Mayıs 1995'te Beyoğlu'ndaki Galatasaray Lisesi'nin önünde toplanan bir grup kadın "çocuklarımızı istiyoruz" diye sessiz bir oturma eylemi başlatmıştı.
“Cumartesi Anneleri” diye anılmaya başlayan bu kadınların eylemi daha sonra genişleyerek yıllarca sürdü. Her hafta aynı yerde toplanan anneler, 1990’lı yılların karanlık dehlizlerinde kaybolan çocuklarının akıbetlerinin açıklanması için haykırdı.
PKK ve sol örgütler, çocukları kaybolan gözü yaşlı annelerin bu eylemlerini kendi tekellerine alarak siyasal amaçları için kullandı.
Bir süre sonra çocukları dağa giden kadınlar , “Barış Anneleri” adında bir grup kurdu.
Bunlar da yıllarca çeşitli yerlerde eylemler yaparak PKK ile devlet arasında bir barış sağlanmasını ve çocuklarının geri dönmesini istedi.
PKK da ne kadar barışçıl olduğunu göstermek için bu kadınların arkasında durdu onları yönlendirdi.
Bu gözü yaşlı annelerin tümü PKK’nın, HDP’nin ve diğer sol örgütlerin siyasal amaçlarından, hesaplarından bağımsız olarak kendi çocukları için didindi durdu.
Ancak bu yapılar, annelerin bu çığlığını siyasal amaçlarına alet etmek için her türlü yola başvurdu ve önemli ölçüde de başarılı oldular.
Toplumun içinden çıkan, acılarını bilen, toplum ile aynı acıları yaşayan insanların omuzlarında doğup büyüyen AK Parti bu insanların çığlığını duydu.
“Baldıran zehri içmeyi” göze alarak asırlık sorunun altına sadece elini değil gövdesini koydu ve “çözüm süreci” diye bir süreç başlattı.
Bu süreç, yıllarca yüreği yaralı Kürt analarının acıları ve gözyaşları üzerinde tepine tepine büyüyen PKK’yı telaşlandırdı.
Dış güçlerin kucağında oyuncağa dönüşen PKK ne edip süreci berhava etti.
Yıllarca barış, özgürlük, kardeşlik, insan hakları gibi insanlığın kutsal değerlerini kendine slogan yapan PKK’nın ipliği pazara çıktı.
PKK ve HDP çevreleri her ne kadar “çözüm masasını Erdoğan” tekmeledi dese de halk hendeklerle amaçlanan şeyin ne olduğunu gördü.
O nedenledir ki çözüm sürecinin sabote edilmesinden bu yana PKK’ya katılım her geçen gün azaldı.
Örgüt artık eleman bulmakta zorlanınca şimdiye kadar zaten PKK’nın askere alma şubesi gibi çalışan HDP, artık henüz 18’ini doldurmayan çocukları zorla dağa kaçırma yollarına başvurmaya başladı.
Eskiden Doğu-Güneydoğu’nun birçok yerinde HDP tabanı arasında “eski devletin zulmüne karşı” dağa çıkmak saygınlık olarak algılanırdı.
O nedenle analar-babalar içleri kan ağlasa da çocuklarının dağa gidişi, götürülüşü önünde çok fazla direnemezdi.
Ama bugün artık öyle değil.
Çözüm sürecinin altına dinamit konulması, ardından gelen hendekler vs. o kesim arasında da PKK’ya yönelik saygıyı öfke ve nefrete dönüştürdü.
Bir süre önce Hacire Akar’ın başlattığı ve giderek yaygınlaşan HDP binalarının önündeki oturma eylemleri işte bu öfke ve nefretin dışa vurumudur.
Bu yazının yazıldığı saatlerde sayıları 8’e çıkan ailenin HDP Diyarbakır İl Binasının önünde yaptığı eylem, çocukları kandırılarak ya da zorla dağa çıkarılan Kürt analarının isyanıdır.
Aslında Kürtlerin PKK’ya yönelik öfke ve nefreti Türkiye ile sınırlı değil.
Kuzey Irak’taki Kürt yerleşim bölgelerinde PKK’ya yönelik tepkiler ve “Burayı terk et” baskıları her geçen gün artıyor.
Yine Suriye’de Rojava denilen bölgede PKK’nın kendilerine itaat etmeyen yüzbinlerce Kürt aileyi göçe zorlaması, 14-15-16 yaşlarındaki çocukları zorla silah altına alması, denetimi altındaki bölgelerde ağır baskı ve işkenceler uygulaması da PKK’ya yönelik öfke ve nefreti derinleştiriyor.
Kürt analarının bu çığlığı, bu öfke ve nefret PKK’yı da HDP’yi de bitirebilir.