Hobbes burada insanın kendi varlığını korumak için diğer insanlarla rekabet içinde olmasını, insanların sürekli bir şeyleri elde etmek için başka insanların önüne geçmek istemesini anlatıyor.
Bugünlerde ünlü filozof Hobbes’un “İnsan insanın kurdudur” sözünü çok duyuyorum. Kurtlar arttı mı dersiniz?
Hobbes burada insanın kendi varlığını korumak için diğer insanlarla rekabet içinde olmasını, insanların sürekli bir şeyleri elde etmek için başka insanların önüne geçmek istemesini anlatıyor. Ona göre insan insanın tehdit unsuru. Son zamanlarda bu deyişi “Kadın kadının kurdudur” olarak değiştirenler var. Bu ifade bir kadına en çok zararın yine bir başka kadından veya bir başka kadın sebebiyle geldiği fikri üzerinden doğuyor.
Sosyal medyada ve çevreme yapmış olduğum ankette çoğunluk “Kadın kadının kurdudur” cevabını verdi. Belki bazılarınız tam tersi görüşü savunacak: “Kadın kadının yurdudur” ama geçmişten günümüze baktığımızda kadını en çok kadın yaralıyor, eleştiriyor, hor görüyor, aşağılıyor, kıskanıyor, çekiştiriyor. Bu konuda önce kadınların kafası değişmeli.
Aslında mitolojide başlıyor kadının kurdu kadın olmaya. Asena pardon Athena tarafından güzelliği kıskanılan, tecavüz edilen, hem tanrılardan hem insanlardan zulüm gören taşa çevrilmiş yılan saçlı Medusa’yı çok yanlış bilmişiz yıllardır. Korkunç ve kötü kalpli. Oysaki o adaletsizliğin, haksızlığın en büyüğüne uğramış bir kadın.
Biraz daha ileri tarihe gidersek, Hz.Hacer yaşlı ve çocuğu olmayan Sare tarafından İbrahim’e sunulduğunda henüz çok gençtir. İbrahim, çocuğu olmayan Sare'nin izniyle Hacer'le evlenir, İsmail’i doğurur. Sare Hacer'i çok kıskanır. Sare’nin emri üzerine Hacer ve oğlu İsmail o dönemde kimsenin yaşamadığı Mekke vadisine getirilip bırakılır ve çok zor günler geçirirler.
Osmanlı’da hanım sultanların iktidar hırsı valide sultan olma hevesi ve kadınların birbirilerini yok etme çabasını hatırlayın…
Bütün bunlar ne kadar da günümüz kadınlarının yaşadıklarını anımsatan hikayeler öyle değil mi? “Ben yapmadım o da yapmasın, ben çektim o da çeksin” mantığı. Bir kısmı da kendisinin beceremediği şeyi başkası becerdiği için içten içe sinir oluyor. Bazıları çok kıskanıyor. Belki bunu fark etmeden yapıyor ama, kadın kadına çelme takmaktan pek hoşlanıyor.
Kadının kadına yaptığı şiddeti okul sıralarında da görüyoruz. Sen benim sevgilime baktın bahanesi altında liseli kızların saç saça baş başa kavga etmeleri, kadının kadına tahammülsüzlüğünün, kadının kadına şiddetinin en açık göstergesi. Birbirlerine hem fiziksel hem de psikolojik şiddet uygulayan bu kızların durumu yetişkin olduklarında değişmeyecek ve daima özgüveni olmayan, kavgacı, dedikoducu, kıskanç bir kişilikle hayatlarını sürdürecekler.
Peki ya o evli erkeklere dadanan kadınlara ne demeli? Adamın evli olduğunu bile bile diğer kadının mutluluk hakkını elinden almasına, ağır travma ve yaralar açmasına! Oysa aynı durumu kendisi yaşasa muhtemelen haklı olduğundan ve haklarından bahsedecek.
Bir de beraber olduğu erkeğin eski sevgilisine ya da potansiyel sevgili olma ihtimali yüksek kadınlara sardırma var. Önce kadın sosyal medyada takibe alınır. Sevgili ile arasındaki bağı bulmaya çalışmalar, ajanlıklar. Fotoğraflara beğen yaptı mı yorum yazdı mı, ne zamandan beri arkadaşlar? Hatta şüphelenilen kadınla tanışılır, arkadaşlık kurmaya çalışılır. O da yetmez kadının iş yerine kadar gidilip durum hakkında gayet dostane(!) bilgiler alınır. “Hadi canım!” demeyin, danışanlarımdan öyle çok yaşanmış hikayeler var ki…
Eğer kadının eşi veya sevgilisi aniden hayatını kaybettiyse yakın kız arkadaşlarının vay haline! Kıskançlık krizine kapılan eş-sevgili üzüntüsünü paylaşan, baş sağlığı dileyen tüm kadınları baştan aşağı sorguya çeker. “Dostum” dediğiniz adam zorla sevgiliniz olur, iftiralar, son derece ağır sözlere tabi tutulursunuz. Hatta” Ben onun sevgilisiyim” diyerek merhumun arkasından bir statü kazanma çabasında olan para veya mevki hastası kadınlar doldurur meydanı. Hiçbir savunması olamayan merhum hakkında doğrulanamayan sözler, dedikodular, ailesine ve mesleğine zarar vermeler…
İşte tüm bunlardan anlaşılıyor ki özgüveni olmayan kadın, çevresindeki tüm güzel kadınları potansiyel bir tehlike olarak gördüğü için henüz tanımadan onlara adeta bir düşman gözüyle bakar. Hem sevgilisi hem de bulunduğu çevresi tarafından en beğenilen kendisi olmak ister. Etrafında bu durumu sekteye uğratacak güzel bir kadın olduğu zaman, tüm naifliği ve albenisi gider, yerine kötü niyetli bakışlar atan çirkin çirkef bir kadın gelir.
İşte tüm bunlar ve çok daha fazlası kadının kadına yaptığı ağır şiddetler. Yakın çevremizdeki kadınlara karşı bu kadar acımasızken; toplum içinde, sosyal medyada ya da başka ortamlarda kadın haklarından, kadına saygıdan bahsetmemiz ne kadar samimiyetsiz ve ne kadar eğreti duruyor. Kadına en büyük kötülüğü yine kadın yapmıyor mu?
Oysa kadın kendini öyle ortalara atan biri olmamalı. Kadınların ortak yönü yaşadıkları onca acıya, hasrete, aldatılmışlığa, sürgüne, terk edilmişliğe rağmen ağır başlılığını hep korumalı. Aşkı da hüsranı da zarafetle yaşamalı. Saçılıp dökülmemeli ortalıklara. Rezillik çıkarmamalı. Biz kadınlar bu kadar zayıf ve bu kadar rezil olmamalıyız.
Kız kardeşliğe çok inanan biriyim. Kız lisesinde yatılı okudum kız kardeşliğin ne olduğunu iyi bilirim. Dilimizde “Kadın kadının kurdudur” sözünün söylenmesi ne kötü. Acı ama doğru da. Bilmeli ki ancak biz birbirimizi gerçekten anlayabiliriz. Bu nedenle birbirimize omuz vermeli, birbirimize yurt olmalıyız. Yaşanılan sorunlara birlikte çözüm aramalı, tez zamanda silkelenmeli ve birbirimize arka çıkmalıyız. Birbirimizin karşısında değil yanında olmalıyız. İdeal olan bu düşünceler dilerim bir ütopya olmaktan çıkar.