Gerçekten, mesela, ne oldu Türk milleti misafirperverdir kalıplarına, samimiyet ve muhabbetin olgun vakarına, dayanışma temalı sosyal vurgulara?
Geçenlerde bir dostum içinde bulunduğu sosyolojiyi eleştirirken herkesi irrite eden fakat artık normalin ta kendisi haline gelmiş olan bir olgunun tekrar yerleştiğini hatırlattı; bu dünya ye kürküm ye dünyası olmuş…
Gerçekten, mesela, ne oldu Türk milleti misafirperverdir kalıplarına, samimiyet ve muhabbetin olgun vakarına, dayanışma temalı sosyal vurgulara?
Düşünce dünyası çığırından çıktığından beridir sosyoloji belli ki kırılımlar geçiriyor ve bu sorular dahi epeyce meseleler açacak zemin sunuyor. Kısaca bu sorulara cevap vereceksem misafirperverlik ile müşteri memnuniyeti, samimiyetle laubalilik, dayanışmayla kurumsallık yer değiştirmiş görünüyor.
Bu gevşek mekanikleşme iyi mi oluyor, sorusuna ise müspet cevap vermek zor.
Türkiye’ye bazı şeyler geç gelir, hızlı tüketilir. Mesela televizyon böyledir. Telefon böyledir. Bazı düşünce ve fikirler de böyledir. Güçlü bir eğilimmişçesine yükselir, birden bire yıldızlar gibi sönerler.
Çok eski fikirler, Türkiye’de yeni gibi sunulur. Çoktan çürütülen tezler ana akım kabuller haline gelir. 1800lü ya da 1900lü kitaplar bir tekâmülü değil de bugünü anlatıyormuş gibi algılanır.
Buna ilişkin çok çarpıcı örnekler var ama konumuz biraz daha özel. Geç gelen düşünce biçimlerinden biri olan kapitalizmin Türkiye sosyolojisini kuşatıyor olmasını gündeme almak istiyorum. Çünkü biraz önce sorgulamak durumunda kaldığım kırılımların temerküz ettiği çığırından çıkmışlığın müsebbibinin kapitalizm olduğuna inanıyorum.
Aslında gündeme alışımın bağlam içinde bir uyarıda bulunmaktan ibaret olduğunu da belirtmem gerekir. Uyarmak durumundayım çünkü Türkiye’nin hızlıca içine çekildiği kapitalizmden dünya “kaçacak yer bakıyor.” Rüzgârın kulağının olmaması sesinin olmayacağı anlamına gelmez.
Kapitalizmin çığırından çıkarma hali dengesini kaybetmiş bir yaşama denklemi eliyle gerçekleşiyor. Ciddi bir matematik problem…
Asri insan ölmekten korktuğu kadar yaşamaktan korkmuyor artık. İşte bu, en üst kapitalist olgu… Yani insan yaşamayı kabullendiği kadar ölmeyi kabullenmiyor bir süredir. Bir hezeyan doğuruyor. Bu hezeyan onun değerlerini varsıllıkla öğütüp sonra da onu varsılı kutsamaya götürüyor.
Ve aynı insan bir biçimde kaçınılmaz da olan ummadığı bir sonuca çıkıyor; kapitalist yalnızlık. Oysa bu dünyanın yokuşu da vardır düzü de… Yalnızlık için uygun bir yer olduğu söylenemez.