ihtiyâcı gelince, şimdiki sosyal medya salgını ve bağımlılığı gibi, “tavernaya gitmek” diye bir şey ortaya çıktı.
Artık doğumgünleri tavernada yapılıyor, nişan ve düğün törenleri taverna ortamında düzenleniyordu. Diskoların, gece kulüplerinin, müzikhollerin pabucu dama atılmıştı. Artık devir, “tavernacılar” devriydi.
Tavernanın Kralı
Birçok isim çıktı piyasaya. Yapımcı-prodüktör olarak Şahin Özer’in başı çektiği birçok müzik yapımcısı, çabuk biten “çocuk arabeskçi” furyasının ardından, Unkapanı İMÇ 6. Blok da bu müziğe yöneldi. Tavernaya gidebilenler kurtlarını Tarabya’da dizi dizi sıralanan tavernalarda dökerken, gidemeyenler ise ardı ardına piyasaya çıkan taverna kasetlerini alıp dinliyordu.
Kimler yoktu ki! Cengiz Kurtoğlu, Arif Susam, Nejat Alp, Atilla Kaya, Ümit Besen ve daha niceleri. “Dostlar Tavernası” diye seri kasetler ardı ardına çıkıyordu. Taverna müziğinin önde gelen isimleri bir arada çalıyor, söylüyordu. Şantörlerin şarkı sözleri arasında, “cis tak” ritm eşliğinde söylediği “Ooo, kimleri görüyorum” şeklindeki sözler, dinleyenlerde bir samimiyet havası oluşturuyordu. Bu söz o kadar popüler olmuştu ki, artık insanlar birbirlerini sokakta gördüğünde “cis tak cis tak, kimleri görüyorum” diye takılıyordu.
Doğan görünümlü Şahin müziği
Bu isimlerin çoğu unutuldu. Şimdilerde Cengiz Kurtoğlu hâricinde hiçbirinin adı duyulmuyor. O zaman Cengiz Kurtoğlu dinleyenler, artık orta yaşı çoktan geçti. O zamanların “sükse arabası” olan Doğan görünümlü Şahin’e binip yüksek sesle dinlenen “Liselim”, “Dualarımla onunla”, “Senin dostluğunu kabul edemem” gibi şarkılar, “matinaya hava atmak” için biçilmiş kaftandı. Bu şarkıların bâzılarında imzası olan Ferda Anıl Yarkın da bir sonraki furya olan “pop müziğin patlaması” ile popüler olacak.
Sosyal işlev
Müzik târihimiz yazılırken araştırmacılara ve müzik antropologlarına çok fazla malzeme verecek tavern müziğinin elbette toplumda bir karşılığı vardı. Bir ihtiyâcı karşılıyordu.
Özal döneminde kısa zamanda zengin olan bir kesimin başı çektiği sosyal grup, kendini evinin, mahallesinin hatta köyünün dışına atma yollarından biri olarak bu müziği bulmuştu.
Türkü, “köylü” idi. Arabesk, “kıro” idi. Türk müziği, “gerici” idi. Batı müziği ise çok pahalı ve “entel” idi. Ama halkın bir müzik dinlemesi gerekiyordu. Gerektiğinde oynatıp göbek attıran, gerektiğinde hüzünlendirip ağlatan bir müzik olması gerekiyordu. Ayrıca fazla masraflı olmamalıydı. Üretmesi de satın alıp dinlemesi de kolay ve ucuz olmalıydı. Taverna müziği tam da bunu karşılıyordu.
Kısa zamanda zengin olma kültürünün müziği de zahmetsiz ve çabuk olmalıydı. Ama hakkını yememek lâzım ki, şimdiki Türkçesi bozuk, sözleri anlamsız şarkılar ve sesi filtreden geçmeden dinlenemeyen şarkıcı bozuntuları ile kıyaslanamayacak bir kalite vardı. Örnek vermek gerekirse, şimdiki popçuların on tânesi birleşse, ses kalitesi açısından sıradışı bir tenör olan Cengiz Kurtoğlu’nun eline su dökemezler.
Aşkın Nur Yengi ile başlayan pop dönemi ile taverna müziği de unutulmaya başladı. Tarabya’dan Etiler’e çıkan gece kulüplerinde başlayan “eller havaya” sloganı ile yeni bir dönemin perdesi açıldı.
Tavernada dikkkatli olmak gerekir
Düğünde bile oynamayan nice delikanlılar(!) tavernada, iki kadehten sonra kendini pistte buluyordu. O zamalar cep telefonu ile çekim yapmıyordu, ama video kameralarla bu görüntüler kayda geçti. VHS’den CD’ye aktarılıp hâlâ seyredenler var.
Gece kulübü ve müzikkol ile “fasıl modası” arasına sıkışan “taverna kültürü”nü hâlâ yaşamak ve yaşatmak isteyenler tek tek olsa da var. Ama artık ne taverna var, ne de taverna müziği yapan. Ağır âbi pozlarıyla “parlatma”ya gidip, boynundaki kravatı Rambo gibi kafasına bant yapıp halay çekenler, bu değişimleri özel ve meslekî hayatlarında da gizlemek isteseler de başarılı olamazlar.
İçki içmek, sayısız kötülük ve zarârına rağmen, bir kültürdür. Bu kültüre arka kapıdan girip en öne geçmeye çalışanlar, iki dubleden sonra aslan kesilenlerin düştüğü duruma düşerler. Artık onları “Alkollüydüm, hatırlamıyorum” demeleri de kurtaramaz. İçmeyi bilmeyenler, ağızlarıyla içmeyi bilmedikleri için trajikomik duruma düşüp üzerine yapışan yaftalarını yanlarına alıp çekip giderler.
Bu yüzden bir insanı tanıma konusunda, onunla ticâret yapmak, yemek yemek ve yolculuk yapmanın yanında hangi müziği nasıl dinlediğinden de yararlanmak mümkündür. Zira diğer müzikler gibi, taverna müziği sâdece müzik değil, bir kültürün yansımasıdır.