Gerek 15 Temmuz'da gerek bu altı ayda öyle şeyler yaşadık ve öyle şeylerin üstesinden geldik ki bu ülke insanıyla ve yaşadığımız bu topraklarla ne kadar gurur duysak az.
Mahalle zabıtaları ve referandum
15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin üzerinden altı ay geçti.
Gerek 15 Temmuz’da gerek bu altı ayda öyle şeyler yaşadık ve öyle şeylerin üstesinden geldik ki bu ülke insanıyla ve yaşadığımız bu topraklarla ne kadar gurur duysak az.
Her şey bitmiş değil tabi… Bu yaşadığımız badirelerin ne kadar zor ve bir o kadar da bağımsızlığımızı elde edinceye dek ne kadar sıkıntılı geçeceğini biliyoruz.
Tıpkı ülkemizin üzerine oynanan oyunların farkında olduğumuz gibi ve bu oyunları bertaraf etmek için mücadele azmimizin hiç bitmeyeceğini bildiğimiz gibi.
Geçen gün 15 Temmuz’da çekilen video görüntülerini izlerken bir vatandaşın şu cümlesine rastladım: “Eğer Tayyip Erdoğan ölecekse biz de öleceğiz”
Bu iman şuuru ve bu cesaret az millette rastlanır bir şey olsa gerek.
Ve tabi liderinin “…biz ölümüne ölümüne” sözleriyle sokağa dökülen şuanda dünya üzerinde başka bir ülke var mıdır bilmem.
Açıkçası böyle bir ülkenin olduğunu sanmıyorum ve daha da ileri gidecek olursak şayet yaşadığımız çağda toplumun siyasetin çok çok önünde olan bir ülkenin olduğunu da düşünmüyorum.
Çok değil, birkaç ay sonra belki de tarihimizin en önemli referandumunu gerçekleştireceğiz.
Tüm vesayetleri çöpe atacağımız, koalisyonlar devrini kapatacağımız, seçilmişlerin atanmışların üzerinde etkisini nihayet hissedeceğimiz sistem değişikliğinin referandumu var önümüzde.
Referandumda ne olur ya da ne olmaz bilinmez, son kararı millet verecek ve milletin vermiş olduğu bu karara saygı duyacağız.
Ve açıkçası ben bu millet iradesinden daha büyük ve Erdoğan için sokağa canını vermek için çıkan o milletin yüreğinden daha geniş bir “mahalle” göremiyorum.
“Mahalle” diyeceksek buradan başlamalıyız bence söze, ta en baştan ve ta bizi kıstırmaya çalıştıkları o dar alandan çıkarak.
Çünkü nihayetinde bazılarının “dava” diyerek kendi düşüncelerinden olmayanları “ötekileştirerek” kıstırmaya çalıştıkları o “mahalle” tasviri ne Erdoğan’ın ne de bu milletin durduğu yerle örtüşecek türden değil.
O bazılarının mahalle zabıtalığına soyunarak “sen şöylesin, sen bu mahalleden değilsin, sen kimsin” gibi tarzındaki “beyaz muhafazakarlığa” varan tutumları da ne Erdoğan’ın Türkiye’yi aşan ve tüm mağdurlara umut olan o siyasetiyle örtüşebiliyor ne de “dava” denilen o şey tapu memurluğuna soyunan o mahalle zabıtalarının belirlediği alanla sınırlı değil.
Unutmamamız gereken bir şey var ki… Her şeyi kendinden menkul sayan, o mahallenin içine samimiyetle girmiş insanları “özel güçleriyle” okuyup “sen aslında şöylesin” diyerek tapu memurluğuna soyunan, mahalle zabıtası gibi ortaya çıkıp Erdoğan’ı savunanları “makbul olmamakla” suçlayan ve Erdoğan’a karşı edilen hakaretlere tek bir şey demeden, bu samimi kişileri hedef alan zatlardan biz de bunaldık demek isterdim de bunalmış sayılmayız aslında.
Çünkü bunalmadan, sıkılmadan devam edilecek bir yer varsa o da tam burası olsa gerek.
Öyle ki Erdoğan düşmanlığına “Karar” vermişlerin gazetelerinde şehit cenazesiyle referandumu özdeşleştirme aymazlığına tek kelime etmeyenler, Erdoğan’ı adam satmakla suçlayıp bir de üstüne “İslamcılık” duyarı kasanlar, açıktan değil de gizliden gizliye “Erdoğan artık kenara çekilsin” diyenler, parlamenter sistemin palazlandırdığı vesayetleri unutup “cumhurbaşkanlığı sistemi yeni vesayetlere kapı açıyor” diyecek kadar niyetini ortaya koyanlar, seçimlerin iki gün öncesi “uzlaşma” kampanyalarıyla koalisyona göz kırpanlar, atılmadık hakaret iftira bırakmayıp bir de kendilerine bakmadan başkalarını “kariyerci” diye suçlayanlar neden başkanlık referandumunun arifesinde ortaya çıkıyorlar sorusunu hak etmiyor da neyi hak ediyorlar acaba?
Ya da var mı “evetçilik” oynayıp “hayırcılığa” göz kırpacak bu “beyaz muhafazakarlığın” cevabı?
Erdoğan’ı koşulsuz şartsız savunanlara “mahalle edebiyatı” yapıp da “mahalleden” olmayanlarla “uzlaşma” arayışlarına girenleri de gördük, bu “mahalleye” küfretmeyi marifet sayan CHP’yle koalisyon için yanıp tutuşanları da kısa zaman önce yaşadık.
E peki şimdi dert ne de, neyin hesabı içine düşüldü de başkanlık referandumu öncesi gündemi saptırmanın arayışlarına soyunmak bir marifet sayılıyor?
Başkanlıkla ilgili tek yazısı olmayanların, başkanlık referandumu öncesi dahi bir başkanlık yazısı yazmaktan aciz duruma düşenlerin “evetçilik” oynayacak olmaları da artık can sıkıcı bir hal almaya başladı.
Beyler! Bayanlar! Tüm dünya Erdoğan’ı başkan yapmamak üzere birleşmişken, “hayır” cephesine toplananlar şer cephesini oluşturuyorsa aynı zamanda ve Türkiye artık o bazılarının dar “mahalle” kavramını aşmış Afrika’ya dahi uzanan bir umut oluyorsa bizim için bu konuyla ilgili yazılacak son yazı budur.
Bundan sonra en büyük mesai mahalle zabıtalarına aldırmadan başkanlık sistemini hane hane bu millete anlatmaktan geçiyor.
Şer cephesine de, “evetçilik” oynayanlara da verilecek en iyi cevap 15 Temmuz günü o vatandaşın dediğinde gizli aslında: “Tayyip Erdoğan ölecekse biz de öleceğiz”
Ve o vatandaşın sandıktaki kararı da bellidir, her ne kadar birilerine dert olacaksa da…