Bazen o kadar daralıyorum ki çıkıp "koy verin gitsin bizi tıpkı herkes gibi" diye çığlık atasım geliyor!

En çok neye üzülüyorum biliyor musunuz; olumsuz seslerin iyi seslerden daha fazla zikredilmesine!

Ve sözüm ona bazı iyiler de tepki göstermek adına yaptıkları paylaşımlarla olumsuz sesleri sağır sultana bile duyururlar ya; işte o zaman ya sabırları bolca çekmeye başlıyorum...
İsmini ilk kez işittiğim bir kişi geçtiğimiz günlerde ‘Kürtler de milli bilinç yoktur Amerikalıların kendilerine öğrettikleri kadar Kürttürler’diyerek akıl tutulması yaşadığını ifade etmiş.
Bu gibi durumlarda yaptığım tek şey var;‘hhııhh’ deyip omuz silkerek soğuk bir şekilde tebessüm etmek!

Bunları bırakıp zihninizi birazcık yormayı deneyin ve yeni cümlelerle gelin artık lütfen!

Bir felaket olur anında Kürt mü Türk mü polemiği başlar, suçlamalar ve oh olsunlar havada uçuşur, hakaretler mide bulandırıcı boyuta ulaşır... Sosyal medyadan yürütülen paylaşım terörü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi sosyal medyayı bataklığa çevirmiş durumda. Bu konuda ülke olarak ihtiyacımız olan tek şey, her kim bu ülkeyi ayrıştırmaya yönelik bir tek kelime ederse anında en ağır şekilde ceza almalı!
Kürtler Türkiye’nin, Ortadoğu’nun ve dünyanın bir gerçeği; tıpkı diğer tüm kültürler gibi... Kürtçe bir dil; tıpkı dünya üzerindeki diğer diller gibi... Kürtler bu ülkenin bütünlüğü için tarih boyunca her cephede yer aldı; tıpkı Lazlar, Gürcüler, Yörükler, Romanlar ve daha niceleri gibi...
Ve evet geçmişte Kürtlerin ve Türkiye’nin yüreğinde yaralar, kırgınlıklar, travmalar yaratan hiç ama hiç istenmeyen olaylar yaşandı! Pek çoğu Kürtçeyi gizlice konuştu ve ‘aman zarar görmesin’ düşüncesiyle çocuğuna aktaramadı! Kürtçe müzik yasaktı! Kürtçe isim yasaktı! Kürtçe kitap yasaktı! Ben Kürdüm demek yasaktı! Sonra mı? Malum eline silah alıp dağa çıkan ve bu ülkeye zarar vermek isteyenlerin eline maşa olup yitip giden nesiller, acılar, ölümler, şehitler... Yakın geçmişe kadar yaşanan gerçekler buydu. Sonrasında yaşanan olumlu değişim ile ülke olarak hep bir ağızdan Yarabbi şükür dedik. Şimdi terör örgütünden kaçıp devletine sığınan, rehabilite edilen, desteklenen, ailesine ve ülkesine kazandırılan nesilleri görüyoruz huzur içinde. Diyarbakır’daki oturma eylemi ile evladına kavuşan ailelerin sayısının her geçen gün arttığına bizimle birlikte dünya da şahit oluyor ya helal olsun vesile olanlara.
Evet biz Kürtler ülkemizin ve dünyanın vazgeçilmez kültürlerinden biriyiz fakat ‘biz bile sıkıldık’ adımızın sürekli zikredilmesinden! ‘Kurban olayım bi düşün yakamızdan’ diye çığlık atıyoruz artık. Burada birkaç cümlenin altını kalın bir şekilde çizmek istiyorum. Her sıkıntıda, her coşkuda ve her polemikte kendisine zorunlu başrol yazılmasından yo-rul-du, bu-nal-dı, da-ral-dı Kürtler!

Bazen o kadar daralıyorum ki çıkıp “koy verin gitsin bizi tıpkı herkes gibi” diye çığlık atasım geliyor!

‘Kürtler bizim kardeşimizdir’ cümlesini de duymak istemiyor Kürtler. Çünkü ‘annemden babamdan olan kardeşimdir’ mantığındaki modern insanın beklentisi şu; sevgi, saygı ve kurumsal devlet yapısı dahilinde eşit haklarda ülkemin vatandaşı olmak...
Şimdi ben diyorum ki; bu ülkeden soy alıp soy veren bir Kürt kadını olarak ne kültürümün ne de vatanıma olan sevgimin, sadakatimin, emeklerimin sorgulanmasına izin verir miyim? Elbette vermem! Diyap Ağa’yı hiç duydunuz mu? İşgal altındaki bu topraklara olan aidiyet hissiyle nasıl da herkese ilham vermişti. 1921 yılında Meclis'in işgale karşı taşınması gündeme geldiğinde kürsüye çıkıp 'buraya kaçmaya gelmedik! Buyurun gidin ama ben gitmem. Tek başıma bile olsam bayrağım, dinim ve vatanım için son kurşunuma kadar savaşır son kurşunu da kafama sıkarım' diyen efsane bir isimdi.

Bunca cümleden sonra çıkaracağım özet şu olur; zihinlerdeki kültürel milliyetçiliği bir kenara bırakıp sadakat ve emekle can bulan ‘aidiyet milliyetçiliğine’ sahip çıkmamız gerekiyor...