Geçtiğimiz aylarda İran'daki protestoları konuşuyorduk, bugünlerde de İsrail'deki protestoları. İsrail'de mevcut hükümetin yapmaya çalıştığı yargı reformuna yönelik protestolar aslında yeni değil.
Geçtiğimiz aylarda İran’daki protestoları konuşuyorduk, bugünlerde de İsrail’deki protestoları. İsrail’de mevcut hükümetin yapmaya çalıştığı yargı reformuna yönelik protestolar aslında yeni değil. Ancak geçtiğimiz on günde protestoların genişlediği, güçlendiği, gençleştiği ve yayıldığı söylenebilir. Polisin sert müdahalesi, eleştirilerin Netanyahu ve ailesini direkt hedef alması, sertleşmesi- Bayan Netanyahu ve oğul Netanyahuların eylem ve söylemleri de iki tarafın sertleşmesi için zemin hazırlıyor-, kaosun İsrail’in güvenlik toplumu tanımının altını ve içini boşaltması riski, Havara’da yaşanan Filistinlilere yönelik saldırı ve yağmanın da protesto konuları arasına girmesi herkesin herkesi darbe yapmakla, herkesin bir birini linç etmekle, komplo kurmakla suçladığı bir ortam oluşturdu İsrail’de.
Sürpriz yok: Kutuplaşma, radikalleşme
Son seçimler öncesi İsrail’de siyasetin sağ ve sol eksende kutuplaştığı ve sağ eksendeki kutuplaşmanın Netanyahu’dan bile daha provokatif davranabilen figürleri siyasetin merkezine taşıdığı biliniyordu. Bu daha çok güvenlikleştirme, daha çok yerleşim sözü ve yerleşimcilere destek, Batı Şeria’nın yerleşimcilere daha çok açılması, Filistinlilere yönelik politikaların, günlük hayat pratiklerinin iyice sertleşmesi, hatta zıvanadan çıkması- nitekim geçtiğimiz hafta Havara’da Filistinliler İsrailli yerleşimcilerin saldırısına uğradıklarında, ve neredeyse bir katliamın eşiğinden dönüldüğünde İsrail Finans Bakanı Smotrich Havara’nın yeryüzünden silinmesi tavsiyesini TV ekranlarından yapıyordu- ve İsrail sol ve liberallerinin söylemlerinin “ihanet” olarak değerlendirilmesi demek. İsrail söz konusu olunca, aslında bunlar da çok çok yeni şeyler değil. İsrail’i Ortadoğu’nun nadir demokrasisi olarak adlandırmaktan hemen hemen herkesin hoşlandığını biliyoruz ama İsrail demokrasisi işte bu olumsuz olağanüstülükler üzerinde yükselen bir demokrasi ve bugün yaşananlar da hatta itiraf edelim ordu içerisindeki huzursuzluğa yapılan atıf da bu sıradan, olağan olağanüstülüğün şaşırtıcı olmayan sonucu.
İsrail’in Arap Baharı?
Hem İran hem de İsrail söz konusu olduğunda ıskalanmış Arap Baharı’na yapılan vurgu ise komik. Netanyahu ve takipçileri, İsrail’in Arap Baharını mı yaşıyoruz sorusuna cevap verirken ABD’nin, CIA’nin ve Amerikan solunun (Washington’da J Street’teki İsrail lobisi diye okuyalım bunu) olayların arkasında olduğunu ima ediyor ve Arap Baharı benzetmesini adeta bir nefret söylemi olarak kullanıyor. Onlara göre ABD hala “Obama” tarafından yönetiliyor ve Obamacılar İsrail’deki hükümeti devirmek istiyor. Arap Baharı meselesinin sadece Mübarek’in devrilmesine giden resim üzerinden okunması elbette sıkıntılı (çünkü bu devrilmeden sonra Arap Baharı’nı yerin yedi kat altına gömecek hamleleri sahne arkasından ABD yaptı ya da yaptırdı) ama İsrail rejiminin Körfez monarşileriyle sadece İran korkusunu paylaşmadığını görmek sürpriz değil. Uzun bir süredir İsrail’in, ABD tarafından aldatıldığı hissiyle yaşadığını düşünenlerdenim. Denilebilir ki, bu nasıl bir aldatılma; ABD, İsrail savunmasının güçlenmesine yardım ediyor. Golan, İsrail’e hediye edildi. Müslüman Kardeşler’in bölgede anlamlı bir varlığı kalmadı ve bu süreç bizzat Washington’ca desteklendi, nihayetinde de Hamas jeopolitik olarak daha güçsüz hale geldi. ABD Büyükelçiliği Washington’a taşındı. Suriye’yi vurmak için Tel Aviv’in Rusya ile kurmak zorunda olduğu temasa ABD fazla ses çıkartmıyor. Obama’nın ünlü Tel Aviv konuşmasını hatırladıklarında ve Amerikan dizilerinin fazlasıyla liberal ortamını izlemek zorunda kaldıklarında İsrailli muhafazakarların tüyleri diken diken olabilir ama Biden yönetimi ve Amerikan liberalleri İsrailleri incitmemek için gösterebilecekleri tüm iyi niyeti, güler yüzü göstermeye çalışıyorlar. Nitekim İsrail-Lübnan deniz yetki alanları paylaşım anlaşması için Washington çok çabaladı ve sonuç aldı. İsrail-Mısır, İsrail-Sudan, İsrail-BAE ilişkilerine ABD kilit rolde. İbrahim Anlaşmaları’nın genişlemesi (hem coğrafi açıdan hem de işbirliklerinin amacı ve içeriği açısından) fikri muhtemelen hem İsrail’in hem de ABD’nin işine gelebilecek bir hamle olarak fikir jimnastiklerinin konusu. Sözün özü, İsrail, hala ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefiki.
ABD hayal kırıklığı yarattı
Amma velakin Washington çok önemli bir konuda İsrail’i hayal kırıklığına uğrattı ve bu hayal kırıklığının gölgesi bugünlerde kaosla sınanan İsrail iç politikasının üzerine düşüyor. İlk hayal kırıklığı İran ile ilgili. ABD yönetimleri İran nükleer programının bu aşamaya gelmesini engelleyemediler. Pentagon ve İsrail Savunma Bakanlığından yetkililer Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’ndan (IAEA) paylaşılan yeni bilgiler üzerinde derin konsültasyonlar yapabilirler, “her ihtimal masada” klişesini tekrarlayabilirler ama her iki taraf da çok iyi biliyor ki “her ihtimal artık masada değil”, örneğin artık bu kadar gelişmiş bir nükleer programa sahip İran’ın tesislerinin filan vurulması çok mümkün görünmüyor. Zaten bu nedenle tesislere yönelik bir hava operasyonundan ziyade menşei tartışmalı operasyonlar ile İran’da benzin istasyonları filan havaya uçuruldu geçtiğimiz aylarda. İran’ın hem güvenlik hem de başka konularda pek çok sorunla boğuştuğu da malum. Fakat tüm bunlar şu gerçeği değiştirmiyor: Nükleer silahlı bir devlet olma konusunda top İran’ın elinde. Tahran bu kararı verebilir ya da vermeyebilir. Cuma günü duyurulan IAEA ile varılan son anlaşma, üç tesisin denetime açılma sözü bize Tahran’ın bu kararı vermediğini şimdilik uluslararası topluma göstermek istediğini anlatıyor. İsrail açısından ise İran’ın çevrelenmesi, yani İran’ın kuzeyinde ve güneyinde İsrail’in görünürlüğünü artırma en mantıklı, şu an için en az maliyetli seçenek olarak kalmaya devam ediyor.
Bu konjonktürde bu kaosun maliyeti
Çevreleme dediğimiz anda iki hususa özellikle vurgu yapmamız gerek. Birincisi, İsrail’in ülke dışında operasyon yapabilme kabiliyeti. Bu çerçevede İsrail Hava Kuvvetleri’nin ve İsrail’in sınır-ötesi özel operasyonlarından sorumlu İstihbarat birimlerinin önemini kimse yadsımıyor. İlginç bir biçimde son protesto gösterilerinde tartışmalar hem bu iki birimi hem de orduyu işin içine çeken bir boyuta geldi. İsrail solu, Netanyahu’nun Yüksek Mahkeme reformu ile yargının iplerini eline almak istediğini, bunun bir darbe olduğunu ve orduda özellikle de protestolara destek veren rezerv kuvvetlerde huzursuzluğun arttığını söylüyor. Rezerv kuvvetlerin askeri görevlerini yerine getirmeyi reddedebileceği söyleniyor. İsrail solunun da sağı kadar militarist olduğu unutulmamalı yani kutuplaşma güvenlik toplumunun can damarına, ordu ve istihbarata sıçramış olabilir tabi. Özellikle de hükümete yakın isimler protestolara katılanları topyekün “hain ve terörist” olarak damgalamışken. Bu yüzden Hareetz’in haberine göre, İsrail Hava Kuvvetleri komutanı Tomer Bar, rezerv kuvvetlere bir mektup göndererek “sizler bizim gözbebeğimizsiniz” mealinde bir mesaj verme gereği duydu.
Tel Aviv, İran’ı yalnızlaştırmak istiyorsa bölgedeki diğer aktörlerle iyi geçinmek zorunda. İsrail’in Azerbaycan, Türkmenistan, Türkiye ve Türk Dünyası politikalarını da Körfez politikalarını da Kuzey Irak, Suriye, Lübnan politikalarını da bu çerçevede görmek mümkün. Ama bu aynı zamanda İsrail için bölge politikalarında ve iyi ilişkiler geliştirmeye çalıştığı ülkeler karşısında daha esnek, daha rasyonel, daha vaatlerle süslü bir politika izlemesi zorunluluğu da demek. Kırk tilkiye kuyruklarını birbirine değdirmeden bir şeyler vaat etmek Tel Aviv için bile çok kolay değil. Üstelik bunu kimi gazetecilere göre “Netanyahu’nun mucizesi” sonuna gelmişken yapmak zorunda. Netanyahu’nun mucizesi derken temelde iki şey kastediliyor. İlki İkinci İntifada’dan sonra artan güvenlik risklerini bir şekilde yönetmek. Bugün, ülkede artan radikal ortam güvenlik konusunda insanlara çok bir şey vaat etmiyor. Nitekim artan gerginlik, saldırılar ve sivil kayıp nedeniyle İsrail ve Filistin tarafı, ABD, Mısır ve Ürdün’ün desteği ile Akabe’de geçtiğimiz günlerde ortak bir bildiri yayınladı. Buna göre taraflar belli bir süre şiddetin dozunu düşürmeye söz verdiler. Güya, İsrail Hükümeti yeni yerleşimlere bir süre izin vermeme sözü de verdi.
Güya diyoruz çünkü hükümetin işgal altındaki toprakları yerleşimcilere açma siyasetinde değişen bir şey olmadı.
İsrail’in falında değişim çıkmazsa
Daha ileri gidelim ve bu politikanın değişmesinin çok zor olduğunu söyleyelim çünkü Netanyahu mucizesi derken kastedilen öteki husus, İsrail ekonomisinin gücü idi. Küresel krizler, bölgesel krizler, savunma harcamaları, sokakların radikalleşmesi derken artık ekonominin çok iyi gittiğini kimse düşünmüyor. Çin ile geliştirilebilecek sıcak ilişkilerin önünde ABD bir heyula gibi durmakta. ABD-Rusya itiş kakışı da ileride Rusya-Tel Aviv hattını zorlayabilir. Avrupa ve Körfez parasını çekmek için Netanyahu daha çok çalışacak ama İsrail iç politikasındaki kargaşa İsrail başbakanını dış seyahatlerden alı koyuyor. BAE ziyaretini, ABD ziyaretini, İtalya ziyaretini ertelemek zorunda kaldı Netanyahu. Eh bu ortamda, güvenlik ve para kolay kolay bulunmazken, İsrail Hükümeti’nin elinde safları sıklaştırmak seçeneği, yani yürütmenin gücünü artırmaya çalışmak, yürütmenin artan gücü üzerinden yerleşimcilere alan açmak, hatta birilerini/bir yerleri yeryüzünden silmekle tehdit etmek gibi seçenekler kalıyor. Güvenlik sorunu büyüdükçe toplumun yorulacağı- zaten Filistinliler/Araplar çok yorgun- gardının düşeceği hesaplanıyor. Bu hesap pekâlâ tutabilir, tabi bu İsrail’in sorunlarını çözmez zira İsrail’in tek sorunu Netanyahu ve radikal sağ değil; sadece gösterilerde bazı protestocuların söylediği gibi Netanyahu politikaları İsrail demokrasisine “muz cumhuriyeti tadı” verdi.