Geçtiğimiz pazar günü öğleden sonra saatlerinde Trabzon'un Pelitli İlçesi'nde bulunan Hayri GÜR Spor Salonu'nda oynanan Trabzonspor-Fenerbahçe Doğuş basketbol maçında yaşananlarla ilgili birçok şey söylenebilir.
Geçtiğimiz pazar günü öğleden sonra saatlerinde Trabzon’un Pelitli İlçesi’nde bulunan Hayri GÜR Spor Salonu’nda oynanan Trabzonspor-Fenerbahçe Doğuş basketbol maçında yaşananlarla ilgili birçok şey söylenebilir.
Öncelikle; çok güzel ve pırıl pırıl bir tesis. Yapılmasına katkıda bulunan ve emeği geçen herkese bir teşekkür borçluyuz. 19 Mayıs Kapalı Spor Salonu, Trabzon’a hem yetmiyordu hem de son yıllarda iyice eskidiği için yakışmıyordu. Şehre biraz uzak olmasına rağmen iki üniversite kampüsüne olan yakınlığı avantajıyla yeni salonun tribünleri hiç boş kalmıyor ilk günden beri. Basketbol takımının başarısında (daha iki hafta önce güzel bir oyunla Galatasaray’ı mağlup ettiler) takım-seyirci-yönetim bütünleşmesi ön planda.
Tüm bu güzelliklerin yanında pazar günü yaşanan “sahalarımızda görmek istemediğimiz davranışlar”ı nasıl izah edeceğiz bilemiyorum. Basketbol kültürü ve sportif rekabete yakışmayan, oynanan oyundan bağımsız olarak tribünlere sadece bir amaç uğruna gelmiş ve o amacını (olay çıkartmak) gerçekleştirmek için maçın başlamasını bile bekleyemeyen bir topluluk vardı salonda. Takımlarına tutku ile bağlı Trabzonspor Futbol Takımı taraftarları deşarj olmak için (Euro League Şampiyonu) Fenerbahçe Basket Takımı’nın şehre gelmesini fırsat bilmişlerdi anlaşılan.
6222 Sayılı Kanunun etkin bir şekilde uygulanamamasından cesaret alan ve her türlü manüplasyona açık bu kitle ilk yarının bitmesine 4 dakika 25 saniye kala maçın önüne geçmeyi başardı. Küfür ve saldırganlıkla işleri çığırından çıkardıklarında Trabzonspor 37-35 galip durumdaydı. Çok yüksek bir yüzdeyle (9/12) isabet buldukları 3 sayılık atışlar ve dirençli bir oyunla Fenerbahçe Doğuş’a kök söktürüyorlardı o anlarda, Koç Obradoviç’in çizdiği savunma setlerini etkisiz bırakan hamlelerle Eurolig seviyesinde zevkli bir oyun oynuyordu Trabzonsporlu basketçiler. (Tribünler boşaltılarak maç tamamlandığında 90-119’luk tarihi bir skor vardı skorbordda.)
1996 yılında şampiyonluk yarışı yaptıkları Fenerbahçe Futbol Takımına, Avni Aker Stadı’nda 2-1 kaybederek kaptırdıkları şampiyonluğun travmatik etkileri ile şehrin kolektif bilinçaltına işleyen “Fenerbahçe Alerjisi”, sportif rekabetin ötesinde bir anlam taşıyor güzel kentimiz Trabzon’da. Karadeniz’in sertliği ve tabiatın zorluğu ile şekillenen insan karakteri “tutku”larına normalin üzerinde değerler atfedebiliyor. “Futbol Kenti” olarak 7’den 77’ye herkesin futbola genetik bir yatkınlığı ve muhabbeti olduğundan Trabzonspor’a atfedilen değer ve önem de normalin üzerinde olabiliyor.
3 Temmuz’da yaşananların “paralel komplo” olduğu ve faillerinin, Fenerbahçe Takım Otobüsünün kurşunlanmasını organize edenlerle aynı “aidiyette” olduğu yargı kararları ile tespit edilmiş olmasına rağmen, Ülkenin en büyük ve dinamik camialarının karşı karşıya getirilmesi ve sportif rekabetin, sosyolojik husumete evrilmesi kimin değirmenine su taşır dikkatlice bakmak lâzımdır.
Varoluşsal açıdan sorgulandığında normal olarak değerlendirilebilecek süreçler, hassas ve kırılgan bünyelerde (dışarıdan görülen tüm sertliğine rağmen) varlığının anlamını tartışmaya açabilir. Karamsarlık ve mağduriyet duygusu kişilerde “hep haksızlığa uğradığı” hissini öne çıkartabilir. Bu ruh yapısı, ayakları yere basmasa da hayali düşmanlar aracılığı ile enerjisini boşaltacak alanlar üretebilir.
Spor alanları ve sportif yarışmalar bu negatif enerjinin yöneltildiği düşman hedefleri haline gelince de bunun zararını hep birlikte çekiyoruz. Adı üstünde “oyun”un içinde kalabilse çok rahatlıkla takımına itici bir güç olabilecekken oyunun önüne veya üstüne çıktığında en büyük zararı “kendi”ne verebiliyor bazen kitleler. Bilinç seviyesi düşük ve algı ayarlarıyla oynanmış bireyler bir araya geldiklerinde “kitle ruhu”nu olumsuz olarak üretebiliyorlar. (Wilhelm REICH’ın Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı kitabı, bunun kökenlerini anlamaya yönelik yazılmış önemli bir eserdir.)
Yani bu sorun yeni bir sorun değil ve sadece yerel motiflerle süslü, evrensel bir sorunun özgün bir versiyonu. Daha çok okuyarak, daha çok sosyalleşerek, daha anlayışlı davranarak ve “spor; sadece dostluk, barış ve kardeşliktir” ilkesine daha sıkı sarılarak aşabileceğimiz sosyolojik bir olgu ile karşı karşıyayız. Enseyi karatmanın gereği yoktur. İyi bir hafta dilerim.