Kendi elleriyle yaptıkları putlara tapan câhiliye Arapları gibi, kendi oluşturdukları korku çemberinin içine hapsolmuş durumdadırlar.
İtiraf, cesâret işidir. Bunu bir film sahnesinde görmeye alıştığımız gibi ölüm döşeğindeyken yatağının etrâfına toplanan akrabalarına sözle yapmanın ötesinde bir de yazan ve yayınlayanlar vardır. Bunların en bilinenleri Tolstoy ve Rousseau’dur.
Ama bir de ne ölüm döşeğinde sözlü olarak, ne de delikanlı gibi yazıp yayınlayarak yapamayanlar vardır. Aynaya baktığında kendi kendisiyle konuşurken itiraflarını kendi yapanlar kadar bile cesur olmayanlar vardır. Bu korkaklar, itiraflarını açık sözlülükle kendi kendilerine bile yapamadıkları bir “korku” çemberi, kılıfı ya da fanusu içine girerler.
Kendi elleriyle yaptıkları putlara tapan câhiliye Arapları gibi, kendi oluşturdukları korku çemberinin içine hapsolmuş durumdadırlar.
“Düz dünyâcılar” gibi, dünyâyı ve ülkeyi kendi görmek istedikleri gibi görüyorlar ve daha kötüsü, bu korku çemberinin dışındakileri korkmamakla – yâni kendi ifâdeleriyle “câhil” olmakla – suçluyorlar. Aslında bu suçlama “siz neden bizim gibi değilsiniz” tavrının saldırgan olmayan/olamayan ifâdesidir.
Bu korku çemberinin temelleri çok önce atılmıştır. Ama yükselmeye başlaması 1994 yerel seçimleriyle olmuştur. İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyelerinin o zamanki Refah Partisi’nin adayları (Recep Tayyip Erdoğan ve Melih Gökçek) tarafından kazanılmasıyla şöyle şeyler duymaya başlamıştık:
“Belediye otobüsleri haremlik-selamlık olacak”
“Kadınları zorla kapatacaklar”
“Meyhâneleri kapatacaklar”
Ne belediye otobüsleri haremlik-selamlık oldu, ne kadınlar zorla kapatıldı ne de meyhâneler kapatıldı. Aksine bâzıları kadınları bile rahatsız edecek şekilde açıldı, meyhânelerin sayısı arttı, var olanlar kaldırımlara masa çıkardı.
Bu korkularını, dönemin genel kurmay başkanlığından “bir yetkili”nin ağzından “Gerekirse silah kullanırız” manşetlerinin atıldığı 28 Şubat süreciyle bastırdılar. “Yeşil liste” yayınlayarak Anadolu sermâyesini linç ettiler. Bâzı markalar orduevlerine sokmadılar. Ama hamdolsun, bin yıl sürmesini istedikleri, “demokrasiye balans ayarı” yapılan 28 Şubat sürecini artık orduevlerinde bile konuşan yok.
Mayıs 2023 korkuları
Yukarıdaki korku ifâlerine benzer ifâdeler Mayıs 2023 genel seçimleri öncesinde de medyaya servis edildi. Ama görmezden geldikleri, başkalarının da görmediğini ve bilmediğini zannettikleri bir gerçek var ki, 14 Mayıs veya 28 Mayıs’ta kazanmasını istemedikleri ve kazanmasından korktukları iktidar zâten yirmi bir yıldır kesintisiz bir şekilde ve her seçimden daha güçlenerek çıkıyordu.
Ama onlar bu seçimde Recep Tayyip Erdoğan’ın sanki ilk defa kazanacağını zannediyorlardı.
Neden böyle düşünüyorlar?
Mayıs 2023’te Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk defa seçim kazanıp iktidar olacağını zanneden ve hayat tarzlarına müdahale edeceğinden korkmalarının en temel sebebi, yirmi bir senedir sanki onların oy verdiği parti iktidardaymış gibi yaşamalarıdır. Yaşam tarzlarına müdahale edilmemiş, kılık-kıyâfetlerine devlet politikasıyla ve polisle müdahale edilmemiş, sinema ve dizilerine karışılmamıştır. Kıyâfet tercihleri sebebiyle eğitim hakları ellerinden alınmamıştır. Kısacası tavuklarına kışt denmemiştir. Keyiflerine keyif, servetlerine servet eklemişlerdir. Hatta iktidâra küfretmeyi “ifâde özgürlüğü” olarak kullanmışlardır. “O.Ç. Erdoğan”, “Köprünün adını Emine koy …”, “bidon kafalı”, “karnını kaşıyan”, “Zulüm 1453’te başladı” gibi nice hakaret sanki iktidarda Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti değilmiş gibi yapılmıştı.
Recep Tayyip Erdoğan başbakanlığı yıllarında Gülhane Askerî Tıp Akademisi’nde tedâvi gören rahmetli tiyatro sanatçımız Nejat Uygur’u ziyâret etmek istediğinde, Emine Erdoğan’ın başı kapalı olduğu için hastane kapısından girmesi engelleneceğini öğrenilip ziyâret iptâl edildiğinde Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidardaydı ve hâlâ iktidarda. Korku çemberinde yaşayanlar, “Bu, bize yapılsaydı ortalığı yıkardık” diye düşündükleri için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onlar gibi davranacağından korktular ve korkuyorlar. Ama onlar, korkutmayı sevdikleri için herkesi kendileri gibi zannediyorlar.
“Erdoğan kazanırsa ülkeyi terk ederim diyenler”, “Bunun son konser olmasını istemiyorsanız kime oy vereceğinizi biliyorsunuz” diyenler bu ifâdeleri kazanmasından korktukları Erdoğan yirmi bir yıldır kazanıp iktidardayken söylediler. Seçimden sonra da konser turnelerine devam ediyorlar.
Bu yirmi bir yılda akademisyen olup da doçent, profesör seviyesine çıkanlar, terörü destekleyen bildirilere imzâcı oldukları için işten atılsalar bile tazminat alıp üniversitedeki görevlerine geri geldiler. Şimdi Erdoğan’ın ne kadar zam yapacağını merak ediyorlar.
Recep Tayyip Erdoğan’ın 28 Mayıs’ta yine kazanmasına rağmen, çocuk katili terörist başına övgüler sunmaktan “korkmayanlar”, tutuklandıklarında o terör örgütünün siyâsî kolu olan partinin milletvekilleri bu terörist seviciyi adliye binasının kapısında karşıladılar. Kendini “aydın” zanneden sanatçı müsveddeleri de bu terörist seviciye özgürlük isterken, yine kazanan Erdoğan’dan korkmuyorlar.
Milletvekili dokunulmazlığı zırhının arkasına saklanıp “torunlarla mutlu emeklilik hakkınız yok” tehdidini savururken korkmayanlar, Erdoğan yine kazandığında ellerini kollarını sallayıp dolaşabiliyorlar.
Aslında yapamadıkları itiraflarının arkasında Prof.Dr. Ali Nesin’in 14 Mayıs’tan sonra yaptığı şu tespite verecekleri cevap var:
“80 yılda bu halka neler yapmış olmalıyız ki, 20 yıllık iktidar yıpranmasına ve ekonomik krize ve de depreme rağmen birinci turda rahatlıkla kazanamıyoruz. Bir de bu açıdan düşünsün biraz olsun aklı olanlar.”
Kısacası, “bu sefer kazanırsa” deyip sebepsizce korkarken, aslında yirmi bir senedir hayatlarında hiçbir şeyin değişmediğini fark edemeyecek kadar ve sanki onlar iktidardaymış gibi rahat olduklarını da dolaylı olarak itiraf ediyorlar. Bir sonraki seçime kadar korkmadan ve hayatlarında hiçbir şey değişmeden keyif sürmeye devam edecekler.