Başkanlık sistemi son yıllarda yoğun şekilde tartışılmakla birlikte gündemimize yeni girmiş nevzuhur bir mesele değil.
Başkanlık sistemi son yıllarda yoğun şekilde tartışılmakla birlikte gündemimize yeni girmiş nevzuhur bir mesele değil. Süregelen, öncesi olan, felsefi ve teorik geçmişi olan bir konudur başkanlık. Bugünkü tartışmalarda, ‘başkanlığa evet’ diyenler çoğunluk olmakla birlikte her siyasi cepheden, başkanlık sistemine karşı çıkanlara rastlıyoruz. Bununla birlikte son 40-50 yıllık sistem tartışmalarını gözden geçirdiğimizde teorik olarak hiçbir siyasi cephenin başkanlık sistemine temelden karşı çıkmadığını görürüz. Milliyetçiler, İslamcılar, Solcular, Liberallerin hepsi başkanlık sistemini geçmişte prensip olarak desteklediler.
Günümüzde başkanlık sistemine karşı çıkanların çoğunun gerekçesi teorik olmaktan çok güncel-konjonktürel sebeplere dayanıyor. Mesela, MHP Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun Ocak ayı başlarında başkanlık sistemi ile ilgili söyledikleri ilkesel olmayan karşı çıkışa örnek verilebilir. Şöyle demişti Halaçoğlu: "Başkanlığı kabul edelim ama bir şartla. Şimdiye kadar cumhurbaşkanlığı yapmış ve yapmakta olanların seçime katılmamaları kaydıyla kabul edelim."
MHP’li milletvekilinin talebi çok açık; Recep Tayyip Erdoğan aday olmayacaksa başkanlığa evet diyor. “Seni başkan yaptırmayacağız!” sloganını seçim kampanyasına dönüştüren HDP’lilerin tavrı da, başkanlığa karşı çıkışlarının ilkesel olmaktan ziyade kişisel olduğunu göstermektedir. Zaten HDP’li yöneticiler başkanlık sistemine ‘aslında’ karşı olmadıklarını zaman zaman ifade ediyorlar. Türkiye’yi yarım asra yakın tek parti ile yönetmiş sonra da bürokratik oligarşi ile parlamenter sistemin derin yönetimini üstlenmiş CHP’nin başkanlık sistemine karşı çıkıyormuş gibi davranması sahici durmuyor zaten. O da sisteme değil muhtemel isme karşı çıkıyor.
Başkanlık ve yeni anayasa ile ilgili yapılan anketlerde, başkanlık sistemine en büyük desteği AK Partililer veriyor. Ancak AK Parti’ye oy veren herkes aynı zamanda başkanlık sistemine evet demiyor; AK Partililerden de değişik gerekçelerle karşı çıkanlar veya çekimser duranlar var. Başkanlık sistemine destekte ikinci sırada MHP’liler var. CHP, HDP, Saadet, BBP’den de “Başkanlık olsun” diyenler de var, olmasın diyenler de var. Tayyip Erdoğan başkan olacağı düşüncesiyle başkanlık sistemine çıkanlar olduğu gibi, bu sistemin baskıcı-otoriter bir devlet yönetimi meydana getireceğini düşünerek karşı çıkanlar da var. Ayrıca, üniter yapıdan vazgeçilerek kanton-eyalet modeline geçileceğini, bunun da ülkenin bölünmesine yol açacağı zannıyla karşı çıkanlar da hayli yekûn tutuyor. AK Parti başta olmak üzere başkanlık sistemini savunanlar, itirazları doğru algılayarak strateji geliştirmeleri ve propaganda dili oluşturmaları gerekir. Bu konudaki anayasa değişikliğinin yüzde 51 ile geçmesi elbette hukuk sağlar ama yüzde 70’lere ulaşacak destek ülkenin geleceği açısından daha anlamlıdır.
Burada düşmemiz gereken önemli bir not var. MSP başta olmak üzere Milli Görüş partilerinin her dönem başkanlık sistemini öven cümlelere parti metinlerinde yer verdiğini düşünürsek, Erdoğan’ın ve AK Parti’nin başkanlık teklifinin son dönemin şartlarından kaynaklanan alelacele bir planın eseri olmadığını anlarız. Başkanlık sistemine halk desteğinin yüzde 50’yi geçtiği bir dönemde, muhalefet partileri, geçmişte bu sisteme taraf olduklarını da hatırlayarak, “Başkanlığa Hayır” demek yerine “demokrat, özgürlükçü, denetime açık ve siyasal katılımı çoğaltacak başkanlık sistemi” için çalışsalar daha fonksiyonel bir muhalefet yapmış olmazlar mı? Böyle yaparsalar galibiyet imkânları artacak. Üstelik demokrat, özgürlükçü, denetime açık ve siyasal katılımı çoğaltacak başkanlık sisteminin mevcut parlamenter sistemden daha iyi olacağına şüphe yok.