1923 yılında kurulan şanlı Cumhuriyetimizin bugüne kadarki sürecinde 100 takvim yılını önümüzdeki 29 Ekim'de geride bırakacağız hayırlısıyla.
Atasözü değerinde bir kalıp yargımız vardır; bir işin çözülmesini istemiyorsanız komisyona havale edin derler genelde politikada, mecliste, belediyede, komşu ülkelerin muhtelif anlaşmazlıklarında falan devreye giren sihirli formüldür, hatta bunun bir de “alt komisyon” versiyonu vardır ki oraya düşen hiçbir konunun bugüne kadar halledildiği görülmemiştir.
1923 yılında kurulan şanlı Cumhuriyetimizin bugüne kadarki sürecinde 100 takvim yılını önümüzdeki 29 Ekim’de geride bırakacağız hayırlısıyla. Şanla şerefle geride kalan koskoca bir asır var ardımızda. Ne bâdireler, ne vartalar atlattık ama çok şükür 100 yılı da ardımızda bıraktık milletçe. Dünya durdukça daha nice yüz yıllar şanlı bayrağımızın gölgesinde yaşamaya devam edeceğiz inşallah.
Cumhuriyet’le birlikte tesis edilen kuruluşlardan birisi de futbol federasyonuydu elbette. Osmanlı’dan beri zaten var olan futbol hareketliliği Cumhuriyet döneminde “devlette devamlılık esastır” düsturuyla kurumsal bütünlüğe 1923’de kurulan Türkiye Futbol Federasyonu ile kavuştu. Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe gibi asırlık çınarların kuruluşu 1900’lerin başına denk gelir zaten.
Milli Küme, Milli Lig gibi isimlerle 1924’den itibaren ulusal çapta organizasyonlarla futbolumuz kendi içinde kulüpler bazında yarışmakta ve bazı seneler 15 ilden takımlarla futbol heyecanı tüm yurda yayılmaktaydı.
Sonra nereden çıktığı aslında çok anlaşılır olmakla birlikte 1924 ile 1959 yılları arasında düzenlenen ulusal şampiyonaların total şampiyonluk sayılarından hariç tutulması uygulaması başladı birden bire. Her beş şampiyonluğa bir yıldız verilmesi ve bu yıldızların formada yer almasıyla, naklen yayın havuzundan gelen paranın taksimi sırasında geçmişte alınan şampiyonluk sayılarının bir katsayı ile hesaba dahil edilmesi uygulaması zurnanın zırt dediği yerdi. 1959 öncesindeki şampiyonlukları yok sayarak bariz bir şekilde bir camiaya çarpan/katsayı hesabında avantaj sağlanıyor ve olmayan bir statü hesaba dahil ediliyordu.
Metin Oktay’ın, Baba Hakkı’nın, Lefter’in oynadığı milli takımın aldığı başarılarla öğünürken, oynadıkları takımlarla eriştikleri zaferlerle gurur duyarken bu emeklerin, gayretlerin karşılığı alınan şampiyonlukların yok sayılması adil midir, değil midir şimdi buna kurulan komisyon karar verecekmiş.
Mevcut federasyon; ilk döneminde bu türden talepleri kulak ardı ederek sanki hiç yokmuş gibi davrandı fakat konunun muhatabı olan diğer camia bir “ihkâk-ı hakk” operasyonu ile maçlara 1924-1959 yılları arasındaki şampiyonluklarını da dahil ettiği bool miktarda yıldızlı forma ile çıkmaya başlayınca son bir hamle ile acaba daha ne kadar uzatabiliriz diye düşünüp “komisyona havale” formülünü uygulamaya soktu desek yeridir.
Şimdi bu komisyondan beklenen konuyu bir “alt komisyona” havale edip unutulmaya, uyutulmaya bırakabildiği kadar bırakmaktır normal şartlar altında. Bakalım komisyon kimlerden oluşacak, görev, yetki ve sorumlulukları nasıl belirlenecek, süresi ne kadar olacak ve adil bir karar verebilecek mi? Verdiği kararla İsa’ya da Musa’ya da yaranabilecek mi?
Voleybolcu kızlarımız yeni Koçları Santrelli ile bu aralar –maşallah- çok iyi gidiyorlar daha nice başarılar diliyoruz. Yaşasın Türk sporu, yaşasın Milli takımlarımız. Ne Mutlu Türküm Diyene…