Lümpenproletarya, birincil olarak Marksist teoride, alt sınıfların sınıf bilincinden yoksunluğuna atfen kullanılan bir kavramdır.

Özelde memleketimizde ve genelde dünyada küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkan ciddi bir kimliksizleşme süreci bulunmaktadır. Bunu televizyonda izlediğimiz sabah programlarında, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde, artan yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarında, geleneksel değerlerimizden kopan ve ancak yeni değerlere de sahip olamayan insanlarımızda her geçen gün gözlemlemekteyiz.

Teknolojik değişimin yol açtığı üretim tarzındaki değişim süreci halâ devam etmektedir. Bu değişimin ortasında ve onu takiben bir sosyal değişim de gerçekleşmektedir. Ancak Soğuk Savaş dünyasında oluşan temel sosyal kurumlar (milli devlet, millet, çekirdek aile, iktisadi sınıflar ve benzeri) hızla zayıflarken bu değişimin gelişmesinde destek olacağı yeni kurumlar da oluşmamıştır. Dolayısıyla, özellikle, alt geliri grubundaki insanlar kendilerini ait hissedecekleri devlet, millet ve aile gibi bazı kurumlarla bağlarını kaybetmekte ve bazılarıyla da yozlaşmış bir ilişki kurmaktadırlar, (din ve hukuk gibi). Bu süreç içinde ortaya çıkan insan gürûhu için en uygun tanım –genel olarak – “lümpenproletarya” olarak bilinen kavramdır. Bugün bu kavram üzerinde durmak istedim.

LUMPENPROLETARYA NEDİR?

Lümpenproletarya, birincil olarak Marksist teoride, alt sınıfların sınıf bilincinden yoksunluğuna atfen kullanılan bir kavramdır. Alt sınıf ise, ekonomide diğer bütün iktisadi sınıflara nazaran sosyal ve iktisadi durumu en düşük olan insan grubuna verilen addır. Karl Marx ve Friedrich Engels’e göre lümpenproletarya popülist siyasetçiler ve karşı-devrimci güçler tarafından yönlendirilip istismar edilebilecek olan toplumun bilinçsiz en alt tabakalarına verilen addır. Bütün bu tanımlara dayanarak lümpen proletarya mesleksiz, bir işte çalışıyor olsa da sınıf bilinci ve mesleki aidiyetten yoksun, kolektif hareket etmekten çok bireysel kaygılarla hareket eden alt sınıflara verilen addır.

Bu tanımlarda, özellikle Marx’ın tanımında, dikkat çeken husus lümpenproletaryanın popülist siyasi hareketler ve karşı devrimci güçlerin elinde oyuncak olabileceğidir. Sosyalist siyasetin karşı devrimciyle kastı vahşi kapitalist sistemin içinde bir şekilde olup bu sistemden nemalanan ve dolayısıyla bu sistemin değişmesine kısmen veya tamamen karşı olan zümrelerdir. Daha genel bir bakış açısıyla her üretim sisteminde, her zaman ve mekânda toplumda hâkim olan güçler toplumsal ve iktisadi değişime karşı olurlar. Bunları tutucu veya muhafazakâr olarak tanımlamak daha doğru olur. Buradan hareketle lümpenproletarya sınıf bilincine, aynı sorunlara karşı kolektif mücadele bilincine sahip olmayan ve toplumun egemen güçleri tarafından yönlendirilip istismar edilen mesleksiz ve aidiyetsiz insan topluluklarını temsil eder.

LUMPENPROLETARYA VE TOPLUMSAL DEĞİŞİM

Marx, Engels, Lenin ve Troçki lümpenproletaryanın iktisadi ve sosyal değişimin karşısında olduğundan hareketle, kendi sosyalist düşüncelerine göre bir devrimde yararlı olmayacaklarını, aksine, devrime karşı olacaklarını savunurlar. Örneğin 1848’deki olaylarda Paris’te ayaktakımı ve şehrin batakhanelerinde yaşayan suç çetesi mensuplarının III. Napolyon rejimi tarafından devrimcilere karşı kullanılması gösterilir. Yine 1917 Rus Devrimi’nde Çar rejiminin en büyük destekçilerinin bizatihi Çar Rejimi tarafından ezilen mujikler (topraksız köylüler ) olduğu hatırlatılır. Bununla birlikte sosyalistler arasında farklı bir düşünceyi savunan Çin Halk Cumhuriyeti’ni kuran Mao’dur. Mao’ya göre lümpenproletaryayı oluşturan ayaktakımı bir taraftan toplum için zararlı ve yıkıcı faaliyetlere sahip olmakla birlikte, aynı zamanda bunlar, kapitalist düzen tarafından ezilmiş, sömürülmüş ve kimliksizleştirilmiş insan yığınlarıdır. Uygun ve etkin bir liderlikle lümpenproletarya, Mao’ya göre, devrimin motor gücü olabilir. Bu düşünceler, pratikte Kültür Devrimi’yle sonuçlanmış ve büyük bir tarihe sahip Çin uygarlığı Çinlilerin muhayyilesinden tamamen silinmeye çalışılmıştı. Mao çözümü bütün Çin tarihini reddederek tek tip bir insan yetiştirmekte bulmuştu.

Sosyalistlerin genelde lumpenproletaryayı sosyal değişime karşı bir gürûh olarak tanımlamasına rağmen, anarşistler bu konuda farklı düşünürler. Anarşistlerin önemli isimlerinden Mikhail Bakunin ki, Engels onu “lümpenlerin prensi” olarak taltif (!) eder, gerçek sosyal devrimin burjuva toplumunun çalışan emekçi sınıflarından değil, ancak ve ancak, lümpenproletaryadan kaynaklanacağını söyler. Dahası, Bakunin insanın içinde toplumsal kural ve kurumlarla baskılanabilen ancak hiçbir zaman yok edilemeyecek doğal bir öz olduğunu söyler. Bu öz insanın içindeki kuralsızlık duygusudur. Bu yüzden gerçek toplumsal değişime önderlik edecek kahramanlar ve doğal liderler, toplumun en alt kademesinde bulunan ve kuralsızlığı ve kanunsuzluğu temel kural olarak kabul eden ayak takımı içinde çıkar.

Kapitalist üretim sistemi içinde yer alan burjuva demokrasilerinde lumpenproletarya tutucu ve popülist siyasetçilerin, sistemin ve kendilerinin sömürüden elde ettiği şahsi kazançlarının devamını isteyen üst sınıfların kontrolünde ve yönetiminde serpilir. Bu grupları koordine etmenin yolu büyükşehirlerin varoşlarındaki çaresizlik ve kötü yaşam şartlarından kurtulma umudunu yaşatmaktan geçer. Bu yolda, yozlaşmış merdiven altı dini örgütlenmeler, etnik, bölgesel veya dini ayrımlara dayalı toplumsal oluşumlar kullanılır. Önemli olan lümpenproletaryanın sistemin egemen güçlerinin kontrolünde ve denetiminde kalabilmesidir. Eğer bu sağlanırsa, reel ücretleri düşük tutacak ve işçi sınıfının örgütlenmesini engelleyecek bir niteliksiz işgücü rezervi el altında tutulacaktır. Aynı zamanda tutucu ve popülist partilere de kitle halinde oy devşirilebilecektir. Bu herkesin kazanacağı bir “baskın strateji dengesi” gibi görülmektedir. Cahil ve eğitimsiz ayaktakımı milli takımın galibiyetleri, dini ritüeller, belli aralıklarla verilen ve egemen sınıf için yüksek maliyetli olmayan aynî yardımlar ve ulusal medyada yayınlanan hamasi dizi ve filmlerle istenilen kıvama getirilir. Bu lümpenproletarya kontrol altında olduğu müddetçe sistemin egemenleri için ideal bir denge koşulunu oluşturur. Ya bunlar kontrolden çıkarsa ne olur?

KÜRESELLEŞME VE LUMPENPROLETARYANIN MERKEZİ HALE GELMESİ

Burada birçok defa küreselleşme sürecinin beklenenin aksine ülkeler arası gelişmişlik farkları ile gelir ve servet uçurumlarını ortadan kaldırmayıp daha da büyüttüğünden, gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere ülkeler içinde de gelir ve servet farklılıklarını arttırdığından, milli değerler ve milli aidiyeti aşındırdığından ve milli devleti zayıflattığından bahsetmiştim. Bu gelişmelerin doğal sonucu her toplumda orta sınıfların küçülmesidir. Klasik anlamda kapitalist bir demokraside, sistemin belkemiği orta sınıflardır. Nitelikli işgücü, katma değerli üretim ve mesleki aidiyete sahip bilinçli bireyler orta sınıflardan neşet eder.

Küreselleşme ve liberalleşme süreçleri sosyal devleti neredeyse ortadan kaldırmıştır. Eğitimde özelleştirme eğitimde fırsat eşitliğini azaltmış, kontrolsüz serbest ticaret yerli ve milli sanayiyi küçültmüş, özellikle gelişmekte olan ülkelerde firmalar büyük küresel firmaların bayii haline gelmiştir. Doğal kaynak ihracatçısı olanlar hariç, gelişmekte olan ülkeler dış finansal hareketlere aşırı bağımlılık içine düşmüşlerdir. Bu da artan üretimsizlik, tüketim iştahına bağlı artan dış borç ve dış borca bağlı dönemlik krizlere sebep olmaktadır. Bütün bu süreç orta sınıfların zayıflamasına yol açmaktadır. Bu sınıfların zayıflaması alt sınıfların, ayaktakımının, yani lümpenproletaryanın toplum içindeki oranını arttırmaktadır. Bu da, hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde, ayaktakımına dayalı popülist siyasetin güç kazanmasına, orta sınıfı temsil eden partilerin güçten düşmesine neden olmaktadır. Bu bir kısır döngüdür. Yani mevcut eşitsizliğe dayalı sistem lumpenproletaryayı büyütmekte, büyüyen lümpenproletarya popülist siyaseti güçlendirmekte, popülist siyaset de mevcut eşitsizliğe dayalı yapıyı tahkim etmektedir.

“Hocam, lümpenproletarya oluyor da, lümpenburjuva olmaz mı?” Evet olur… Hem lümpenburjuva hem de lümpenentelijansiya vardır. Bunları da Cuma’ya bırakalım.