Bu yazı dizisinin çıkış noktası olan Yusuf Has Hacib'in eseri Kutadgu Bilig'te geçen üç bine (Uygur, 2020) yakın kelimeden en çok dikkat geçen kelime grubu "bilgi" kavramıyla ilgili olan kelimelerdir.
Bu yazı dizisinin çıkış noktası olan Yusuf Has Hacib’in eseri Kutadgu Bilig’te geçen üç bine (Uygur, 2020) yakın kelimeden en çok dikkat geçen kelime grubu “bilgi” kavramıyla ilgili olan kelimelerdir. Bilgi, bile, bilge, bilgey, bilgü, biling, bilmegil, bilsu, biliş, bilgili, bilgiçü, bilür, biliglig gibi kelimelerden oluşan bu kelime grubunda bine yakın kelime vardır. Yusuf Has Hacib, eserine isim olarak seçtiği “bilgi” kavramını bu eserin hammaddesi olarak kullanmış ve bu hammaddenin üretilen kelimeleri mahsul olarak kullanarak “bilgi”nin güncel hayattaki önemini ortaya koymuştur.
Günümüzde kullanılan kelimeleri de düşündüğümüzde bu gruba “bilişim”, “bilgi-işlem”, “bilirkişi”, “bilgisayar” gibi kelimeleri de ekleyebiliriz. Buradan şu çıkarımı yapabiliriz ki, bilgi ile olan ilişkimiz yeni kelimeleri ortaya çıkartmak gerekecek şekilde daha da artmaktadır. Burada, bilginin ulaşılabilirliği de önemli bir rol oynamaktadır. Yakın bir geçmişe kadar belli saatlerde açık olan kütüphanelere gitmek, onlarca ciltten oluşan ansiklopedileri karıştırmak, bir cümlelikbir alıntı yapmak için sayfalarca kitap okumak veya kitapların fotokopisini almak için saatlerce beklemek gerekirken, artık hiçbir mesâi saati engeline ve bürokratik formaliteye takılmadan sayfalar dolusu rafine bilgiye kolayca ulaşabilmektey iz. Ayrıca bilgi kaynaklarını saklamak için kütüphâne binâlarına, odaları dolduran kitaplıklara da ihtiyâcımız kalmamıştır. Anahtarlığımıza takıp cebimize koyacağımız büyüklükteki taşınabilir bellekler bunların yerini almıştır. Bu alandaki son gelime, “bulut teknolojisi” ile bilginin soyut ortamlarda saklanması olmuştur. Bu gelişmelerle İskenderiye ve Bağdat gibi insanlık mirâsının yok olduğu kütüphâne yangınlarının ve “Yâ Kebikeç” demekten başka elimizden bir şey gelmeyen kitap kurtlarının verdiği zarar ve kayıplardan da kurtulmuş durumdayız.
“Büyük veri” ürkütüyor mu?
Bilginin emniyet altına alınması ve her geçen gün katlanarak artması karşımıza “büyük veri” (İngilizcesi “Big Data”) diye bir kavramı da çıkarmıştır. Toplanan ya da oluşturulan verilerin ve mâlumâtın fazla işlenmeden ve işlenemeden yığılarak depolandığı bu sistem, fizikî ve bedensel sınırları olan insan için ürkütücü olabilmektedir. Bilgi, “küçük ama değerli” olma özelliğini kaybedip “büyük ama korkutucu” olma gibi bir özellik edinmektedir.
“Büyük veri”, her ne kadar verinin analiz edilip sınıflandırılmış, anlamlı ve işlenebilir hâle dönüştürülmüş şekli olarak tanımlansa da, berâberinde ortaya çıkan “veri ambarı” (Doğan, 2016) tâbiri, bilginin ürkütücü bir hâle getirildiği iddiasını desteklemektedir. Zira ambardaki mahsulün, örneğin buğdayın tüketiciye hangi ürünü sunmak için kullanılacağı önemli bir karar ve eylem aşamasının geçilmesini gerektirmektedir.
Bilgi, eylemi garanti etmez
Hayâtî bir ihtiyâcımızı gidermek ya da zevk ve keyif almak için bir şey yapmak isteriz. Bunu gerçekleştirmek için o şeyinnasıl yapıldığını bilmemiz gerekir. Ama bir şeyi biliyor olmamız onu yapabilmemiz için yeterli değildir. Yâni, yapmayı bildiğimiz şeyi eyleme dökmemiz, bir başka deyişle “yapa-bilgi” hâline getirmemiz şarttır. Bu da bilginin kişisel bir eylemi, bir anlamda yorumlanmasıdır.
Bilginin eyleme dönüşmesindeki dürtü, karşılığında bir “değer” olmasına bağlıdır. Son zamanlarda çok kullanılan “değerler eğitimi” ile anlam zâfiyetine uğrayan “değer” kavramı, insanın bireysel ve toplumsal hayâtının sâbitelerini oluşturmaktır. Bu sâbitelerin eksikliği ve karşılığının olmaması, kişiyi bilgisini eyleme dönüşmede dürtüşüz hâle getirmektedir.
Bilginin değer karşılığını bulmasının önündeki en büyük engel, bilginin ihtivâ ettiği anlamın lafızda hapsedilmesidir. Bunu halk ağzındaki kullanımıyla “felsefe yapmak”, “vaaz vermek”, “atıp tutmak” veya “boş konuşmak” diye açıklayabiliriz.
Söz-Eylem
Akademik anlamda “Söz Eylem Teorisi” (Speech-Act Theory) olarak kullanılan ve irfânî gelenekte “sözün vücûd bulması” olarak ifâde edilen “yapa-bilgi” anlayışı, bilginin yaparak sınanmasına ve bu sınama sonucu ortaya çıkan sonuca yapılan yorumlarla tartışmaya açılmasına imkân vermektedir. Bilginin farklı taraflarca uygulanması ve sınanmasıyla ortaya çıkan tartışma ortamı bize “bilim” denen sonsuz hazineyi sunmaktadır. Yapa-bilgi ile teoriden pratiğe dönüşen bilgi, insanın değer oluşturan ve değerler doğrultusunda yaşayan bir canlı olmasının da devamlılığını sağlamaktadır. Aksi takdirde insan, hayvanlarda da olan dürtüleri, irâdesi zanneden bir canlı hâline gelmektedir. Bunu da her geçen gün artan ve tamâmı olumsuz sonuçlarla fazlasıyla görmekteyiz.
Raftaki kitap gibi
Binlerce kitabın bulunduğu bir kütüphâne düşünelim. Bu kitapları alıp okuyan birileri olmadığı sürece bu kitaplardaki bilgilerin hiçbir yarârı yoktur. Eyleme dönüşmeyen, kişinin sâdece zihninde duran bilgiler de böyledir. Hatta zihinde tutulup eyleme dönüştürülmeyen bilgilerin kişiye zarârı bile vardır. Uygulamada sınanmadığı için eksikleri ortaya çıkmaz ve cilt üstüne çıkamayan kıl gibi kendi içinde düğüm olup düşünsel bir apse oluşturur.
“Toprağa yük olan” bilgi
Bilginin gerektiği şekilde sınanmasının doğurduğu bir diğer olumsuz sonuç da, “yapabilme”nin “yapa-bilgi”nin önüne geçmesidir. Yâni bir şeyi iyi yapan, her şeyi iyi yapabileceğini zanneder. Böyle kişiler her konuda ahkâm kesip “bilgiçlik taslarlar” ve “bilmiyorum” deme erdeminden yoksundurlar. Bu yoksunluk, yoksulluğun aksine tersine çevrilebilecek ve düzeltilebilecek bir eksiklik değildir. Bilgi konusunda ilk akla gelen isimlerden biri olan Sokrates bu durumu şöyle eleştirir. Sokrates meşhur “Savunması”nda bir şey bildiği için kendini “bilge” sananlardan örnek verir. Siyâsetçilerden, ozanlardan ve zanaatkârdan bahseder ve şöyle der:
“Zanaatçıların da ozanlarla aynı hataya düştüklerini gördüm. Zanaatlarını güzel bir şekilde icra etmeleri yüzünden, çok daha önemli başka alanlarda da bilge olduklarını sanıyorlardı ve kusurları sahip oldukları bilgeliği gölgeliyordu.” (Platon, 2020)
Sokrates için böyle bir bilgi, kişiyi eylemsizleştirmekte ve o kişiyi, Homeros’un ifâdesiyle “toprağa yük olan kişi” (İlyada, XVIII 104) yâni hiçbir yere yaramayan adam hâline getirir. Hiçbir şeye yaramayan insan, nasıl “toprağa yük” oluyorsa, yapabilmeye dönüştürülmeyen bilgi de o bilgiye sâhip olan kişiye yük olur.
Bilmek yeterli olsaydı ve “yapa-bilgi” gerekli olmasaydı, zararlı olduğu herkes tarafından bilinen sigaranın tüketimi her geçen gün daha da artmazdı.
Doğan, Korcan (2016), “Büyük Veri: Önemi, Yapısı ve Günümüzdeki Durumu”, DTCF Dergisi, 56.1, ss: 15-36.
Platon (2020), Sokrates’in Savunması”, (Çev: Ari Çokona), İş Bankası Yayınları, İstanbul, s.38.
Uygur, Ceyhun Vedat (2020), “Kutadgu Bilig’deki Söz Varlığının Günümüz Kırgız Türkçesiyle Karşılaştırılması Üzerine”, Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt:9, sayı:3, ss. 1300-1330.