Arjantin'de Javier Milei, Hollanda'da da Geert Wylders seçimleri kazandı.
Arjantin’de Javier Milei, Hollanda’da da Geert Wylders seçimleri kazandı. Macaristan’da Orban, Hindistan da Modi, Ukrayna’da Zelensky, İtalya’da Meloni, İsrail’de Netanyahu ve benzerleri… 2024’te de ABD’de Trump ve Fransa’da da Le Pen büyük şansa sahipler. Bütün bu saydığım liderlerin ortak tarafı çarpık küreselleşmenin sonuçları olmalarıdır. Yeni teknoloji paradigması ve küreselleşme sebebi ile iktisadi alt yapısı değişen dünya sisteminin siyasi ve sosyal üst yapısının yenilenmemesi, merkez siyasetin hâlâ daha 1970’ler formatında olması sebebiyle toplumların ihtiyaçlarına cevap verememesi popülist sağ siyasetin bütün dünyada yükselmesine yol açmıştır. Merkez siyasi partilerde hem doktrinel zayıflık hem de kadro ve lider eksikliği göze çarpmaktadır. Buna mukabil küreselleşmenin etkisiyle milli kimliğin parçalanmasıyla karşı karşıya kalkan toplumlar içerde kimlik krizi geçirmekte, korkunç düzeylere varan göçmen akını ülkelerde ırkçılık ve yabancı düşmanlığını kışkırtmakta, gelir ve servet dağılımının bozulması sebebiyle fakirleşen orta sınıflar lümpenleşmekte, bu lümpenlere dayanan şovmen siyasetçiler iktidara gelmektedir. Bu siyasetçilerin hepsi popülist sağ genel adı altında zikredilse de ortak bir ideolojileri yoktur. Hepsi günün şartlarına göre değişen politik söylemlere sahip, pragmatik ve makyavelist siyasetçilerdir. Ana hedefleri kafalarındaki davayı gerçekleştirmek değil, ne pahasına olursa olsun iktidara gelmek ve iktidarda kalmaktır.
Bu süreci anlatmak için birkaç yazıyı içeren bir yazı dizisine ihtiyaç vardır. Elbette ki popülist sağ olarak bilinen siyasi hareketler ülkelere göre değişkenlik gösteren politik önerilere sahiptir. Ama ortak özellikleri küreselleşme sürecinin doğurduğu iktisadi ve siyasi problemlere çözüm getiremeyen merkez siyasete tepki duyan kitleleri demagoji ve propaganda ile yönlendirebilme kabiliyetleridir. Bu liderler, o kadar ilkesiz ve ideolojisizdir ki, popülist politikalarını eleştirdiğim Sayın Cumhurbaşkanı bile bunların yanında bir De Gaulle gibi ağır ve tutucu bir lider olarak kalmaktadır. Bugünkü yazıda genel olarak popülist sağ kavramını inceleyeceğim. İkinci yazıda ise Javier Milei ve Anarko Kapitalizmi anlatacağım. Daha sonra üçüncü yazıda dinci ve ırkçı popülist hareketleri ele alacağım.
POPÜLİZM NEDİR?
Popülizm, "halk" fikrini vurgulayan ve sıklıkla bu grubu "elitler” ile karşı karşıya getiren bir dizi siyasi duruştur. Sıklıkla düzen karşıtı ve apolitik duygularla ilişkilendirilir. Terim 19. yüzyılın sonlarında gelişmiştir ve o zamandan bu yana çeşitli politikacılara, partilere ve hareketlere genellikle aşağılayıcı bir ifade olarak kullanılmıştır. Siyaset bilimi ve diğer sosyal bilimlerde popülizmin çeşitli farklı tanımları kullanılmış olup, bazı akademisyenler bu terimin tamamen reddedilmesini önermektedir.
Popülizmi yorumlamaya yönelik ortak bir çerçeve, düşünsel yaklaşım (ideational approach, İng.) olarak bilinir: Bu yaklaşım, popülizmi, "halkı" ahlaki açıdan iyi bir güç olarak sunan ve onları yozlaşmış ve kendi çıkarlarına hizmet eden olarak tasvir edilen "elitler” ile karşılaştıran bir ideoloji olarak tanımlar. Popülistler "halkın" nasıl tanımlandığı konusunda farklılık gösterirler ancak bu, sınıfsal, etnik veya ulusal çizgilere dayalı olabilir. Popülistler tipik olarak "elitleri", homojen bir varlık olarak tasvir edilen ve kendi çıkarlarını ve çoğu zaman da büyük şirketler, yabancı ülkeler, göçmenler veya diğer grupların çıkarlarını "halkın" çıkarlarının üstünde gözetmekle suçlanan siyasi, ekonomik, kültürel ve medya kuruluşundan oluşan bir grup olarak sunarlar. Popülist partiler ve toplumsal hareketler genellikle kendilerini "halkın sesi" olarak sunan karizmatik veya baskın figürler tarafından yönetilir. Düşünsel yaklaşıma göre popülizm sıklıkla milliyetçilik, liberalizm veya sosyalizm gibi diğer ideolojilerle birleştirilir. Dolayısıyla popülistler, sol-sağ siyasi yelpazenin farklı yerlerinde bulunabilir ve hem sol popülizm hem de sağ popülizm mevcuttur. Homojen bir ideolojisi yoktur. Bu yazıda ben de düşünsel yaklaşımı kullanacağım.
Düşünsel yaklaşım popülizmin, popülist politikacıların sergileyebileceği belirli ekonomik politikalar veya liderlik tarzlarının aksine, popülizmin altında yatan belirli fikirlere göre tanımlanması gerektiği fikrini vurgulamaktadır. Bu tanımda popülizm terimi, "halka" seslenen ve ardından bu grubu "elitler" ile karşı karşıya getiren siyasi grup ve bireyler için kullanılmaktadır.
Bu yaklaşımı benimseyen Albertazzi ve McDonnell, popülizmi "erdemli , homojen ve egemen bir halkı”, “haklarından, değerlerinden, refah, kimlik ve sesinden mahrum etmeye çalışan zümre” olarak tasvir edilen bir dizi elit ve tehlikeli “ötekiler” ile karşı karşıya getiren bir ideoloji olarak tanımlar. Benzer şekilde siyaset bilimci Carlos de la Torre, popülizmi "siyaset ve toplumu iki uzlaşmaz ve düşman kamp: halk ile oligarşi veya iktidar bloğu arasındaki mücadele olarak bölen Manici bir söylem" olarak tanımlamaktadır.
Mudde ve Rovira Kaltwasser’a göre, bu anlayış çerçevesinde, "popülizm her zaman yerleşik düzenin eleştirisini ve sıradan insanlara övgüyü içerir" ve Ben Stanley'e göre ise popülizmin kendisi de “halk ve elitler arasında düşmanca bir ilişkinin" ürünüdür ve "böyle bir ikilemin ortaya çıkma ihtimalinin ortaya çıktığı her yerde gizlidir". Siyaset bilimci Manuel Anselmi, popülizmin, "kendisini halk egemenliğinin mutlak sahibi olarak algılayan" ve "düzen karşıtı bir tutum sergileyen" "homojen bir topluluk-halk savunusu" olarak tanımlanmasını önermiştir.
POPÜLİST SAĞ’IN ANATOMİSİ
Küreselleşme doğası itibariyle milli devletlere karşıdır. Çünkü milli devletler resmi sınırlarla tanımlanmış bir vatan üzerinde aynı devlete vatandaşlık bağıyla bağlı insan topluluğunu millet olarak tanımlar ve egemenliğin kayıtsız şartsız bu millete ait olduğunu iddia eder. Küreselleşme ise sınırları anlamsızlaştırdığı için milli devletin üzerinde yükseldiği vatanı, küresel bir toplum ve küresel bir tüketim kültürü oluşturduğu için milleti, küresel sermaye (sıcak para ve spekülatif sermaye hareketleri) ve emek (fakir ülkelerden zengin ülkelere göç eden kaçaklar) hareketleri ile de milli devleti tehdit etmektedir. Dünya da yaşam tarzı ve tüketim kalıpları benzeşirken her ülkede milletler düşman mahallelere bölünmektedir. İşte burası sağ popülizm için münbit bir vaha gibidir.
Sağ popülist siyasetçi öncelikle kendi ülkesindeki şartlara göre bir elit tanımı yapar: Bu elitler kimi yerde yabancı sermayenin işbirlikçisi, kimi yerde halkı zabt–u rapt altına almış halk düşmanı bürokrasi, kimi yerde de göçmenleri, insan haklarını savunan entelektüellerdedir. Burada duruma göre aşırı devlet düşmanı, yabancı sermaye veya göçmen karşıtı, bazen de radikal dinci sloganlar kullanırlar. Küreselleşmenin etkisiyle kişilik parçalanmasına uğramış halkın içindeki daha geniş kalabalıklara dayanan orta alt ve alt sınıfları bu sınıfların rahatlıkla içselleştirebileceği hamasi sözlerle yönlendirirler. Yani “popülist sağ” için bir ütopya, bir ideoloji yoktur, önce milletin içinde bir düşman olarak “elitlerin” tanımlanması ve bunlarla “dış güçler” arasındaki bağlantının kurulması önemlidir. Dolayısıyla “popülist sağ” hareketler tepkisel hareketlerdir, yapmak değil yıkmayı arzularlar.
Bu süreçte, halkın orta alt ve alt sınıflarının kendini özleştirebileceği, mahalle kahvesindeki dayıların, kabul günlerinde ev hanımlarının, câmi cemaatinin benimseyeceği “halkın içinden” bir lider gerekir. Bu liderin doğru düzgün eğitimli olup olmaması önemli değildir, hatta eğitimsiz olması tercih edilir. Kabul görmüş konuşma lisanının formel tarzı yerine argo kelimeler kullanması da seçmeninin onayını alması için önemlidir. Lider “Verin iktidarı bu kardeşinize,” der “bütün sorunlarınızı mucizevi bir programla çözeyim!” Bu arada sorunların sebebi olarak sıklıkla “dış güçler” ve onların yardakçısı olarak lanse edilen “elitler” gösterilir. Üniversite hocaları, aydın ve sanatçılar hor görülür ve kalabalıklara yuhalatılır.
Her şey milletin bölünmüşlüğünden ve umutsuzluğundan istifade edilerek iktidara gelmek üzere kurgulanmıştır. İktidara geldikten sonra da aynı politika devam eder. İdeolojisi ve ilkeleri olmayan popülist iktidar, değişen şartlara göre 180 derece politika değiştirebilir. Bütün bunları yaparken Lider ve Partisi “halk” için fedakârlık yapmaktadır. Ancak “dış güçler” Lideri ve popülist iktidarı “kıskandığı” için onları iktidardan indirmek istemektedir. Ülkesine göre değişecek şekilde dini, milli veya sosyalist argümanlarla bu görüşler defalarca tekrarlanır. Muhalefet ise “dış güçlerin” maşası olarak tel’in edilir.
Pekiyi Javier Milei bu tanımların neresine uyuyor? Savunduğu Anarko Kapitalizm ne? O da Pazartesi’ye…