İnsan ve onun yapıp ettiklerinin görüngüsü olan insanlık arasındaki ilişki asimetriktir.
Hafıza geçmiş ve şimdiye ait deneyimlerin toplamı olarak insanın geleceğe kurduğu köprüdür. İnsan gelecek tasarımlarını hem kişisel hem de toplumsal tarihinden elde eder. Tarihin görüngüsü olan deneyim, insanı ya şimdi mevcut olanın gerisine düşürür ya da şimdi mevcut olanın ilerisine taşır. Bu nedenle, insanın hem kişisel hem de toplumsal tarihi geri gidişlerin ve ileri sıçrayışların tarihidir.
İnsan ve onun yapıp ettiklerinin görüngüsü olan insanlık arasındaki ilişki asimetriktir. İnsanın kişisel ve toplumsal tarihi bir ilerlemeye karşılık gelirken insanlığı geriye düşebilir. Bu nedenle, insanlık kişisel ve toplumsal tarihin deneyimlerine indirgenemez. Böyle yapıldığında insan ileriye doğru sıçrarken insanlığın geriye düştüğüne tanıklık etmemiz kaçınılmazdır.
Tarih, insanın ilerleyişine tanıklık eden insanlık idesinin yitirilişinin tarihine evrildi. İlk bombanın insana kazandırdığı güç, aynı zamanda, insanlık idesinin ilk yitirildiği ana denk düşer. İyinin ve kötünün aynı anda ortaya çıkması gibi. Bilme ağacından koparılan o ilk elma iyinin ve kötünün kaderini belirledi. Kötünün tarihini iyiye çevirmek için çırpınan insanlık her gün yeni kötülükler yarattı.
Tarih, artık iyinin bu dünyanın dışına çıkarıldığı doğal bir kötülüğün mekânı haline dönüştü. Kötünün mekanına sınırlar çizildi. Daha az kötü olan ve daha çok kötü olan arasındaki farkları sınırlar belirler hale geldi. İyi ve kötü arasındaki sınırlar örülen duvarların yüksekliğiyle ölçülür oldu. Duvarın bir yanında daha az kötüler diğer yanında daha çok kötüler insanlığı öldürme yarışını girdiler.
Daha az kötüler ve daha çok kötüler arasında kalanlarsa her zaman her iki taraf için de “istenmeyenler” oldu. Onlar, kendi başlarına ne iyi ne kötüydüler. Onlar iyinin ve kötünün terazisine vurulacak varlıklar olarak görünmeyenlerdir. Onlar tarihin hafızasında hiçbir zaman olamayanlardır. Oysa önce “olma” vardı. İyi ve kötü sonra geldi.
İnsan tarihin içinde olan bir varlık olarak varolur ve varoluş bu nedenle sadece mekânsal bir yerde olma hali değildir. Varoluş zamansal bir olma halidir aynı zamanda. Tıpkı su gibi. Toprak gibi. Hava gibi. Su akar, toprak yeşerir. Toprak yeşerir nefes ciğerlere dolar. Tüm bunlar sadece mekânda değil bir zamanda da ortaya çıkar. Tıpkı insan gibi.
Mekân insanın zamanda varoluşunun toprağıdır. Ondan suyu çekerseniz toprak kurur. Toprak kurursa ciğerler solar. Tıpkı “istenmeyenler” gibi. Nefessiz varoluş olamayacağı gibi mekânız yurt da olmaz.
Zaman ve mekân insanın hafızasıdır. Tarih de bu hafızanın ürünüdür. Zaman ve mekân idesinin olmadığı bir yerde hafıza da olmaz tarih de olmaz.
Tarih, şimdi, istenmeyenlerin çığlığını duyurmaya başladı. Bu, aynı zamanda, zaman ve mekân arayışının çığlığıydı. Duvarların her iki yanında da kendilerine zaman ve mekân bulamayanların çığlığı insanlığın çığlığını hatırlatmaya başladı bize. Unutuşun ortaya çıkardığı “zamansızlık” bu çığlıkla işitilir oldu ve şimdi istenmeyenlerin tarihini yazmaya başladı.
Hiç kimse sessiz kalamaz bu çığlığa. Yurtsuzluğun zamansızlığa dönüşmesine kimse kayıtsız kalamaz artık. Tarih artık şunu söylüyor bize. Unutarak ortaya çıkan her insani ilerleyiş yeni bir kötülüğü ortaya çıkarıyor. Bu nedenle, artık, unutmak değil hatırlamak iyinin tarihini yeniden yazmaya başlayabilir. İyi ve kötünün aynı elmanın tarihi olduğunu kavratabilir. Bu yolda atılan her eksik adım iyi olanda bir gerileme kötü olanda ileri doğru bir sıçrama yaratır. Bu nedenle, bundan sonra, unutma değil hatırlama insani varoluşun özü haline gelmeli. Aksi durumda, kaybolan insanlığın ortak hafızası, ortak tarihi olacaktır.