3 Ağustos Cuma günü, Sepetçiler Kasrında, İbn Haldun Üniversitesinin misafiriydik.
Eğitim felsefemizin iyileşmesi ve olgunlaşmasında üniversitelerimizin sorumluluğu yüksek, yapabilecekleri de çok. Onun için, üniversitenin basın müşaviri Muhammed Akaydın, buluşma davetini iletince “Seve seve gelirim” dedim ve davete icabet ettim.
Kahvaltılı basın buluşmasında, üniversite tarafında İbn Haldun Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanvekili Bilal Erdoğan ve Rektör Recep Şentürk’ün yanı sıra okulun hocalarından Hakkı Öcal, Fuat Erdal, Halil Berktay, Mustafa Kemal Yılmaz, Yusuf Çalışkan, Talha Köse, Mehmet Emin Babacan vardı. Misafirler kısmında ise gazeteciler, televizyon programcıları, yazarlar yer alıyordu.
Basınla buluşmanın amacı, 4-6 Ağustos 2018 tarihlerinde gerçekleştirecekleri “Geleceğim Sosyal Bilimler Zirvesi” hakkında bilgilendirme yapmaktı. Geçen yıl ilki düzenlenen zirvenin amacı öğrencileri ve aileleri sosyal bilimler alanında bilgilendirmek, sosyal bilimlerin dallarını ve bölümler arasındaki farkları uygulamalı olarak anlatmak.
Felsefe, Sosyoloji, Tarihin Tıp Kadar Değerli Olması
Üniversite yönetimi, bir sosyal bilimcinin dünyayı değiştirebilecek ve toplumu şekillendirebilecek güce sahip olduğuna inanıyor. Bunun için, sosyal bilimlerle ilgili farkındalığı arttırmak ve istekli öğrencileri bu alana yönlendirmek istiyor.
İbn Haldun Üniversitesinin “sosyal bilimler” vurgusunu önemsiyorum. İnşallah, sosyal bilimlerin, toplum nezdinde tıp kadar değerli hale geleceği günler yakındır.
Sosyal bilimler denilince, aklımıza, Tarih, Psikoloji, Sosyoloji, Felsefe, Coğrafya, Antropoloji, Uluslararası İlişkiler, Dilbilim, Edebiyat, Filoloji, İletişim, Hukuk, İktisat gibi alanlar gelmeli.
Gençleri Kendi Kendine Yeter Olabilmesi
İbn Haldun Üniversitesi yönetimi, bizi, Sosyal Bilimler Zirvesi münasebetiyle davet etmiş olsa da, toplantının müzakere kısmında, eğitimin birçok yönüne değinebileceğimiz şekilde konular çeşitlendi.
Söz bana gelince gençlerin yalnızlığından bahsettim. Orada söylediklerimi sizinle de paylaşayım.
Son 4-5 yılda, birçok gençlik araştırmasında görev aldım, bazılarını yönettim. Araştırmaların bir kısmı İstanbul’da yaşayan gençler, bir kısmı ülkemiz gençliği ile ilgiliydi. Çok sayıda gençlik araştırmasının ortak sonucu olarak şunu gördüm: Gençler kendilerini “yalnız” hissediyorlar. Evet, modern dönemlerde ailenin küçülmesi, mahallenin değişimi, bireyciliğin artması gibi etkenler insanı yalnızlaştırdı ama yalnızlık duygusu gençlerde daha belirgin, daha keskin. Kısaca söylemem gerekirse, gençler hayatın akışında kendilerini yalnız bırakılmış hissediyorlar.
İnsan kendi kendine yetebiliyorsa yalnızlık kişiye zarar vermez, güçlendirebilir, arındırabilir. Bu konuyu “Halvet der Encümen” haliyle ilişkili olarak ayrıca izah etmek gerekir.
Hayatın idamesinde, ihtiyaç duyulan yetkinliğe, donanıma, beceriye, duyguya, fikre sahip olamayan kişilerde yalnızlık, onaran-güçlendiren değil aksine yakan, yıkan, ümitsiz hale getiren bir düşmana dönüşür.
Eğitim sistemimizin gözden geçirilmesi gereken acil yönlerinden biri, hayatın olağan akışında insanın kendi kendine yetebilecek şekilde yetiştirilemeyişi hatta insanın kendi kendine yetebilme yeteneğini zayıflatılmasıdır.
Bu noktada iki soru üzerinde düşünebiliriz.
Birinci soru: Eğitim süreçlerinde ne tür yanlışlıklar yapıyoruz ki, gençlerimizin yalnızlığı artıyor ve kendilerini hayatın akışında yetersiz hissediyorlar, kendi kendilerine yetemiyorlar?
İkinci soru: Eğitim felsefemizde, müfredatımızda ve eğitim uygulamalarında nasıl bir değişime gitmeliyiz ki, çocuklarımız ve gençlerimiz hayatın akışında ilerledikçe güçlü olsunlar, kendilerine yetebilsinler, başkalarına yardımcı olabilsinler, sorun değil çözüm olabilsinler. Böylece keşifler ve icatların peşinde olsunlar.
“Kendi kendine yetebilme” ifadesinden kastım şudur: Karar verebilme, cesaret edebilme, ayırt edebilme, sabredebilme, yola çıkabilme, sorabilme, sorunları çözebilme, yönetebilme, ifade edebilme, ihtiyaçlarını giderebilme…
“Kendi kendine yetme”yi “İnsanın cüz’i iradesini kullanması” olarak özetleyebiliriz.