İletişimi başta insanlarla aramızda oluşturduğumuz karşılıklı bağ olarak ifade edebiliriz.

İletişimi başta insanlarla aramızda oluşturduğumuz karşılıklı bağ olarak ifade edebiliriz. Ancak inancımıza göre sadece insan değil hayvan, nebatat ve eşya dâhil her türlü canlı cansız varlıkla aramızda bir ilişki ve hatta bir iletişim vardır. İlişki bizim belirlediğimiz bağlantının varlığı yokluğu, mesafesi ve kuralları ile ilgilidir. Kimine göre insan dışındaki her türlü varlık, öylesine orada durmaktadır. Fakat kimisine göre de her varlığın bir anlamı bir hakikati vardır ve biz o anlam ile bağlantı kurarız. Arabamızı sattığımızda hayatımızda bir eksiklik duyar, içimiz burkulur. Araçla paylaştığımız iyi, güzel anılar olmuştur. Hayatımız, araç ve aramızdaki bu anlam ilişkisi üzerinden, eşyanın hakikatinin insan ve diğer varlık bütünlüğü içinde bize anlam katmıştır. Çelikten, petrolden oluşmuş tamamen bu dünyaya ait bir unsur olmasına rağmen zaman içinde kurduğumuz o ilişkinin bir değeri vardır.

Yeni tanıştığımız insanlarla

Hayat, kurduğumuz ilişkinin mesafesine göre bir boyut kazanır. Mesafe kendimiz dışındaki her tür varlıkla aramızda oluşturduğumuz tutarlı bir ilişki kuraldır. Bu kural bizi bizden, bizi çevremizden, muhatabımızı da her türlü dengesizlikten ve yanlışa düşmekten korur. Yani bu kural karşılıklı ilişkiyi sağlıklı devam ettirmenin bir yoludur. Laubali olmadan samimiyeti örselemeden oluşturulan ilişki dürtülerimizi kontrol edecek şekilde ilerlemelidir. Yeni bir ortama girdiğimizde, burnumuz kaf dağında olmamalı. Ya da vıcık vıcık bir laubalilik içinde de olmamalıyız. Bakışlarımızla, giyimimizle, hal ve tavırlarımızla tam bir denge halinde olmalıyız. Kendimizden çok fazla bahsetmemeliyiz. Sorulan soruların gerektiği kadarına cevap vermeliyiz. Hoşlanmadığımız insanlar olabilir; ancak bunu karşımıza mimik ve tavırlarımızla hissettirmemeliyiz. Bu davranışlarımızın karşımızdaki kişiye bir faydası olmadığı gibi bizi seven ve güvenen insanlarda da yanlış bir imaj oluşturmamıza sebep olur. Zaten özgüveni olan kişi, başkalarının davranışlarından etkilenmez.

Hoca talebe ilişkisi

Aile içinde en yakın mesafedeki ilişkilerimizde bile bir esneme, bir nefes payımız hep olmalıdır. Komşu, arkadaş gibi ilişkilerimizde evde olup bitenleri paylaşmak, hatta ev içinde çok mutlu olsanız bile bunu dahi belli etmezsiniz ve üstü kapalı geçersiniz. Gelelim hoca talebe ilişkisine. İstismar edilmeye en müsait konulardan biridir. Aynı cins iki kişi dahi olsa hoca ve talebe arasında bir saygı, edep, adap olmalı ve bu her ne olursa olsun zedelenmemelidir. Samimiyet çerçevesinde ilerleyen hocalarımızla olan ilişkimizde ukalalık, bilmişlik gibi tavırlarımız varsa düzeltme yoluna gitmeliyiz. Mesafe demek sosyal mesafe demek değildir. Aynı sofraya oturabilir, aynı evde kalabiliriz. Ama bunlar hep bizim kadim örf ve adetlerimizin izin verdiği ölçüde olmalıdır. Eğer hoca talebe iki farklı cins ise zaten mesafe kuralı olmazsa olmazdır. Toplumun tavırlarından çok inandığımız değerlerin zarar görmemesi ve kendi saygınlığımızı yitirmemek için mesafe kuralı hoca talebe ilişkisi için de en önemli olanıdır. Hoca talebe arasındaki ilişki bir anne evlat veya baba evlat derecesinde seyir etmelidir.

Karşı tarafın mesafesizliğine yanıt

Bazen ilişkilerimizde biz her ne kadar mesafemizi korusak dahi görmek istemeyen ve bunu aşmaya cüret eden insanlara da rastlayabiliyoruz. İş hayatımın ilk yıllarıydı, yemekhanede yanıma oturan kişi merhaba deme bahanesiyle elini bacağıma koyuvermişti. Elini nasıl alıp fırlattığımı hatırlamıyorum. Çok sinirlenmiştim. Sözle, konuşma tarzıyla sanki kırk yıllık arkadaşmış havasında ortada dolaşıp ilişki kurmaya çalışanları da anlamak mümkün değildir. Ancak sizin mesafeli duruşunuz o kişileri test etmenize izin verecektir. Ne zaman o insanlarla bir adım daha ileriye gideceğinize siz karar vereceksiniz. Varsın size suratsız, soğuk desinler. İnanın hiçbir şey kaybetmezsiniz. Samimiyetinizi asla elden bırakmadan oluşturacağınız bu mesafe içerisinde, insanlar ileride sizin dostluğunuzun sarsılmaz olduğunu anlayacaklardır vesselam.

GENÇLERİ YÖNLENDİRİYORLAR

Malum gençleri internettin önünden alamıyoruz. Gençler internette, Türkiye aleyhinde yönlendiriliyorlar. Hatta bu mecralarda operatörlük yapan bazı seçilmiş isimlerle bu aleyhte propagandalar gerçekleştiriliyor. Son zamanlarda şunu çok konuşuyor gençler. ‘Avrupa veya ABD’de asgari ücret ile iki tane apple bilgisayar’ alınabiliyor. Ya da bir bilgisayar bir cep telefonu alınıyormuş gibi bir takım karşılaştırmalar yapılıyor. Bu tür dedikodularla aşağılık duyusu aşılanıyor ve gençler bir an önce bu ülkeden gitmek istiyorlar. Hatta nefrete varan bir algı pompalanıyor. Biz ebeveynlerse bu noktada hiçbir şey yapamıyoruz. Peki! Bu gerçek mi? Bu tür videolara cevap verilmeli. Ciddi anlamda karşı atak geliştirilmeli. Özellikle genç milletvekillerimize bu konuda çok iş düşüyor. Sadece milletvekillerimiz değil elbette örgütlü bir çalışma ile yalanlara doğrudan cevap vermeden sadece doğru algıyı oluşturmalıyız. Medya okuryazarlığı ve etik bu noktada karşımızda ciddi bir sorun olarak yer alıyor. Nasıl oluyor da yalan bu kadar güçlü olabiliyor.

KIRMIZI YAĞMUR

Yağmur yağmasaydı takip edecektim izleri. Silip süpürdü sular, sellerle gitti bastığı yerler. Toprağa basıyordum, o asfaltta yürüyordu. Çamura batmıştım. Pırıl pırıl kırmızı adımlarını kenardan kenardan takip ediyordum. O beni görmezden gelmeye devam ediyordu. Şemsiyesi onu koruyacaktı. Beni ise yağmuru yağdıran… Sırılsıklam sonunda çıkmaz sokağa saplandım kaldım. O bindi simsiyah parlak bir arabaya. Şemsiyesini tuttu ciddi bir adam. Kapıyı kapattı arkasından ve araba o çıkmaz sokaktan çıktı gitti. Kırmızı yağdı o günden sonra hep yağmurlar. Bir çift çizmem olsun istedim o günden sonra tıpkı onun ayağındakiler gibi. Annem alamazdı, babama söyleyemezdim. Paramız yoktu; kırmızı yağmurlar hep evimizi basardı. Bir çocukluk rüyası ya bu; hep parlak şeylerin peşinden giderdim. Kırmızı öyle parlıyor, öyle parlıyordu ki bir gün benim de böyle parlak itfaiyeci çizmelerim olacağı o günlerde hiç aklıma gelmezdi. Ama hala yağmurlar kırmızı yağıyor. Çünkü çocuklarıma bıraktığım en güzel miras, mutlu olduğum işi yapmak. Çünkü bir hikâyesi var kıpkırmızı.

AKADEMİK DÜRÜSTLÜĞÜ KÜTÜPHANELERDE ÖĞRENMEK

Doç. Dr. Işıl İlknur Sert

Kahvehane sohbetlerinde vatan kurtarmakla meşhuruz. Başkalarından duyduklarımızı insanlara kendi fikrimiz gibi anlatarak yeni fikirleri çevremize yaydığımızı sanıyoruz. Ne gariptir ki benzer bir bilgi yayma şeklini sosyal medyada da gerçekleştiriyoruz. Kaynağını sorgulamadan kopyalayıp yapıştırdıklarımızı kendi fikrimizmiş gibi insanlara sunuyor ve beğeni bekliyoruz. Önemli toplantılara katılıp başkasının fikrini kendi fikri gibi söyleyen ve “karar almada önemli bir güç oluşturdum” diye övünenlerin sayısı da az değil. Fikrin asıl sahipleri ise bazen sesini çıkarıyor, ama çoğu kez “büyüklük bende kalsın” diyerek susuyor. Alkışlar başkasına gitse de “fikrim yürüsün” diyenler var. Böyle düşünen fikir sahipleri, “akademik dürüstlük” ilkelerinden ödün vermenin toplumu nasıl etkileyeceğinden habersiz, susuyor… Susuyor…

Rahmetli Doğan Cüceloğlu bir Youtube videosunda, doğuştan dürüst olmak üzere programlandığımızı söyler. “İnsan dürüst olduğu zaman beyni daha verimli, daha coşkulu, daha yaratıcı çalışıyor. Dürüstlük, beynin ihtiyacıdır. Aksi halde beyin, bir tıkanma hali yaşıyor ve stres içine giriyor” diye ekler. Bu durumda akla başka sorular geliyor. Eğer insan bu strese rağmen, dürüst olmadığında daha çok kazanıyorsa neden dürüst olmalı? “İnsanın kendine saygı duyması” başlıklı bir sonuç, dürüst olmak için insanı yeterince motive eder mi?

Bilgiyi üretirken ve topluma sunarken dürüst olabilmeyi, daha yeni yeni “akademik dürüstlük” başlığı altında konuşur olduk. Bu konuda yaptırımlar olması, intihal programlarının ödevleri ya da tezleri taramada kullanılması, intihal programı ile taranan metnin başkasına ait olduğu bulunduğunda kabul edilmeyişi, hayatımıza daha yeni girdi. Böylece bilgiyi etik olarak kullanmayan kişiler için cezalar verilmesi söz konusu hale geldi. Yaptırım olarak ille de ceza gerekli miydi? Ne yazık ki bu sorunun cevabı “evet”. Çünkü intihal programları kullanılmadan önce yaşananlar pek iç açıcı değil. Bu sorun henüz tam olarak çözülmüş de değil.

Demek ki yeni bilgileri, yeni fikirleri ortaya koymak için başkalarının fikirlerini öğrenmek ve onları kaynak olarak göstermek gerekiyor. O fikirler nerede bulunuyor? Güvenilir bilgi kaynaklarında. Güvenilir bilgi kaynakları nereden elde ediliyor? Kütüphanelerden ve güvenilir web sitelerinden. Web sitelerinin güvenilir olup olmadığını nasıl anlıyoruz? Kütüphaneciler tarafından tavsiye edilip edilmediğinden. O halde kütüphaneler ve kütüphanecilerin, hem akademik dürüstlük hem de toplumsal dürüstlük üzerinde son derecede önemli bir etkisi olduğunu savunmak yanlış mı olur?

Ödev yapan çocuğun, ödevde kullandığı bilgileri bir kaynaktan aldığını belirtmesi daha okuma öğrendiği andan itibaren ona verilmesi gereken bir eğitimdir. Hatta daha okuma bilmeden kitabın yazarının, resimleyenin, yayımlayanının olduğunu ve bin bir emekle o kitabın elimize geldiğini çocuğa öğretmek gerekir. Bu da öncelikle çocuklara yönelik kütüphanelerde, en çok da okul kütüphanelerinde gerçekleşir. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde okul kütüphanelerine büyük önem verilmektedir.

20. Millî Eğitim Şûrası, 3 Aralık 2021’de kararlarını duyurdu. 49. kararda, “Eğitim kurumlarına uzman kütüphaneci, (…) istihdam edilmelidir.” deniliyor. 2017 yılında toplanan 3. Millî Kültür Şûrası’nda “çocuklarımızın erken yaşlarda kitap ve kütüphaneyle tanıştırılması”, “müstakil çocuk kütüphanelerinin sayısının yaygınlaştırılması”, “zengin okul ve sınıf kütüphanelerinin kurulması” kararlarının alınması sonucu bebek ve çocuk kütüphanelerinin arttığını, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bu kütüphanelere kütüphaneci atamasının yapıldığını görünce insan umutlanıyor. Hele ki 26 Ekim 2021 tarihinde “Kütüphanesiz Okul Kalmayacak" projesinin Millî Eğitim Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütüleceğinin öğrenilmesi, projenin Sayın Cumhurbaşkanımızın eşi tarafından desteklenmesi, sosyal medyada art arda okul kütüphanesi açılışlarının paylaşılması gerçekten mutluluk veriyor. Peki bunlar yeterli mi?

Okul kütüphanelerini açmak çok önemli ancak aylar sonra oraya gittiğinizde karşılaşacağınız manzara daha da önemli. Karmakarışık raflar, kapalı bir kapı, kütüphaneden sorumlu tutulmuş bir öğretmenin ya da birkaç öğrencinin, hatta birkaç velinin çırpınıp durması… Birkaç yıl sonra ise güncelliğini yitirmiş yayınlar ve artık kullanılmayan bir okul kütüphanesi… Öğrenci, akademik dürüstlüğü böyle bir ortamda mı öğrenecek? İyi niyetlerle kurulan okul kütüphaneleri öyle çalışmalıdır ki akademik dürüstlüğü, toplumun eğitim ve kültür seviyesini yükseltmekte kullanan, bilgi okuryazarı, bilgiyi sadece kullanan değil, bilgiyi üreten nesiller oluşturulsun. Bu da ancak okul kütüphanelerinde Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü (BBYB) mezunu okul kütüphanecilerinin çalışmasıyla mümkündür. MEB 2020-2021 örgün eğitim istatistiklerine göre 67.125 adet okul bulunmaktadır. Her birine okul kütüphanecisi atamak, BBYB mezun sayısı düşünüldüğünde de mümkün değildir. Bu konuda bir orta yol bulunacağına inanıyorum.

Çünkü akademik dürüstlüğü kütüphanelerde öğrenen nesillerin toplumsal gelişime katkısı da dürüstçe ve çok büyük olacaktır.

GÜN IŞIĞINDAN YARARLANMAK

Hala öyle saçma sapan okul binaları yapılıyor ki, anlamak mümkün değil. Güpegündüz elektrik kullanmak zorunda olduğumuz okul binaları çoğunlukta. Zaten yapılmışları varken neden hala gün ışığından yararlanacak şekilde mimari bir tasarım yapılmaz. İlk ve ortaöğretim binaları hala dümdüz betondan oluşuyor. Bir okul binası güçlendirme için duvarları hazır yıkılmışken pencereleri büyük tutulabilir veya cam tuğlalar kullanılabilir. Ama tam tersi pencereler daha öncekinden daha da küçük yapılmış. Koridorlar gündüz bile karanlık ışık açmak gerekiyor. Kısa vadede ucuz olsun diye bu şekilde sevimsiz tipleriyle okul ruhuna hiç uymayan bu binalardan artık vazgeçilsin. Çocukları okula çekecek mimariye ihtiyacımız var. Ayrıca tutumlu olalım diye derslerde nasihat edilirken biz binalarımızda elektrik tüketimimizi had safhaya çekiyoruz.

ARTI EKSİ

DUA MI? NAMAZ MI?

Annemi doktora götüreceğim o yağmurlu günde bir saate yakın taksi bekledim. En sonunda karşı kaldırımda durup müşteri indiren taksiyi yakalamak için kendimi caddenin öbür ucuna attım. Takkesinden dindar biri olduğunu anladığım taksi şoförü beni almaya pek istekli görünmüyordu. Sonra anlıyorum ki namaza yetişmesi gerekiyormuş. Annemi hastaneye götüreceğimi söyleyince araca binebildim. Arabaya biner binmez de annemi aradım. Annemin oturduğu mahalleye girdik ve annemi alacağımı şoför pek anlamamış olacak ki tekrar hastaneye gitmemiz gerekeceğini söylememiz pek hoşuna gitmedi. Hayıflanarak “ama namaza yetişeceğim kardeşim” dedi. Annem de bir yandan şoföre rica ederken zaten çok yakın olan hastane kapısına gelmiştik bile. O yağmurda bizi hastanenin karşı kaldırımında bırakmak zorunda olduğunu söyledi, bizse oraya kadar geldiğimize şükretmiştik. Beni araca alıp hastaneye yetişmemizi sağlamasına minnettar olduğum beyefendiye şunu söylemek isterdim; “Annemin duası ve şu yaptığın iyilik aslında namazdan çok daha makbuldür”. Yaşlı bir kadını hastaneye yetiştirmenin verdiği o güzel duyguya kendini bırakacağına namaza yetişemedi diye son anda bize ters davranması baştaki olumlu tavrını gölgeledi.

GENÇLERİN SAKLADIĞI NEYDİ?

Önümde yürüyen üç genç kız sırtlarında çantalarıyla muhtemelen okula gidiyorlardı. Nedense gözümü bu gençlerden ayıramadım. Sabah saatleriydi ve ben ekmek aldıktan sonra eve dönüyordum. Aniden kızlardan biri yolumuz üzerindeki tarihi mezarlığın üzerindeki büyük ağacın dibine bir şey sakladı. Tabii ne olduğunu göremedim. O şeyi saklayan kız diğer arkadaşlarına görünüyor mu diye sordu. Kızlar uzaklaştıktan sonra ben orada ne olduğunu öğrenmek için saklanan şeyi elime geçirdim. Kilitli bir poşet içinde sigara ve iki adet çakmak vardı. Dayanamadım ve yakındaki marketten bir not kağıdı ve kalem alıp aynı paketin içine yazılı bir not bıraktım. Gençlere dostça bir abla mesajı idi bu. ‘Kendinizi sevin. Sigara ile sağlığınıza zarar vermeyin, kendinize sahip çıkın’ minvalindeydi. Gençlere kendileriyle ilgili güzel duygular beslemeleri için bir şeyler karaladım. Not üzerinde bir adres, iletişim bilgisi vermedim. Acaba çocuklar bu notu alınca ne yaptılar. Ne hissettiler. Bu notla neyi başarabilmiş olabilirim; sorumluluk hissettiğim için böyle bir davranışı gerçekleştirdim. Belki o gençler sigara içmeyi bırakmayacaklar. Ama ben elimden geleni yapıp insanlığa bir mesaj göndermeye çalıştım. İnşallah karşılığını hepimizi alırız.