Herhangi bir seçimde, gençlerden az oy alan bir partinin yöneticileri, bu durumu nasıl değerlendirirler, ne tür cümleler kurarlar?
“Gençlerin dilinden konuşamadık” derler veya “Gençlere neden ulaşamadık?”, “Sonraki seçimde gençlere yönelik neler yapmalıyız?” tarzında sorular sorarlar.
Kadınlar, yaşlılar, emekliler, işçiler, memurlar, engelliler gibi farklı gruplardan istediği oranda oy alamayan partiler de, yukarıdaki türdeki sorularla durumlarını değerlendirirler.
Bir parti dindarlardan, başka bir parti laiklerden az oy aldığı zaman, benzer sorularla durumu müzakere ederler. Aynı şekilde, Trakya’dan az oy olan bir parti ile Orta Anadolu’dan az oy olan başka bir parti de benzer sorular sorarlar.
Bu soruları sormak doğrudur, akıllıcadır.
Ancak, bir yöremiz var ki, oranın seçmeninden yeterli oy alınamadığı zaman, konuyu müzakere etmek ve sorunu anlamak yerine doğrudan yargıda bulunmak tercih ediliyor. Doğu-Güneydoğu oylarından özellikle Kürt oylarından bahsediyorum. En son, 16 Nisan 2017 referandumunda, daha önce HDP'nin ezici çoğunlukta oy aldığı yerlerde, başkanlık sistemine geçişe evet oylarının yüksek çıkması "Erdoğan’ı bu defa Kürtler kurtardı” şeklinde yorumlara sebep olmuştu. Aynı durumu, HDP/PKK cephesi ise “vefasızlık” veya “nankörlük” olarak nitelendirmişti. Daha önceki seçimlerde ise, Doğu sandıklarından az oy alındığı için, AK Parti tabanında, bölgedeki seçmen için benzer ifadeler kullanılmıştı. Son yıllarda, neredeyse her seçimde, Doğulu-Güneydoğulu seçmeninin kimilerince vefasız, kimilerince vefalı ilan edildiğine tanık olduk.
24 Haziran 2018’de, sanıyorum, benzer bir durum ile karşılaşacağız; seçim sonuçlarına dair konuşmalarda, yine Kürt seçmenin vefalı mı, vefasız mı olduğuna dair yorumlar yapılacak. Sandık sonuçlarına göre, Diyarbakırlı, Vanlı, Bingöllü, Siirtli, Batmanlı, Mardinli, Şırnaklı seçmenin kime vefalı, kime vefasız olduğu tartışılacak. “Sizin için şunları yaptık ama siz…” diye başlayan cümleler kurulacak.
İnsan zübde-i âlemdir, tercih yaparken bin bir endişe, korku, umut, heyecan ile hareket eder. “Sana şunu verdik” diyerek onu tek boyutlu varlık gibi algılamak yerine onun âlem oluşunu göz önünde bulundurmak irfanını göstermeliyiz.
Seçimlere henüz vakit varken, bu yanlış tarzın terk edilmesini öneriyorum. Siyaset, “Müşteri her zaman haklıdır” veya “Kellimunnâse ala kaderi ukulihim” ilkelerini temel prensip saymalıdır. Her zaman soru şu olmalıdır: Neyi eksik yaptım da filan şehirden, filan sosyal-kültürel gruptan az oy aldım?
Mesela, şunlardan hangisinde eksik davranıldı?
· Aday listeleri, aday sıralamaları.
· Bölgeye yatırımlar, projeler, vaatler.
· İletişim, etkileşim, propaganda çalışmaları.
· Bölgenin gençlerine, kadınlarına, emeklilerine mesajlar.
· Güven ve adalet telkin edecek söylemler.
· İş, istihdam, gelir dağılımı konuları.
Saydığım her madde önemli. Mesela, her şeyi yapmışsınızdır ama aday listelerinizdeki isimler, o ildeki insanların kalbine dokunacak şekilde merhametli, iyi sözlü, şeffaf, iletişim ve etkileşime açık değilse, oy oranınız az-çok olumsuz etkilenecektir.
24 Haziran 2018 seçimlerinde sonuçlar nasıl çıkarsa çıksın AK Parti, HDP, CHP, İYİ Parti, MHP, Saadet, Vatan Partisi, az veya çok oy aldığı herhangi bir seçmen grubunu (cinsiyet, yaş, bölge, meslek vb.) hemen itham etmek veya övmek yerine, süreci derinlikli analiz etmelidir. Özellikle, Doğulu-Güneydoğulu seçmenler için, her seçimde kullanılagelen, olumlu-olumsuz yargı içeren sözler hemen kullanıma sokulmamalıdır.
Anlamak yargılamaktan, araştırmak itham etmekten iyidir. Az oy alındığında da, çok oy alındığında “Neden?” sorunu sormalıyız. 5N1K soruları sadece gazeteciler için değil hepimiz için önemlidir.