Günlük koşturmamızın hızında insanlardan, etrafımızdan mutlaka yardım, anlayış bekliyoruzdur.
Ya da bu başlığı tersinden de alabiliriz; Ağlamayan bebeğe meme verilmez. Günlük koşturmamızın hızında insanlardan, etrafımızdan mutlaka yardım, anlayış bekliyoruzdur. İşin bir ucundan da başkasının tutmasını istiyoruzdur. Özellikle hanımlarımızın en büyük yakınmalarıdır bu yığılan işlerin altından kalkamama serzenişi. Kimseye şikâyet, sitayiş etmemek, kendi işimi kendim yaparım hali vardır biz hanımlarda. Çünkü görüyor ya deriz, anlamıyor mu deriz, tutsun ya bir yerinden deriz. Kendimize yardım istemeyi yakıştıramayız. Ama bir yandan da söyleniriz. Başından yardıma açık olmayı göstermek lazım insanlara. Etrafımızdakilere sorumluluk yüklemeyi öğretmeliyiz.
Hayat müşterektir
Sadece evlilikte değil. Toplumun her alanında; sokakta yürürken dahi yardıma muhtaç birini görebiliriz. Aman bana ne diyebilir miyiz? İnsanları yardım bekleyecek, yalvartacak duruma sokmamalıyız. Bu insanlığa ve biz inanlara da yakışmaz. Bizler birey olarak her zaman karşılıksız dokunuşlarla destek olabileceğimizi hissettirmeliyiz. İnsanları şikâyet ettirecek konuma sokmamalıyız. Bu hoş bir şey değil. Olaylar mahkemeye, adliye koridorlarına vardıracak durumlara gelmemeli. Herkes işini, kanuna, yönetmeliğe ve kurallara iş ve genel ahlaka uygun yaparsa kimse de “şikâyet “etmek zorunda bırakılmaz. Aynı şey sürekli ev işlerinden şikâyet eden hanımlar için de geçerlidir. Yardım istemek ayıp değildir, sorumlulukları hatırlatmak yanlış değildir. Ama bunları yapmamak; ben yetişirim yaparım, evdekilerden isteyene kadar yaparım diyenler sonra her şeyden şikâyet eden ve şikâyet edilen konuma düşüyorlar.
Şikâyetin dayanılmaz keyfi
İnsan durup dururken sızlanmaz. Mutlaka altında yatan başka bir neden vardır. Aslında gösterilenle gösteren farklıdır şikâyet konularında. Birinin sürekli her şeyden şikâyet etme huyu varsa onun bu durumunu mercek altına almak lazım. Ruhunun derinliklerinde çözemediği ve sarmal halini almış bir yara vardır. O yara her yerde karşısına çıkar. Mesela başarısız olma durumunda sürekli korkan biri mütemadiyen içinde bulunduğu şartları bahane edecektir, başkalarını suçlayacaktır. Oysa başarısızlığın nedeni çevresel faktörler değildir her zaman. Aslında hiçbir zaman çevresel faktörler başarımızı veya durumumuzu etkileyemez. Biz ancak bu durumları bahane ederiz. O yüzden şikâyetle yaşayanlar bunu huy haline getirmişlerdir ve bu bir hastalık haline geldiğinden tedavi edilmelidir. Ya da derhal o ortamdan uzaklaşılmalıdır.
Tek yardımcımız
Gurur yapmak ve başkasından asla yardım istemem demek bir nevi enaniyettir. Hepimiz güçlüyken güçsüz duruma düşebiliriz. Çok zavallı haldeyken yükselebiliriz. Yardımdan münezzeh tek Allah’tır. Ancak öyle durumlar vardır ki son kertede hepimizin de tek yardımcısı sadece ve sadece Allah’tır. Elimizden geleni yaparız, olumsuz koşullara rağmen kimseden medet beklemeden kendimizi O’nun ipine bağlar ve yardımın geleceğine inanarak, tam da bu noktada şikâyetten utanır ve tevekkül ile hayata sarılırız.
İSRA
İnsanın kendini görme yolculuğudur İsra. Hazreti Peygamber o gece, insanın tabiri caizse tahlilini gördü; ayet ayet. Bize de o yolculuktan namaz müjdesi geldi. Hakkıyla kılanların kendi hakikatini görmesine vesile olan o şahitliğe, bir ibadetle bizi de kattı. Şükür ki namaz var ve biz her Miraç gecesi namaz ile müjdelendiğimizi unutmayalım diye hatırlıyoruz. Bu vesile ile Pazar günü adım adım yaklaştığımız Ramazan ayına doğru idrak edeceğimiz Miraç Kandilinizi şimdiden kutluyorum.
ODTÜ ne yapıyorsun?
İkinci dönemin başlamasına on sekiz gün kala, yüz yüze eğitime geçeceğini açıklayan ODTÜ İngilizce hazırlık bölümünün öğrencileri zor durumdalar. Dönemin ortasındayız. ODTÜ yurtları tam kapasite dolu. Çocuklar ve aileleri hala kalacak yer arıyorlar. Bu plansız alınan kararların öğrencileri ve aileleri nasıl zor duruma soktuğunun farkında değiller sanırım. ODTÜ bu eğitimi hibrit yapabilirdi. Yazık!
KELEBEĞİN KANADINDA
Dünya kelebeğin kanadında bir toz zerresi. Yer kürenin kalbi, delik deşik. Savaşlarla, facialarla, kederlerle her yer bir tarih sahnesi, sürekli dekoru değişen bir yeryüzü resmi. Demek ki bu kadar basitin içinde, bu kadar karmaşayı taşımak için, insan olmak gerekiyormuş, Kelebeğim. Burnumun ucunda taşıyorum koskoca dünyayı. Kıyamet kopacak kelebeğin kanadından biliyorum. Özenle kıpırdamadan saklıyorum acı ve sevinçlerini dünyanın, mahşer gününe kadar. Kanadını çırptıkça kelebek, eminim hepsi birer birer dökülecek. Hepimiz birer kelebek kanadında özgür olana dek, sakla umudunu. Bu kıymetli kanat çırpınışlar hepimizin kalbinde birer can belirtisi. Yoksa dayanamazdı insan bunca acımasızlığa.
Gökçe Kurt Elitez
ÇOCUKLARA NEDEN MASAL ANLATMALIYIZ?
Bugün de, geçmişte olduğu gibi çocuk yetiştirmekteki en önemli ve aynı zamanda en zor görev çocuğun hayatta anlam bulmasına yardım etmektir. Bir çocuğun yaşam amacını kavrayabilmesi için çok erken yaştan başlayarak, iyi bir hikâye vesilesi gerçek, içten, samimi, açık iletişim bağıyla gerçekleştirmelerine yardımcı olabiliriz.
İyi bir hikâye, çocuğun hayal gücünü harekete geçirmeli, zekâsını geliştirmesine, duygularını anlayıp, yaşamasına, ifade edebilmesine yardımcı olmalıdır. Ayrıca aklında olan sorularına cevap verebilmelidir. Çocuk hikâye ile olan ilişkisini kendi belirler. İçsel dünyasında cevapları bulana kadar, tatmin olana kadar o hikâyeyi dinlemek, okumak ister. Yetişkin olduğunda da o bağ kurduğu hikâye, eser onun için anlamlı, güvenli bir liman görevini görür. Kitaplarla, hikâyelerle gerçek bağı kurabilmek için içsel arayışı fark etmek, ihtiyaçlara göre yönlendirmek çok önemlidir.
7‘DEN 70’E HERKES İÇİN MASAL
Çocuğun sağlıklı bir kişilik oluşumuna etki eden, kolektif mirasımız masallardır. Masallar ilk insan yaşındadır. Evrende yaşayan en yaşlı anlatıcıdır. Kolektif bilincin parçası, varoluş sorunlarını içselleştirmiş, kültürel kod ve anlam arayışını sembol dili ile bilinçaltımıza aktaran sözlü kültürün en önemli değeridir. Masallar sadece çocuklar içinde değil. Yetişkinler için de önemlidir. Bundan çok kısa zaman önce kimlikler bu kadar ayrılmamışken, kategorize edilmiş yaş gruplarımız oluşmamışken, 7’den 70’e herkes masalların sihirli dünyasında kendi anlam arayışının yolculuğuna çıkardı. Orada amaç, bir olmaktı. Sınıflar, yaşlar önemli değildi. Ve hayat daha yavaştı. Tam bu noktada çocuk ailesi ile birlikte olma güvenini yaşayabiliyordu. Günümüzde insanlarla yoğun bir hayat temposunda, ayrıştırılmış gruplarla belli etkinlikler yaşıyor. Masal bunu yok eden, birleştiren bir unsur barındırıyor. Zaman zaman bizler de günümüz gruplaşmasında çocuk ve yetişkin masalları diye ayrı anlatımlar yapıyoruz. Fakat bir gerçek var ki o da çocuğun ailesi ile birlikte dinlemeye geldiği masal gecelerinin etkisinin çok farklı olduğudur. Çocuk burada ailesinin de hayal kurduğuna, anlatılan masaldan etkilendiğini görüyor ve ailesi içsel bir bağ kuruyor. Yeni bir bilgi ediniyor; evet yetişkin olduğumda da hayal kurabilirim. İlk öğretmenleri olan ailesini gören çocuk için ailesinin tercihleri ve deneyimleri onun için doğru oluyor. Bu hususta bizler ebeveynler olarak; masal dinleyen, anlatan, kitap okuyan, resim çizen, şarkı söyleyen, oyun oynayan, duygularını paylaşabilen, hayal eden ve amaçları için yaşayan bireyler olursak; çocuk yetişkin olma bilgisini onun üzerine inşa edecektir. Ve sizler söylemeseniz de kitap okur, resim yapar, sorunlarını nasıl çözeceğini, duygularını nasıl ifade edip, nasıl seçimler yapacağını, empati duygusu erken gelişirken daha güvenli alanda farkındalıkla geliştirme imkanı bulabilir. Bu süreci sizinle erken yaşta deneyimleyen çocuk hayatın içinde güvenle yoluna devam edecek güçte bir birey olmuştur.
BÜYÜMENİN SANCISINI AZALTIR MASALLAR
Masallar binlerce yıl boyunca ağızdan ağza aktarılarak daha da arıtılmış hale gelmiştir. Açık ve örtülü sembol anlamları ile çocuğun eğitimsiz zihninden bir yetişkinin karmaşık zihnine uzanabilecek şekilde iletişim kurarak kişiliğin tüm seviyelerine eş zamanlı olarak hitap eder. Masallar derin bir anlam uyandırarak, çocuğun psikolojik ve duygusal yaşamında bulunduğu noktaya hitap eder. Çocuğun şiddetli içsel baskılarından, onun bilinçsizce anlayacağı şekilde bahseder. Yani büyümenin yol açtığı içsel mücadeleleri küçümsemeden, güven vererek ona anlatır. Baskıya ve zorluklara karşı kalıcı çözümler sunarak, çocuğun masal kahramanı ile özdeşim kurmasını sağlayarak onu güçlendirir.
Çocuğun yaşadığı problemleri yok saymak, konuşmamak, dillendirmemek çoğu kez ailelerin o problemle nasıl bahşedeceklerini bilmemelerinden kaynaklanır. Ama çocuk ailesi ve öğretmenleri tarafından dikkate alınmadığını hisseder. Çocuk zaten, nasıl bir sorunu olabilir ki, büyüyünce nasılsa sorunlarla karşılaşacak çocukluğunu yaşasın diye hayatın yalnızca iyi tarafına maruz kalmasını sağlamak gibi yaygın yanlış düşünce yapıları çocuklarımızla sağlam bağ kurmamızın önünde engellediği gibi, onların hayata hazırlanmasının önüne de set koyar. Bu yüzden birçok aile günümüzde masal seçiminde çok daha fazla hassas yaklaşımlar gösterir. Yaş gruplarına göre masalların anlatılmasının önemli olduğu gibi, masalın aynı zamanda nasıl anlatıldığının da önemi büyüktür. Bu nokta da ne anlatmak istediğimize karar vermek gerekir. Çocuğa hayatın sadece iyi yönlerini mi anlatacağız, yoksa hayatta yanlış olan pek çok şeyin kaynağının kendi doğamız olduğunu anlatıp, farkındalık sahibi bireyler olmaları için mi anlatacağız? Neden anlatırsak anlatalım, unutmayalım ki çocuğumuza okumak yerinde anlatarak bir masalı birlikte hayal etmek aramızdaki bağı ve çocuğumuzun güven duygusunu destekleyecektir.
MASALLARIN BİLGELİĞİNE GÜVENMEK
Bir masalın içinde yolculuk yapan çocuk, eğlenirken aynı zamanda kendisi, insanlar, dünya hakkında aydınlatılır ve birey olma sürecinde gelişimini desteklen, adalet, erdem, ahlak gibi temel insanı kavramlarla bağ kurarak büyüme sürecinde ki baskıları azaltmanın yolunu bulmuş olur. Çocuklar masallarla kendi süreçlerini kahramanla birlikte fark edip, büyüme sancılarını masalın yolculuğunda azaltmanın yollarını bulacaklardır. Çünkü her kahraman kendini bilme yolculuğunda eşiklerden geçerek özgün bir yaşamla yeniden doğar. Bu insanın da yaşam amacını hatırlayan, bulan, özünü bilen, kendini gerçekleştirmiş olmasının tek yoludur.
ATIKLARDAN KÜTÜPHANE
Atık malzemeleri değerlendirip tam 13 okula kütüphane kazandıran Ağrı’daki öğrencilerimizi kutlamalıyız. Sıfır Atık Projesi kapsamında, il milli eğitim müdürlüğü, okullarda ve pansiyonlarda kullanılmayan malzemeleri, geri dönüşüme kazandırılması için şimdiden 13 adet kütüphanenin ortaya çıkmasına neden olmuş. Devamı da geleceğe benziyor. Proje kapsamında; atık sıra, masa, araç lastiği, salça kutusu, bilgisayar, tahta, sebze kasaları gibi malzemeler kütüphaneye dönüştürülmüş. Ne güzel de olmuş. Bu yöntem ile sıfır petrol ve çok az enerji kullanılmıştır. Dolayısıyla doğa kirletilmeden sürdürülebilir bir çalışmanın mümkün olabileceğini görebiliyoruz. Kim bilir bu projenin arkasında ismini yazdırmayan gönüllü nice öğretmen ve öğrenciler vardır. Onların bu özverili ve bilinçli çalışmalarını takdir ediyor, tüm Türkiye’ye örnek olmasını diliyorum.
ARTI – EKSİ
Artı
Çiçek al ve hediye et
Şimdi baharı müjdeleyen çiçeklerin zamanı. Bir seyyar çiçekçiden mis gibi Fulyaları satın alıp caddeden geçen, gözüme kestirdiğim bir teyzeye bir hanıma belki de bir engelliye verebilmek isterim. İçimden geldi. Bunu yapsak ama gönülden yapsak. Benden bir çağrı olsun. Ama bunu illa böyle bir Halkla İlişkiler kampanyasına dönüştürmemize gerek yok. Çiçek değil de bir simit alıp, parkın kenarında battaniyeye sarılmış, içine büzülmüş bir ayyaşın önüne bırakabiliriz. Biraz düşün, iyiliğin öyle milyon dolarlık şeylerle olması gerekmiyor. Onu şaşırt yeter. Bak nasıl da içinde filizlenecek çiçekler yeniden.
Eksi
Din adamları tebessüm etmiyor
Devletin dini kurumlarının en yetkilileri zaman zaman açıklamalar için TV’lerde bulunuyorlar programlara katılıyorlar. Hiç dikkat ettiniz mi ekseriyette yüzleri hep asık. Gülümsemek sanki günah. Bir açıklama yapacaklar suratlarından düşen bin parça. Sıcaklık hissettirmiyorlar. İslam’a yaklaştırmıyor bu ifadeler. Özellikle de erkekler bazen de kadınlar. Elbette bir elin parmağını geçmeyecek kadar da olsa yüzü gülerek din anlatan karşı tarafa heyecan aşılayan görevlilerimiz var. Sadece olanların çıkması lazım ekranlara. Bu konuda örnek şahsiyetlere ihtiyacımız var.
DAĞDAKİLER DE ÇOCUK
Geçtiğimiz hafta yine bir cinayet işlendi ve doğal olarak büyük bir tepki ile karşılandı. On altı yaşındaki genç kız ailesinin evlendirmek üzere seçtiği sabıkalı erkek tarafından öldürüldü. Tabi bize polis kayıtlarından ilk yansıyan bilgiler böyleydi. Daha sonra takipçisi olup adli makamlardan işin gerçeğini, sonucunu öğrenerek haberi tekrar değerlendirmek lazım. Ancak ülkemizde kadınlara karşı işlenen cinayetlerde her seferinde tuhaf bir algı yaratılıyor. Sanki bu tarz cinayetler sadece Türkiye’de yaşanıyor gibi bir durum oluşturuluyor. Toplum kendini ezik, zavallı görmesi için elinden gelen yapılıyor. Neden kırk yıldır dağa çıkarılan çocuklar hakkında ciddi bir propaganda yapılmaz. Diyarbakır anneleri kaç senedir çocukları için mücadele ediyor. Neden onların çocukları için de büyük haberler, sosyal medyada etiketler açılmaz? Açılsa da neden etki görmez? O genç kız için üzüldük. Olmasın hiçbir çocuk öldürülmesin. Kim ister ki? Ama teröristler istiyor. Bari dağdaki çocukları kurtaralım. Neredesiniz?