Emekçilerimizin 1 Mayıs Bayramını tebrik ederim. En büyük kâşanelerde oturanlar bile, en vasıfsız işgücü olmasa o serveti nasıl yapacaklardı? Emekçilerimizin kıymetini bilelim.

İKİ TEBRİK

Emekçilerimizin 1 Mayıs Bayramını tebrik ederim. En büyük kâşanelerde oturanlar bile, en vasıfsız işgücü olmasa o serveti nasıl yapacaklardı? Emekçilerimizin kıymetini bilelim.

3 Mayıs Türkçüler günü bütün Türk milliyetçilerine kutlu olsun. Görülen odur ki, küreselleşmenin dehşetli rüzgârına rağmen insanların huzur içinde müreffeh yaşamalarının yolu milli devlet ve millet şuurudur. Zaten bugün bu konuya değineceğim.

TARİHTE BUGÜN NE OLMUŞTU?

Bugün 4 Mayıs 2018. İlkönce “Tarihte ne olmuştu?” sorusunu cevaplayayım:

1929: İngiltere Sendikalar Birliği'nin çağrısıyla Britanya tarihinin ilk genel grevi başladı. Genel grev 9 gün sürdü.

1979: Muhafazakar Parti Lideri Margaret Thatcher seçimleri kazanarak İngiltere'nin ve Avrupa'nın ilk kadın başbakanı oldu.

1980: Eski Yugoslavya Devlet Başkanı Mareşal Josip Broz Tito öldü.

1988: Polonya'da Nisan'da başlayan grevler yayıldı, tersane işçileri de greve gittiler; Devlet Başkanı Wojciech ( Voycies) Jaruzelski (Jaruselski) ile Dayanışma Sendikası arasında tartışmalar çıktı.

1997: Tangolarıyla tanınan Esin Engin İstanbul'da vefat etti.

Öncelikle hemşehrim Esin Engin’e Allah’tan rahmet diliyorum. Çocukluğumuz onun tangolarını dinleyerek geçti. Yukarıdaki kronolojiye gelince, 4 Mayıs tarihinin iki önemli siyasi figürün bir iktidara gelme ve bir de ölüm yıldönümü ile küresel ekonomik sistemin kırılma noktalarında oluşan iki önemli işçi hareketinin yıldönümü olduğunu görürüz. 1929 Krizi ki, iktisatçılar arasında “Büyük Buhran” olarak adlandırılır, o dönemin bir numaralı gücü İngiltere’de kitlesel işçi eylemlerinin başladığı bir dönemdir. Bu Buhranı II. Dünya Savaşı ve İngiltere’nin tahtını ABD’ye devretmesi takip edecektir. İngiliz egemenliğinin bitmesi akabinde, 1946’dan 1990’lara kadar, dünya bir deli gömleği giyecekti: Soğuk Savaş. Devletler iki kutuptan birine dahil olacak ve bütün politikalarını bağlı oldukları kutbun askeri ve güvenlik politikalarına uyarlayacaklardı. Bu sürecin dışında kalan ülkelerin (Üçüncü Dünya Hareketi) başta gelenlerinden birisi de Yugoslavya ve lideri Mareşal Tito idi. 1979 yılında Thatcher’ın iktidara gelmesi ile başlayan Yeni Sağ’ın yükselişi ve 1980 yılında Mareşal Tito’nun ölümü Soğuk Savaş düzeninin yıkılmasının göstergesiydi. Nitekim 1988 yılında, yine bir 4 Mayıs günü, komünizmin çöküşünü başlatan Polonya’da İşçi eylemleri başladı. Ve o zamandan bugüne Yeni Sağ / NeoCon ideolojinin dünyaya kudurmuşçasına saldırısına tanık olduk.

BUGÜNE KADAR NE OLDU?

ABD’nin Soğuk Savaş sonrası hayal ettiği tek kutuplu dünya düzeni ve onun dayandığı iktisadi altyapı olan teknolojik değişim süreci, özellikle bizim de içinde olduğumuz gelişmekte olan ülkelerde belli bir programın uygulanmasını gerektirmekteydi. Çünkü tek kutuplu bir dünya olması için ortadan kaldırılması veya en azından etkinliğinin budanması gereken ana kurum milli devletler idi. Başta ABD olmak üzere, yüksek teknolojiyi kullanan ülkelerin dev firmaları üretim fazlası ve dev bankaları da tasarruf fazlası veriyordu. Üstüne üstlük çoğu sosyal devlet niteliğini haiz gelişmiş ülkelerin milli devletlerinde işgücü maliyetleri de çok yüksekti. Batılılar hem daha yeni sektörlere kaynaklarını aktaracaklar, hem maliyeti yüksek konvansiyonel sektörlerinin maliyetlerini düşürecekler, hem de üretim ve tasarruf fazlalarını satabilecekleri yeni pazarlar bulacaklardı. Bunun için gelişmekte olan ülkelerin uluslararası para, mal ve sermaye hareketlerine kontrolsüzce açılması ve piyasalarını dev uluslararası firma ve bankalara açması gerekiyordu. Programın ana hatları şuydu:

(i) Dış ticari liberalleşme (milli devletlerin yabancı malları sınırlayan gümrüklerinin sıfırlanması) ve dış mali liberalleşme (küresel tefecilere para piyasalarının açılması);

(ii) Özelleştirme (gelişmekte olan ülke hükümetlerine birkaç milyar dolar kredi verme karşılığında devlet firmalarının özel ve çoğunlukla yabancı firmalara peşkeş çekilmesi veya tümden kapatılması);

(iii) Kalkınmada planlama yerine doğrudan dış yatırıma ağırlık verilmesi (Batıda yüksek işgücü maliyeti yüzünden düşük kârla çalışan otomotiv, beyaz eşya ve benzeri konvansiyonel sektör firmalarının gelişmekte olan ülke ekonomilerine yerleşmesi ve buradaki ucuz işgücüyle yeniden kârlı hale geçmesi);

(iv) Milli devletlerin merkezi yapısının tasfiye edilip yerinden yönetim sahtekârlığı adı altında federalizmin veya özerk yönetimlerin kurulması (örneğin bizde PeKeKe yandaşı aydınlatılmış “liberal solcular” ve bazı yeni yetme İslamcıların savunduğu görüşler);

(v) Milli değerlerin önemsizleştirilip, milletin etnik ve mezhebi temelde ayrıştırılması, aile değerlerinin hor görülüp marjinal yaşamların medya iletişim kanallarıyla özendirilmesi;

(vi) Dinlerin geleneksel yorumlarının ve milli devletlerin laik rejimlerinin çağdışı ilan edilip, bütün insanlığın uydurma ve küreselci dini yapılara bağlanması (Dinlerarası Diyalog Tartışmaları, Moon Tarikatı, Deizm ve Ateizm, kerameti kendinden menkul uzay tarikatları ve FETÖ gibi gruplar);

(vii) Barış ve silahsızlanma diyerek devletlerin milli ordularının kumpaslarla tasfiyesi, (Ayışığı, Sarıkız, Ergenekon ve Balyoz sahte davaları);

(viii) STK’ların kurulup insan hakları ve demokrasi adına çalışması (toplumların milli kültür ve değerlerini ortadan kaldıracak, etkisizleştirecek casus faaliyetleri);

(ix) Siyasetin tanzimi ve küresel kartel ve tefecilerin güdümündeki proje partilere ve liderlere sınırsız destek verilmesi;

(x) Programı uygulamaya yanaşmayan ülkelerde (Irak, Libya ve Suriye) doğrudan işgal ve programı uygulamaktan bir süre sonra vaz geçen ülkelerde (Türkiye ve Rusya) darbe (Türkiye’de 28 Şubat ve 15 Temmuz darbeleri) ve iç karışıklarla (Rusya’da Çeçenistan İsyanı, cihatçı teröristlerin faaliyetleri, Türkiye’de Gezi eylemleri, suikast ve terör faaliyetleri ile) milli siyaset kurumlarının ele geçirilmesi;

Bu program büyük acılara, maddi ve manevi kayıplara yol açmıştır. Ancak bugün itibarı ile bu program başarısız olmuştur. Batı emperyalizminin küresel kartel ve tefecilerin güdümündeki tek kutuplu Yeni Dünya Düzeni rüyası 1929‘dan bu yana görülmüş en büyük kriz olan 2008 Krizi ile sona ermiş, Batı emperyalizmi o günden bu yana on yıl içinde hızla mevzi kaybetmiştir. AB çöküş sürecine girmiş, ABD askeri cuntanın kuklası bir müteahhit tarafından yönetilmekte, Almanya kendi kabuğuna çekilmiş ve Fransa’da işçi eylemleri patlamıştır. Öyle ki, Batı’da bu sistem aleyhine yeniden Milli Devlet ve Sosyal Devlet diyen Ulusalcı Siyaset hızla yükselmektedir. Çin’in ve (içinde Türkiye’nin de olduğu) diğer ülkelerin yükselişi Batı’nın Harikalar Kumpanyası’nın bitmeye yüz tuttuğunun göstergesidir. Bugün yeni bir dünyanın ve yeni bir küreselleşmenin şafağındayız….

VE BUGÜNDEN SONRA NE OLACAK?

Önümüzdeki yeni siyasi ve iktisadi düzenin ana hatları şöyledir:

· Yükselen milli ekonomik politikalar ve yeniden dizginleri ele alan milli devletler

· Küresel tefecilerin ve kartellerin yol haritasına değil, milletin hakimiyetine ve taleplerine dayalı yerli ve milli demokrasiler;

· Geleneksel dini anlayışın, milli şuur ve ahlâkın toplum içinde yükselmesi;

· Milli orduların yeniden ve daha güçlü olarak kurulması;

· Ticaretin ve iktisadi faaliyetlerin ne idüğü belirsiz “piyasa güçleri” yerine milli devletlerin kontrolüne geçmesi;

Bu şartlar önümüzdeki dönemde küreselleşmenin ana oyuncusunun kendi halklarının milli iradesine dayanan milli devletler olacağını müjdelemektedir. Pazartesi bu konuyu biraz daha açacağım.

Hayırlı Cumalar…