Teorik olarak Fransız Devrimi ile başlayan süreçte dünyâda hâkim devlet yapısı hâline gelen "ulus-devlet" yapısı, özellikle "Teknoloji 4.0 nesli" için önemini kaybetme tehlikesi yaşıyordu.
Kovid-19 ismiyle anılan koronavirüs, ilk ortaya çıktığı Çin’de artık ortalıktan çekilmeye başladı. Son birkaç gündür yeni vaka görülmüyor. Moda sektörü sebebiyle Çin ile yakın ilişki içinde olan İtalya’da sokağa çıkma yasağına rağmen ölümler giderek artıyor. İtalya başbakanı “kontrolü kaybettik” açıklaması yapıyor. İspanya da İtalya’dan sonra geliyor. Almanya, sokağa çıkma yasağını ciddi olarak gündemine aldı. Muhtemelen uygulamaya da koyacak. İngiltere, ilk günlerde dik tutmaya çalıştığı kuyruğu indirdi ve “doğal seçilim” sürecine müdahele edip tedbirler alma yoluna geldi.
Bununla birlikte Avrupa, yaşlı nüfusun yan etkilerini iyice anladı. Az ya da hiç doğum ile işlerin gitmeyeceğini, eski sömürgelerden gelen paraların da yeterli olmadığını anlayan Avrupa ülkeleri, bu salgın atlatıldıktan sonra büyük ihtimâl ile yine “göçmen alımı” politikasını yürürlüğe koyacak. Zâten bu salgından çok önce, Almanya 1960lardaki “işçi alımı”na benzeyen bir karar üzerinde çalışmaya başlamıştı.
Avrupa’nın Lâle Devri çabuk bitti
2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da başlayan Lâle Devri çabuk bitti. Emekli maaşıyla dünya turuna çıkma, müstakil evlerde oturup torunlarla vakit geçirme plânlarını ancak bir nesil gerçekleştirebildi. Zor zamanların ortaya çıkardığı iyi insanlar, iyi zamanları yaşattılar. Ama bu iyi zamanları yaşayanlar bunun hep devam edeceğini zannedip postu serdi ve kötü zamanlar geri geldi. Şimdi bir sonraki iyi zamanların iyi insanlarına ihtiyaç var.
Artık genç nüfus, tıpkı savaş sonrasındaki gibi hem çalışacak hem de çocuk yapacak. Nüfus gençleşecek, üretim ve tüketim dengesi kurulacak. Avrupa entelektüel birikiminin en büyük düşmanı olan ekonomik ve sosyal krizi bir an önce atlatmak için canını dişine takacak.
Sert tedbirleri ancak ulus-devlet alabilir
Koronavirüsün diğer salgınlara kıyasla ölü sayındaki düşüklüğe rağmen, bu kadar gürültü koparmasının arkasında neler olduğunu kısa zamanda göreceğiz. Özellikle Türkiye dâhil olmak üzere alınan ekonomik tedbirler, meselenin bir sağlık sorunu olmaktan daha öte olduğunu gösteriyor.
Açıklanan milyar dolarlık ekonomik destek ve tedbir paketleri, meselenin finansal tarafının daha önemli olduğunu gösteriyor. İnsan hayâtını doğrudan ilgilendiren tedbirler, patlama hızıyla artan yoğun bakım ünitelerinin uzun vâdeye yayılarak kullanımını amaçlıyor. Hastalık ne kadar yavaş yayılırsa ve süreç ne kadar uzarsa, hastalara müdahale edilme imkânı da o kadar artıyor. Ancak bunlar kriz sonrası için alınan ekonomik tedbir açısından bir anlam ifâde etmiyor.
Teorik olarak Fransız Devrimi ile başlayan süreçte dünyâda hâkim devlet yapısı hâline gelen “ulus-devlet” yapısı, özellikle “Teknoloji 4.0 nesli” için önemini kaybetme tehlikesi yaşıyordu. Çok uluslu şirketler, ulus-devletlerin artık işlevini tamamladığı yönünde bir kanaat oluşmasına sebep oldu. Evinde oturan bir yazılımcı binlerce kilometre uzaklıktaki bir yazılım şirketinin proje ekibine dâhil olabiliyor ve pasaportunu taşıdığı devleti “by-pass” edebiliyor. Bu süreç, karantina da devam edebilir. Ama süreçte birden dümen kırıldı. Dümeni kıranlar da, ekonomik gücünü devlet gibi büyük bir sistem üzerinde uygulayan ve bunu devam ettirmek isteyen finans çevreleridir.
Örnek vermek gerekirse, IMF veya Dünya Bankası, kişilere değil devletlere borç verir. Bunu da devlet kurumları veya o devletin özel kuruluşları üzerinden yapar. “Kamu borcu” ve “özel sektör borcu” gibi kavramlar bunun göstergesidir. Mesela Türkiye’nin dış borcu, hem kamu kuruluşlarının hem de özel sektörün borcu demektir. Bu açıdan, borcu verenin muhatabı devlettir. Buradaki devlet modeli de “ulus-devlet”tir. Ulus-devlet, borç senedine imza atan kişi gibidir. Borcu veren borcunu devlet üzerinden geri alır. Bunun için devletin gücü olmasa bile, itibârı olması gerekir. Bunu itibârın sürmesi de “ulus-devlet” modelinin sürmesine bağlıdır.
Teknoloji 4.0 ile önemini kaybetmeye başlayan ulus-devlete, dev şirketlere kaptırmaya başladığı itibârını geri kazandırmak için, onu tekrardan “sözü dinlenen” bir güç hâline getirmek gerekiyordu. Bunu da koronavirüsü bir “felâket senaryosu” ile pazarlayarak yaptılar.
Hoşlandığı kız için kavga etmek
Buna bir benzetme yapayım. Hoşlandığı kızın gözüne girmek için, mahalledeki arkadaşlarını ayarlayıp kıza sarkıntılık yaptıran, sonra da onları döven çocuğun oynadığı oyun, şimdi “ulus-devlet” üzerinden oynanıyor. En özgürlükçü hayat tarzına sâhip olan insanlar bile, devletin aldığı kararlara itirazsız uyuyor. “Benim bedenim benim hastalığım” diyen yok. Hatta devlet başka kararlar alsa da, uyup bir an önce koronavirüsten kurtulsak, diye bekleyenler çoğunlukta.
Her devlet “küresel sorun, ulusal çözüm” politikasıyla kendi vatandaşına güven verme çabasında. Onca tedbire rağmen kaçınılmaz olan kaçaklar bile devletin ihmâli olarak görülüyor. Devlete hata yapma şansı verilmiyor. Devletten mükemmellik bekleniyor. Halkın “devlet-baba” olarak tanımladığı devlet geri döndü. Her şeyi düşünen, her tedbiri alan, zor kullanan devlet tavrı, “ulus-devlet” modelinin alışılmış tavrıdır.
Her şeyin güllük gülistanlık olduğu bir ortamda, kimse devleti önemsemezdi. Ne zamanki küresel bir sorun ortaya çıkartıldı, o zaman işler değişti. Annesi çağrınca eve gelmeyen çocukların, sokakta silah sesi duyunca eve kaçması gibi, ulus-devlet yine sığınılacak tek seçenek oldu.
Ekonomik tedbirler paranın yeni yönü
Devletlerin aldığı ekonomik tedbir kararlarıyla dünyâdaki para akışı yeniden yapılandırıldı. Üç ay ötelenen borçlar, kenara konmayıp harcanırsa, “asgarî miktar” ödemesi yapılan kredi kartları gibi, görünmez borçlar oluşacak. Her krizin olduğu gibi bu krizin de fırsatçıları vardır. Dahası, bu kriz o fırsatçılar tarafından körüklenmektedir. Ulus-devletlere de halkı için tedbir alma, ekonomik plânlama yapma zorunluluğu doğmaktadır.
Ulus-devlet restore edilmiş hâliyle geri gelirken, doğal olmayan sınırlarla oluşan yapay ayrılıkların tahrik ettiği faşizmin de bu yenilenmiş yapının âlet çantasındaki yerini tekrar almayacağını kimse garanti edemez.
Graham Taylor’dan bir öngörü
Türkçe çevirisini yaptığım ve kısa süre içinde yayınlanacak olan Yeni Siyasal Sosyoloji (A New Political Sociology) adlı kitabında Graham Taylor, küresel ölçekteki dönüşlerden ve dönüşümlerden bahsetmekte ve bu dönüşümlerin, en güçlü sistemler olarak, ulus-devlet üzerinden yapılmakta olduğunu ve yapılmaya devam edeceğini öngörmektedir. Graham Taylor’ın bu öngörüsünde ne kadar haklı olduğunu kısa vâdede göreceğiz.