Geçen yazıda sosyal ağlardan bahsetmiştim. Sosyal ağlar bireylerin kendi hayatlarındaki hedeflerine ulaşabilmek için dahil oldukları her çeşit insan grubunu tanımlamaktaydı. Bir birey kendi hayat hedefleriyle uyumlu ve bu hedeflere ulaşmasını kolaylaştıracak sosyal ağa kendi tercihiyle girer ve yine sosyal ağa mensubiyetin kendisine maliyeti yararlarından fazla olduğunda ise çıkar. Ancak bazı geniş sosyal ağlar vardır ki, buna girmek de, çıkmak da insan iradesine değil toplumsal teamüllere ve üretim tarzına bağlıdır. Bu sosyal ağlar millet, ümmet ve sınıftı.
Bugün içinde bulunduğumuz toplum 1970’lerden bu yana yüzyılların birikimiyle oluşmuş milli kültür, yaşam tarzı ve dini bakışların zayıflayıp ortadan kalkma sürecinin sonucunda şekillenmiştir ve bu şekillenme veya şekilsizleşme hızlanarak devam etmektedir. Şekilsizleşme tabirini özellikle kullanmaktayım çünkü insan bireylerinin tarih içinde geliştirdiği yaşam tarzı, toplumsal kültür, norm ve değerlerin hızla tahrip edildiği ve yerine eşitlik, bireysellik, özgürlük ve evrensellik gibi soyut bazı kavramlara dayandığı iddia edilen bir kuralsızlığın ikame edildiği bir ortamda yaşamaktayız. Tabii ki bu süreç gökten zembille inmemiştir. İktisadi altyapıdaki, yani üretim tarzı ve teknolojisindeki, hızlı değişimin sonuçlarına bağlı olarak gelişmektedir. Bu değişimin birinci ve en önemli sonucu çarpık küreselleşme sürecidir. İkincisi bu çarpık küreselleşme sürecini kendi maddi çıkarları (küresel hegomonyasının devamı, jeo-politik kazançlar, askeri ve iktisadi üstünlüğünü kaybetmeme arzusu gibi) doğrultusunda kullanan ABD merkezi idaresi ve küreselleşmeden nemalanan sermaye gruplarıdır. Üçüncüsü hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde milli devlet yapılarının bu değişimi kendi yapılarını geliştirecek ve toplumlarının milli menfaatlerini koruyacak şekilde değerlendirememiş olmalarıdır. Bütün bunların sonucunda milli değerleri olmayan, millete ve içinde bulunduğu toplumun değerlerine aidiyet hissetmeyen, bireysel özgürlüğü anarşist ve nihilist bir kuralsızlık ve hedonist bir bencillik zanneden, kendini dünya vatandaşı hisseden ve yerleşik ahlâk kurallarının insanlığı geriye götürdüğüne inanan bir insan tipi yaratmak amaçlanmaktadır. Bu anarşist, nihilist ve hedonist bireylerin şekilsiz toplumu da “woke culture – woke kültürüne” dayanmaktadır.
WOKE
KÜLTÜRÜ NEDİR?
Biraz Wikipedia’ya baktım. Bu konuda birçok makale
var ama İngilizce Wikipedia şu an için bizi idare eder. Bakalım Wikipedia
Hazretleri ne demiş: “Woke, Afro-Amerikan Yerel İngilizcesinden (AAVE)
türetilen, orijinal olarak ırksal önyargı ve ayrımcılığa karşı uyanıklık
anlamına gelen siyasi bir argo sıfattır. 2010'lardan itibaren ırksal
adaletsizlik, cinsiyetçilik ve LGBT haklarının reddi gibi toplumsal
eşitsizliklere ilişkin daha geniş bir farkındalığı kapsamaya başladı. Woke aynı
zamanda Amerikan Solu'nun kimlik politikaları ve sosyal adaleti içeren, beyaz
ayrıcalıkları ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki kölelik tazminatları gibi
bazı fikirlerinin kısaltması olarak da kullanıldı.
Uyanık kal ifadesi 1930'lardan beri AAVE'de
mevcuttur. Bazı bağlamlarda, Afrikalı Amerikalıları etkileyen sosyal ve politik
konulara ilişkin farkındalığa atıfta bulunuldu. Bu ifade, 20. yüzyılın
ortalarında Lead Belly'nin ve milenyum sonrası Erykah Badu'nun kayıtlarında
dile getirildi.
Uyanma terimi 2010'larda daha da popülerlik kazandı.
Zamanla cinsiyet ve ötekileştirilmiş olarak algılanan kimlikler gibi ırkın
ötesindeki meselelerle giderek daha fazla bağlantılı hale geldi. 2014 Ferguson
protestoları sırasında bu ifade, Afrikalı Amerikalılara yönelik polis
saldırıları hakkında farkındalık yaratmaya çalışan Black Lives Matter (BLM)
aktivistleri tarafından popüler hale getirildi. Terim Siyah Twitter'da
kullanıldıktan sonra, uyanma terimi, bunu genellikle BLM'ye desteklerini
belirtmek için kullanan beyaz insanlar tarafından giderek daha fazla
kullanıldı; bazı yorumcular bu kullanımı kültürel tahsis olarak eleştirdiler.
Bu terim Y kuşağı ve Z kuşağı üyeleri arasında popüler hale geldi. Kullanımı
uluslararası alanda yayıldıkça, 2017 yılında Oxford İngilizce Sözlüğü'ne
eklendi.
2020 yılına gelindiğinde bu terim, siyasi sağdaki
pek çok kişi ve Batı ülkelerindeki bazı merkezciler arasında çeşitli sol ve
ilerici hareketleri hedef alan alaycı bir aşağılayıcı ifade haline geldi. Woke,
kimlik ve ırkla ilgili ideolojilerin savunucularını küçümsediğini düşünen
yorumcular tarafından saldırgan olarak görüldü. Daha sonra, uyandırma yıkama ve
uyandırma kapitalizmi gibi terimler, genellikle "performatif
aktivizm" olarak adlandırılan bir olguya, samimi bağlılık yerine mali veya
siyasi kazanç için sosyal veya politik nedenleri kullananları eleştirmek için
ortaya çıktı.”
IRKÇI
AMERİKALILARIN GÜNAHLARINI BİZ Mİ TELAFİ EDECEĞİZ?
Wikipedia Hazretlerinin özetinden anlaşılacağı üzere,
ABD’de onyıllar boyunca ayrımcılığa tabi tutulan ve ikinci sınıf insan
muamelesi gören siyahi kardeşlerimizin hak arayışlarına dayalı olarak çıkan bir
kavram woke kültürü. Özünde “eşitsizliğe ve ayrımcılığa karşı uyanık olmak”
anlamına geliyor. Ama emperyalizmin etkileri çok hızla yayılan ve her ortama
uyum sağlayan bir kanser olduğunu biliyoruz. ABD merkezli kültür – sanat
endüstrisinin bütün dünyada ırkçı ABD’nin günahlarını bütün insanlığa ödetmek
için ciddi bir mesai sarf ettiğini görüyoruz. Son dönemde dizilerde zenci
şövalyeler, lezbiyen robotlar, Çinli kovboylar görmekteyiz. Sanat gerçeği
resmetmektense milli kültüründen kopmuş ve vatansızlaşmış bir insan tipini
yaygınlaştırmak, idealize etmek için kullanılmaktadır. ABD’liler için bu çok
sorun olmasa gerektir zira zamanında Batı’da tutunamamış ipten kazıktan
kurtulmuş haydut, sapık, cani ve yobazların kurduğu, Kızılderilileri soykırıma
tabi tutup Afrikalıları köleleştiren bir güruhun çocuklarıdır kendileri.
Tarihsiz, köksüz ve sadece çıkarların birleştirdiği yarı cahil bir toplum… Ama
bugün ABD merkezli emperyalizmin etki ajanları “woke kültürünü” bütün dünyaya
yaymak için canla başla seferber olmuş durumdalar. Özellikle bizim gibi
sığınmacı ve kaçak cenneti haline gelmiş ülkelerde bazı vatansız etki ajanları
vasıtasıyla “woke kültürünü” yaymak için oluk oluk para akıtıyorlar. Zamanında
Bölücü Eşkıyabaşı Apo’yu “beş vakit namaz kılan” “aydınlanmacı filozof” ilan
edenler, Casusbaşı Feto’nun önünde yerlere kapanıp “Hocaefendi!” diye salya
sümük ağlayanlar, Kıbrıs’ı AB’ye peşkeş çekmek isteyenler bugün Türklüğü
reddedip “Türkiyeliyim!” diyenlerdir.
Daha önceki yazılarımda “mütareke münevveri” diyerek
tanımladığım bu insanlar en son sığınmacılarla Türklerin evlenmesini teşvik
eden “uyum projelerini” planlıyorlar. LGBT hakları ile birlikte PKK’lı
eşkıyanın siyasi özgürlüğü, FETÖ’cü casusların inanç ve düşünce özgürlüğünü
savunuyorlar. Onlara göre “Zaten Türk Milleti yoktur, Türk Kültürü ve
Medeniyeti yoktur! Sınırları açıp dünyanın her yerinden insanları ülkemize
kabul edelim! Buna karşı çıkanlar, ‘Türk tarihi ve medeniyeti vardır’ diyenler,
ırkçıdır, faşisttir! Atatürk gaddar bir diktatör, Cumhuriyet militarist bir
diktatörlük Türkler’de asimile olmuş diğer milletlerden insanlardır.” Çakır’ın
çok sevdiğim sözünü tekrar söyleyeyim: Ne güzel İstanbul be!
Ülkemiz iki bin yıllık bir imparatorluk kültürünün
olduğu, Akdeniz Medeniyeti’nin en güzel örneklerinin sergilendiği, kimsenin
ırkı veya diniyle hor görülmediği bir ülkedir. Cumhuriyetimiz dünyanın en
haklı, en namuslu ve en adil vatan savaşının sonunda kurulmuştur. Milletimiz bu
Cumhuriyetin vatandaşlarının ortak ülküde birleştiği, Anadolu’nun binlerce
yıllık tarihinden gelen değerlerle yoğrulmuş, kaybedilmiş vatan topraklarından
gelip burada bir olmuş insanlardan oluşur.
Woke kültürünün temsilcisi mütareke münevverleri bilsin ki, ne
Devletimizden, ne milletimizden ne de vatanımızdan vaz geçmeyiz. Yine bilinsin
ki, sömürgeci ve emperyalist devletlerin günahlarını kimse bize fatura edemez.
O mütareke münevverlerine tavsiyem “woke kültürlerini” rahatça
yaşayabilecekleri özgür ama kimliksiz ülkelere gitsinler. Tıpkı FETÖ’cü veya
PKK’lılar gibi. Vesselâm…