İnsan inandığı kadar ümideder, ümidettiği kadar hayal eder. Bir ev, bir araba, bir kürk, zengin bir koca, yatlar katlar, seyahatlar, kişiye göre ihtiyaçların sonu gelmez.

İKİ TEŞEKKÜR

Öncellikle İGDAŞ’a geçen haftaki yazıma hemen dönüş yapıp gerekenleri yaptıkları için teşekkür ediyorum. Gelen uzman teknisyenlerinde ifade ettiği gibi maalesef evdeki eski kombileri zorunlu olarak ev sahiplerine değiştirtecek bir yasa yok. Kombi çok eski de olsa ev sahibiniz insafa gelmediği sürece şansınız yok. Ancak kiracı evden çıktıktan sonra ev sahibi kombiyi yenilemek zorunda. Bu da mevcut kiracıyı zor durumda bırakan bir uygulama. Çünkü ev sahibi her şeye rağmen TEFE’ye göre zammını alıyor. Böylesi durumlarda tarafsız kurumların kiracıların ve ev sahiplerinin istekleri doğrultusunda tekrar kira emsali belirleme hakkı olmalı. Zira yıllar geçmiş bozuk kombi, eski mutfak, banyo ile değeri düşen eve kontrat yüzünden emsalinden çok yüksek fiyatlar ödeyen kiracılara haksızlık yapılıyor.

Diğer teşekkür Ümraniye Belediye Başkanı İsmet Yıldırım ile başkan yardımcısı Yusuf Ethem Koyuncu ve özel teşekkürümüz ise doğa sporlarını çocuklara ve gençlere ulaştırmaya çalışan spor müdürü Yusuf Ocak’a. Oryantiring sporunun Ümraniye ilçesindeki okullara ulaştırmak için şimdilerde özel bir çalışma yürütülüyor. İnşallah ilerleyen zamanlarda gelişmeleri sizlerle paylaşacağım.

MODA VE HAYAL DÜNYASI

İnsan inandığı kadar ümideder, ümidettiği kadar hayal eder. Bir ev, bir araba, bir kürk, zengin bir koca, yatlar katlar, seyahatlar, kişiye göre ihtiyaçların sonu gelmez. Reklam pazarlama toplumun ihtiyaçlarının ötesinde toplumun insani zaaflarını kullanarak toplumu dejenere eder. Bizler niye tüketici olalım ki!.. İhtiyacımızı belirlerken işin ekonomik ve ahlaki boyutlarını düşünerek müşteri ve kullanıcı kimiğimizi kuşanalım. İnancımızı, ümidimizi ve hayal dünyamızı moda algısıyla pazarlamanın kurbanı etmiyelim. Pazarlama duygularımızı manipüle eden günümüz tuzaklarından biri. Janjanlı, süslü püslü kelimelerle önce duygularımız kirletiliyor sonra da ruhumuz çökertiliyor. Onun için kelimeler ve kavramlar iletişimimiz ve kültürümüz için çok önemli.

İmaj her şeydir

Günümüzde imaj her şeydir! İmaj yani imagine sözcüğü Latince kökenli bir kelimedir anlamı da hayal etmek demektir. Dil insanın kültürünü, hangi kodlara ait olduğunu belirleyen en temel unsurdur. Dinden bile öncelikli bir belirleyicidir. O yüzden kelimelerin etimolojisi bize geldiği yerleri bildirerek adeta tarihte yolculuk yaptırır. Size kim olduğunuzu hangi kelimelerle konuşmanız gerektiğini hatırlatır. Bizde imaj kelimesi 90’lı yıllarda “imaj maker” ile birlikte duyulmaya başlanmış ve starlar için oluşmuş bir kavramdı. Sonra da reklamcılık ve halkla ilişkiler mesleği ile birlikte iyice gündeme oturdu.

Moda mı imaj mı?

Moda geçici olan demektir. Moda imaj yaratmak için kullanılır. Moda algı için bir araçtır. Moda ne giyeceğimizi, yiyeceğimizi kısacası hayatımızdaki iğneden ipliğe her unsuru belirleyen bir egemen kültürün pazarlama ayağıdır. İmaj olmadan algı olmaz. İmaj moda ile birlikte düşünce dünyasına ekilen bir değerler silsilesidir. Hayalimizi şekillendiren ulaşmamız gereken nosyonları bize belirleyen modadır. Öyle bir sistemin parçasıyız ki; istesek de istemesek de modaya kapılıp gidiyoruz. Ne yazık ki moda hayal dünyamızdaki güzel, çirkinlik, iyi kötü algımızın yaratıcısı oluyor. Oysa ihtiyacımızı belirleyen tüketimi körükleyen değil; kullanıcısı durumunda olduğumuz bir şeyin makro ve mikro değerler arasında en uygun olan skala olmalı. İnsanlık onurumuza yakışanı olmalı.

Markaların sürekli imaj tazelemeleri

Moda adına bir imaj yani hayal dünyamızı şekillendiren bu unsurları sürekli yenilik peşinde tekrara girmelerinin anlamı insanı uyarma istekleridir. Dürtülerimizle oynayan bu marka planlayıcılar bizim hayal dünyamıza kendi istediklerini ekerek kendi ilahlarına tapmalarını istiyorlar. Parayı, gücü, hazları sürekli kontrol altında tutarak hayal dünyamızı şekillendiriyorlar. Böylece markalara rıza gösteriyoruz. Markaların sürekli yenilik yapmaları bizim dikkatimizi çekmek için. Bir an bile bizi boş bırakmak istemezler. Rekabete dayalı bu dünyada kobayız ve ne yazık ki buna biz razıyız.

Bir markanın mesajı

Bir marka bu hafta sürekli yeni bir ismi nasıl modelliğe ve markanın yeni yüzü olarak lanse ettiğini anlattı. Bu marka bu ismi sürekli etnik kimliği ile yazarak lanse etti medyanın farklı araçlarında. Ermeni olduğu sürekli göze sokulan bu mankenin! ismi ile birlikte fotoğrafları da paylaşıldı. Sosyal medya ikiye bölündü; “Bu mu güzel” diyen bir sürü yorum ve tartışma açıldı. “İşte güzellik algısını yıkan kadın” diye bir sürü başlık altında medyada kendinden bahsetmeyi başaran bu markanın bizde aslında bir ucundan tutmuş oluyoruz. Markalar sadece ne giyip, yiyeceğimizi değil nasıl düşüneceğimizi ve artık günümüzde de kime itibar edeceğimizi söylüyorlar. Bir yandan kültürleri yok ediyorlar homojenize edip tek bir egemen imaja hapsediyorlar. Bir yandan da politize oluyorlar.

Kalıcı olan

Hayal dünyamızı şekillendirecek unsurların insanî değerleri içinde barındıran ve bizi huzur ikliminin kucağında doygunluğa ulaştıran kıymetler olmalıdır. Medyanın veya başka imajların bize dikte ettiğini değil ancak kendi bilinç süzgecimizden geçirdiğimiz kendi kabul dairemizin içindekilere yer vermeliyiz. Hayal dünyamızı beslerken moda imajlar değil geçmişten bugüne gelip beslendiğimiz, kendimize tanıklık ettiğimiz değerlerimizle buluşmalıyız vesselam.

SEN VE BEN RUH İKİZİYİZ

İnsan çiçek açtığı zaman bahar, meyve verdiği zaman da yaz gibidir. Hep böyle gitmez elbette ömür!.. Bir de bekleyen güz vardır. Kara kışta kara toprak bir ölüm vardır. İnanç insanı, evreni ve ötesini kapsar. Umut ölünceye kadar. Hırs kırka kadar. Sonra yavaş yavaş törpülenirsin. Sonbahar güz gibi geriye baktığında, eteklerin hüzün dolu yaprak gibisin. Sonbahar güz gibi değişir yüzünün rengi, güneşin feri gözlerinin rengi. Artık huzur içinde bir sükunet, sükunet içinde bir huzur arar gibisin. Bir kanepe, bir sandalye, bir tabure bulsak da otursak, bir tepeden engin boşluklara baksak. İkimiz bir kuş olsak da kanatlanıp uçsak, Bir ruh hafifliği içinde bulut olsak, yağmur olsak ve rahmet ve bereket olarak yağsak. Kalbimiz o zaman müsterih olurdu inan!.. Toprak yağmura kansa, tohum çıtlasa nefes alsa. Filizlenip serpilip yeniden çiçek açsa nebatat... Yeniden bahar olsa, yaz olsa, güz olsa hayat!.. Kışla birlikte yeniden bir döngü olsa; işte o zaman daha iyi idrak edebilir insan. Ben ve sen hayat yolcusu ve hakikat yolcusu ikimiz, biliyoruz ki; sen ve ben ruh ikiziyiz.

ELEKTRİK YERİNE MUM

Malum günler artık kısalıyor ve geceler uzuyor. Erkenden elektrik düğmelerine basıp ışıkları yakmak durumunda kalıyoruz. Elektrikte hâlâ büyük oranda dışa bağımlı bir ülkeyiz. Elektriğe yapılan son zamlarla da faturalar farklı gelecek. Bu durumda evimizin birçok yerine mum yerleştirip aydınlatmayı mumdan sağlayabiliriz. Hem göz sağlığımız açısından hem de ruhu dinlendirdiği için mum tercih edilmeli. Evdeki kötü kokuları da gideren mumun ışığının romantik ve dingin etkisinden de faydalanıp şiir yazabilir güzel müzik dinleyebiliriz. Hatta kestane çıktığında da ızgara üzerinde miss gibi kebap yapıp kışı geçirebiliriz. Uzun saatler okumak, yazmak durumunda olanlar içinde birden fazla mum kullanabilir veya gaz lambası da tercih edilebilir. Önemli olan israfı önlemek ve sağlığımızı korumaktır.

ARTI – EKSİ

Artı

Âlime Öğretmen

Âlime öğretmen henüz 28 yaşında. Öğretmenimiz Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde bir İlkokulu’nun müdürü. Yaşıtları büyükşehirlerde kafelerde geleceğini ararken, Âlime öğretmen bir çocuğu hayata bağlamayı başarmış. İsmail 13 yaşında ve bedensel engelli olduğu için okula gidemiyor. Alime öğretmen gerekli izinleri aldıktan sonra İsmail’e evde eğitim vermeye başlamış. İsmail’in ilk ödevi İstiklal marşını ezberlemek olmuş. Şu anda da İsmail okuma yazma biliyor ve toplama işlemlerini yapabiliyor. Adı gibi âlim olan öğretmeni İsmail’in ailesi evlatları gibi sahiplenmiş. Evden 500 metre uzaklıktaki okula gelemediğini öğrenen öğretmenimizin harekete geçmesi ve kendi ifadesi ile ‘eğer bir toprağı emekle işlemeye devam ediyorsanız bütün tohumların filizlenebileceğini de gösterdi’ demesini örnek alalım.

Eksi

Ağaç kıyımı

Kazdağları’nda geçen aylarda altın arama nedeniyle kıyamet kopmuştu. Ancak sonradan o bölgenin sit alanı olmasına rağmen dönemin belediyesi tarafından 2,5 milyon zeytin ağaç kesilerek villa ve konut imarına açıldığı ortaya çıktı. Bizim mahallede de geçenlerde boş arazideki ağaçların bir kısmı nedense apartmanın önünü işgal ediyor diye apartman sahibi tarafından kesildi. Hangi akılla yapıldı bu kıyım bilmiyorum. Ağaç kesmek yerine o alanı bir şekilde düzenleme yaparak, meyve veren ağaçları kesmeden yapılamaz mıydı?

“İSTANBUL HEPİMİZİN!..”

Meramımızı anlatmada güzel Türkçemiz o kadar zengin ki; neredeyse bütün duygularımızın ve düşüncelerimizin anlatım biçiminde binlerce metod kullanılır. Dil bir inanç sisteminin tezahürlerini ortaya koymada ana etkendir. Belediye Başkanı salondakileri motive etmek için İstanbul senin diyor. İstanbul ne senin ne benim ne onundur. İstanbul o kadar büyük ve o kadar ulvi bir şehirdir ki; dilbilgisindeki tekil şahıslarla İstanbul’u sahiplendirme duygusu oluşturmak neredeyse imkansızdır. Bilakis İstanbul’u sahiplenme mottosu “İstanbul bizim; İstanbul hepimizin” cümlesiyle ifade edilebilir. Bizim ve hepimizin kelimeleri bütünleyici anlam taşıyan bir değerdir. Bir örnek verecek olursak, “bu dükkân senin mi” demek yerine bu “dükkân bizim mi” şeklinde soru cümlesiyle dükkân fiziken bizim olmasa da manen onu sahiplenmiş oluyoruz. Artık bu dükkâna gelerek alışveriş yapacağız anlamına da gelir. Velhasıl “İstanbul bizim; İstanbul hepimizin” demek, toplumsal olarak bizi doğrudan kaynaştıran ve İstanbullu olarak da hepimize sorumluluk yükleyen bir cümledir. Biz yani hepimiz bir bütünüz demektir. Esas olan da budur. Etkili olan da budur.