Bizim İslam diye bildiğimiz bu ayrıntılar yumağı, aslında daha sonradan "Şeriat" olarak adlandırılmış bir fetvalar toplamından oluşur.
İslam ve demokrasiye dair iki yazı yazdım. Orada belirttiğim gibi, gerek Kur’an’da bildirildiği gerekse Peygamberimiz kendi yaşamıyla gösterdiği üzere, mü’minlerden oluşan bir toplumda toplumun tamamının ortak yararına dair kararların ortaklaşa alınması gerektiği vurgulanmıştı. Öte yandan tek adamın idaresine dayalı sistemler de, Firavun ve Nemrut örnek gösterilerek, lanetlenmiş ve “tağut” olarak gösterilmişlerdi. İslam’ın temel kaynaklarında bugünkü anladığımız anlamda bir temsili demokrasiye atıf bulunmamaktaydı, bulunamazdı da… Çünkü toplumsal kurumlar içinde bulundukları çağın, coğrafyanın ve üstünde yükseldikleri üretim ilişkilerinin bir yansıması olarak gelişirler. Farklı coğrafyalarda meskûn ve farklı tarihsel süreçlerden geçmiş toplumların farklı toplumsal yapıları olması nasıl doğalsa, idare yapılarının birbirinden çok farklı olması da kaçınılmazdır. Bu anlamda, bir devletin ana teşkilat yapısı ve toplumun idare sistemi zaman ve mekân içinde değişen şartlara göre evrilir. Allah’ın bütün zamanlara ve bütün toplumlara hitaben gönderdiği son dini olan İslâm’ın zaman içinde değişmesi kaçınılmaz toplumsal ve idari yapılardan birini önermesi de dinin kendisiyle çelişkili olurdu. Bu yüzden dinin ana kaynaklarında bir devlet kuramı, bir ideal toplum yapısı ve bir siyasal sistem önerisi bulunmaz.
“Hocam, yapmayın ya! Kitaplı dinler içinde siyasete, toplumsal hayata ve devlet idaresine en fazla müdahale eden din İslâm’dır. Şimdi siz iddia ediyorsunuz ki, İslâm dininde bir siyaset ve devlet kuramı yok! Nasıl olur? Şeriat nedir o zaman?” Bu soruyu cevaplamak hem kolaydır, hem de zor: Kolaydır çünkü dinin ana kaynaklarında, Kur’an ve Sünnet’te, bir siyaset ve devlet kuramı bulunmamaktadır. Çünkü Allah “nasıl bir toplum istediğini” bildirmemişken “nasıl bir toplum istemediğini” bize örneklerle anlatmıştır. Zordur, çünkü Müslümanların çoğu dinin ana kaynakları olan Kur’an ve Sünnet’ten bîhaber iken, din adına günlük hayata dair birçok tafsilâtlı ayrıntıdan haberdardırlar. Bu yüzden çözümü bu kadar basit olan bir konuyu insanlara açıklayabilmek zorlaşmaktadır.
Bizim İslam diye bildiğimiz bu ayrıntılar yumağı, aslında daha sonradan “Şeriat” olarak adlandırılmış bir fetvalar toplamından oluşur. Yani, Allah’ın Kitabı ve Peygamberin Sünneti’nde yer verilmeyen konular hakkında her çağda fakihler ve müçtehitler tarafından içtihat yolu ile verilen hükümlerdir. Yani, daha açık bir ifadeyle söylersek, İslâm Dininde devlet ve siyasete dair verilen somut hükümler Allah sözü değil insan yorumudur. Bu yüzden zamanı gelince uygulamadan kaldırılabilir!
Allah’ın ideal bir toplum yapısı örneği vermediği doğrudur. Ancak toplumun yapısı ve devletin idaresi hakkında genel ilkeler Kur’an’da verilmiştir. Bunlar şu şekilde sıralanabilir: Eşitlik, adalet, düşünce ve inanç özgürlüğü, toplumsal dayanışma, şûrâ veya ortak karar alma, kaynakların ve işlerin topluma dağıtımında ehliyet ve liyakate önem vermek… Bunlar genel ilkelerdir, bu ilkelere uyan herhangi bir devlet teşkilâtı veya toplumsal yapı İslâmi olarak adlandırılabilir. Tersi de mümkündür: Eşitsizliğe, adaletsizliğe, belli bir düşünce veya inancın insanlara zorla dayatılmasına, dayanışma değil bencil bir rekabete, tek adamın kararlarına, kaynak ve işlerin yakınlara dağıtılmasına dayalı bir toplum da İslâmi değildir.
Pekiyi, o zaman biz neye inanacağız? Her şeyden önce bilmemiz gereken şudur: İslam Dini müttakilere (takva sahiplerine) bir hidayet olarak gelmiştir, bir siyasi ideoloji ve iktisadi sistem olarak gelmemiştir. Temeli herkesin Allah’a iman etmesini sağlamak olan bir dinin bu şekilde dünyevi çıkar çatışmalarının tam ortasına itilmesi en büyük insafsızlıktır. Daha sonra da bilmemiz gereken ikinci kural şudur: Her toplum içinde bulunduğu coğrafya, zaman ve üretim ilişkilerine bağlı kendi özgün toplumsal örgütlenmesini üretir. Bu kural dinin yorumlanması için de geçerlidir. Sonuç olarak toplumsal yapı ve devlet teşkilatı hakkındaki dini kurallar da toplumlara göre farklılaşır. Örneğin hep verdiğim bir örnektir: İkisi de Sünni ve Hanefi Müslüman olmalarına ve ikisinin de dini hassasiyetinin yüksek olmasına rağmen Afganistan ve Bosna Hersek’teki İslam yorumları ve buna bağlı olarak siyaset ve devlete ilişkin görüşler çok farklıdır. Sonuç olarak diyebiliriz ki, Müslüman toplum sayısı kadar farklı din yorumu sayısı vardır.
Pekiyi biz Türkler için, İslâm ve Demokrasi uyumlu mudur? Bu da Pazartesiye kalsın…
Hayırlı Cumalar…