Bugün Türkiye'de çok tartışılan – Şeker Fabrikaları özelleştirmesi vesilesi ile – özelleştirme ile ilgili iktisat biliminin bu konuda neler söylediği ile ilgili iki bölümlük bir yazı dizisinin ilkini yayınlıyorum.
Umarım okuyucularım için aydınlatıcı olur.
GİRİŞ: ATLANTİK MERKEZLİ EMPERYALİZMİN VE KÜRESEL SERMAYENİN EYLEM PLANI
Türkiye’nin üçüncü Cumhurbaşkanı rahmetli Celal Bayar, benim çocukluğumda yılbaşına yakın gazetelere demeç verirdi: “Bu kış muhakkak Komünizm gelecek!”… Bu sözler aslında Türkiye’de “sağ yelpazedeki” vatandaşların büyük bir kısmını içine alan bir duyguyu da bize göstermektedir. Sloganlaştırırsak: “Devletçilik komünizmdir, komünizm Allahsızlıktır…” Böylece, Türk insanının önemli bir kısmında, ekonomide kamu müdahalesinin imansızlık ve vatan hainliği olduğuna yönelik çarpık bir algı yaratıldı. Pekiyi, böyle ipe sapa gelmez görüşler neden savunuluyordu? Çünkü Türkiye, temel amacı Atlantik’teki merkezin askeri güvenliğini temin etmek olan bir ittifakın içerisinde, direksiyonu tamamen yabancılara bırakmış halde bulunmaktaydı. Sovyet Bloğuna karşı cephede ilk feda edilecek figüran olarak, devletin bütün örgütlenmesi, iktisadi politikaların tamamı, siyasi partilerin sınırları ve askeri darbeler de dahil olmak üzere bütün önemli hareketler Türkiye’nin kendi iç dengeleriyle hiç ilgisi bulunmadan NATO’nun güvenlik stratejisine göre belirlenmekteydi. Bu, tahmin edileceği gibi, bir deli gömleğine benziyordu.
1980’lerin başından itibaren ABD ve Britanya başta olmak üzere bütün Batı Blokunda sağın yeniden yükselişi ile birlikte -özellikle gelişmekte olan ülkelerde- bir özelleştirme propagandası başlatıldı. Sosyal Devlet’in çağdışı bir kavram olduğu, devlet üretiminin verimsiz ve milletleri fakirleştiren bir olgu olduğu, milli devleti savunmanın komünizm ve Bolşeviklik olduğu, her ülkenin “bir küçük Amerika” olması gerektiği gibi görüşler medya kanallarıyla yaygınlaştırıldı… Burada özelleştirme kritik bir noktada durmakta idi. Bu görüşleri serdedenlerin belki de farkında olmadan destek verdiği plan ise çok farklıydı. Batının büyük küresel firmalarında iki şeyin fazlası bulunmaktaydı: Üretim fazlası ve tasarruf fazlası. Üretim fazlasını satacak, gümrük duvarlarından arındırılmış, milli kurumlarının üretimi durdurulmuş pazarlara ihtiyaç duyuyorlardı. Onun için özelleştirme ile birlikte dış ticaret liberalleşmesi de öne çıktı. Ama bir sorun daha vardı: Gelişmekte olan ülkelerde yeterince satın alma gücü yoktu, nasıl bu kadar yabancı mal tüketilecekti? Kolayını buldular… “Bizde tasarruf/fon fazlaları var, biz size borç verelim, o borçla bizden bizim üretim fazlası mallarımızı satın alın!”, denildi. Bilumum, “liberal solcu aydınlatılmışlar” özelleştirme, serbest ticaret, mali liberalleşme, çağdaşlık, demokrasi ve insan hakları sloganları ile bu kervana katıldılar. Yani gelişmekte olan ülkeler Batı’nın küresel firma ve bankalarının pazarı haline getirildi – sonuç ise, artan dış borçla birlikte geçici bir refah artışı ve tabii ki krizlerdi…
Pekiyi, özelleştirme bu kadar kötüyse niye yapılır? Hiçbir iktisadi politika iyi veya kötü diye tanımlanamaz. Ancak doğru ve yanlış diye sınıflandırılabilir. Politikalar ilaca benzer, hastalığı doğru teşhis ederseniz doğru tedaviyi de uygulayabilirsiniz. Özelleştirme de belli şartlar ve belli amaçlar çerçevesinde uygulanabilecek politikalardan birisidir. Önemli olan, özelleştirmenin –diğer bütün politikalar gibi– doğru zamanda ve doğru amaçla uygulanmasıdır. İsterseniz, özelleştirmeden önce kamu üretiminin amaç ve hedeflerini inceleyelim.
KAMU ÜRETİMİ HANGİ AMAÇLA YAPILIR?
Özelleştirme, kamunun mülkiyetindeki arazi, konut veya üretim tesislerinin belli bir bedel karşılığında özel sektöre devredilmesidir. Bizim konumuzda, esas olan üretim tesisleridir. Pekiyi, kamu firmaları niye kurulur ve hangi amaçla üretim yaparlar? Burada ana nokta şudur: Kamu kesimi, toplumsal refahı maksimize etmek amacıyla üretim yapar; hiçbir şekilde kârını maksimize etmeyi amaçlamaz. Bu ana hedefe bağlı olarak da üretim maliyeti artı kendi yenileme yatırımlarını karşılayacak bir fiyatla ürünleri pazara sunarlar. Bu fiyat da, çoğu zaman, tam rekabetçi fiyata çok yakın bir fiyattır. Pekiyi hangi sektörlerde kamu üretimi yapılır? Birincisi, doğal tekel olan piyasalarda (piyasa talebinin tek bir firmanın üretim kapasitesine ancak yetebildiği piyasalar) kamu üretimi uygulanır. İkincisi stratejik önemi olan –temel sanayi girdisi veya zorunlu tüketim malları gibi- ürün piyasalarında milli menfaatler doğrultusunda üretim ve fiyatlama yapabilmek için kamu üretimi uygulanır. Üçüncüsü, eğitim, sağlık ve enerji gibi kamu malları üretiminde kamu üretimi uygulanır. Bir kamu üretim tesisini, sadece zarar ediyor diye satamazsınız. Çünkü o firmanın kuruluş amacı bu değildir. Eğer firma artık kuruluş amacını gerçekleştiremiyorsa, yani sosyal fayda yerine sosyal zarara yol açıyorsa, o zaman firmanın elden çıkartılması düşünülebilir.
KAMU ÜRETİMİNİN SAĞLADIĞI DIŞSALLIKLAR NELERDİR?
Kamunun üretim tesisleri hem yerli küçük üreticinin mallarına talep yaratan hem de tüketiciye ucuz zorunlu tüketim malı ve sanayiciye de düşük maliyetli ara girdi sunan tesislerdir. Her kamu fabrikası, bunların yanında, çalışanlarına lojmanlar, çocuklar için okul, sağlık ocağı, sosyal tesisler ile adeta kendi kendine yeten küçük bir şehirdir. Aynı zamanda, kamu fabrikaları Anadolu insanının şehir hayatına uyarlanması için de ciddi katkıları olmuştur. Sınaî kalkınmanın da itici gücü, tetikleyicisi olma konumundadırlar.
Örnek olarak gösterilmesi gereken tesisler, bu çerçevede Türk Şeker Şirketi’nin şeker fabrikalarıdır. Bu fabrikalar hem tarıma talep yaratmış hem de bünyelerindeki araştırma tesisleri ile tarımın niteliğini geliştirme açısından önemli katkılarda bulunmuşlardır. Yukarıda saydığım bütün sosyal faydaların tümü şeker fabrikalarında bulunmaktadır. Ancak son on yıldır şeker fabrikaları artan oranda zarar etmektedir. Bunun sebebi, şeker fabrikalarının yenileme yatırımı yapması için gerekli olan finansmanın sağlanmaması, ülkemizin gitgide daha yüksek oranda İsrail ve Amerikan menşeli – zararlı ama çok ucuz olan - nişasta bazlı şeker kullanımına dönmesi, pancar ekimine kısıtlamalar getirilmesi ve benzeri etkenlerdir. Fabrikaların sağladığı sosyal yarar düşünüldüğünde, bu zarar, tahammül edilecek düzeyde olduğu gibi, aynı zamanda cüz’i miktarda bir yatırımla fabrikalar yeniden kârlı hale gelebilir. Bu dediğim yapılabilir, ama her şeyden önce bu politikayı uygulayacak irade lazımdır.
Pazartesi devam etmek üzere… Hayırlı Cumalar…