Açılış töreninde uzun bir mavi kurdele kestiğimize bakmayın…
Erzurum Tanıtım Günlerinin açılış törenindeyiz. Elele tutunarak birbirine bağlanan, birliğin disiplinini sergileyen bar ekibinin muhteşem halk oyununu, tüylerimiz diken diken izledik. Bu manzara, gurbetteki insanın, kendisiyle de gurbet yaşadığını ve bir şeyi bilmekle onu tanımanın farkını düşündürdü. Kendimizi bilmekle yetinmeyip kendimizi tanımaya yönelmek, insanı tahsil etmeyi gerektirir.
Açılış töreninde uzun bir mavi kurdele kestiğimize bakmayın… İnsanlar geçmişiyle bağlarını kesmiyor, kesemiyor. Çünkü geleceğe emin adımlarla yürümek geçmişle olan bağların gücüne dayanıyor. Ruhlar, türkülerin ezgileriyle güçlenirken, dostlarla buluşan kalpler kırıklıklarını bir nebze unuttu… Ve yöresel yemekler damaklarda güzel bir tat bıraktı.
Bedenleri, çoraklaşan metropollerde ama kalpleri rahmetin tecelli ettiği memlekette atan gurbet insanları, kendileriyle yeniden buluşmanın ve kendilerini yeniden tanımanın heyecanı içinde. Zira evrenin külli kaderinden payımıza düşen cüzi kaderin peşindeyiz. Peşindeyiz çünkü geçmişinden ayrı düşen gönüllerde bülbül misali feryat olur da kapanmaz yaralar açılır. Erzurumlu Emrah’ın dizelerine yansıyan da budur:
“Ne feryad edersin divane bülbül,
Senin bu feryadın gülşene kalsın.
Bu dünyada eremezsem murada,
Huzur-u mahşere divana kalsın.”
İnsanı kendisine yönelik öz bilgisinden, kendisini tanıma eyleminden uzaklaştırdığı için gurbet, Âşık Reyhani’nin dizelerinde kalpleri sızlatan ve gönülleri ağlatan bir acıya dönüşür:
“Yolumuz gurbete düştü,
Hazin, hazin ağlar gönül.
Araya hasretlik girdi,
Dertli dertli ağlar gönül.”
İNSANI TAHSİL ETMEK
İnsan, çevresindekilerle vardır ve onlarla insandır. Bunun içindir ki uzaklaştığımız akrabalarımız, suretini yitirdiğimiz dostlarımız, hasret kaldığımız arkadaşlarımız bizden bir parça eksiltir. Yani ki insana hasret, insanı eksiltir. Çünkü insan, insana şifadır. Ve insan, kendini yeniden bilme ve tanıma yolculuğuyla bu eksikliğini gidermek ister. Epiktetos, bu çabanın amacını şöyle dile getiriyor: “Sen kendini bildiğin sürece başkalarının seni incitmesi mümkün olmaz.”
İnsanlık tarihi boyunca var olan kendini bilme çabasının, günümüz dijital döneminde çok daha önemli hale gelmesinin yegâne nedeni, insanın insandan ve insanın kendinden ayrı düşmesidir. Başkasına gurbetimiz, içimize kadar girdi de kendimizle de gurbete düştük. Bizi biz yapan kültürümüz, geleneklerimiz, inançlarımız, adetlerimiz… Dünyanın neresinde olursa olsun insana ait bütün bu öz değerlerin önce yumuşaması, sonra standartlaşması, genel geçer bir hal alarak özünü yitirmesi, insanın kendisine gurbetini derinleştiriyor.
İnsanın kendine gurbeti, ruh dünyamızda fırtınalara neden olur. Farklı olmanın zenginliğini yitirmek; sıradanlık, belirsizlik, çaresizlik, uyumsuzluk olarak yansır yaşamımıza. Bir dere gibi akıp giden hayatımızın içine girmeden, kendi hayatımızın suyunda ıslanmadan, arınmadan, akıp giden yaşama seyirci kalırız.
“Şu karşı yaylada göç katar katar,
Bir güzel sevdası serimde tüter,
Bu ayrılık bana ölümden beter,
Geçti dost kervanı eyleme beni.”
Pir Sultan Abdal, yardan ayrılmayı ölümden beter görmüş de acaba insanın kendinden ayrılması, kendini bilmek ve tanımaktan uzaklaşması nasıl bir ölümdür kim bilir?
Şu halde her vesileyle kendimizi yeniden bilmek, kendi öz değerlerimizle yavaşlayan irtibatımızı yeniden güçlendirmek ve kendimizi yeniden tanıyarak keşfetmek zorundayız. Bu, salt bir düşünce ve sözün ötesinde bilinçli bir davranışa dönüşmesi gereken aktif bir eylemdir. Herhangi bir bilimi, mesleği öğrenmek için bir tahsil sürecine girmemiz gerektiği gibi insanı tanımak için de insanı tahsil etmek gerekir. Kaçımız başarabiliyoruz acaba?
BİLMEK VE TANIMAK
Unutmayalım ki bir şeyi bilmek ile tanımak ayrı şeylerdir. Yani bilimsel metotlarla “şey”in bilgisine hâkim olmak onu tanımak için yeterli değildir. Eşya ve canlıyı kendisini bize sunduğu formun ötesine geçip çok boyutlu olarak görebilmek, diğer varlıklarla ilişkilerini bir bütünlük içinde ele almak, derinliğine inmek, görünenin ötesindeki özelliğine aşina olmak; onun anlamına ilişkin bir arayışa girmek ve onu tanımakla mümkündür. Bunun için bilimsel yöntemlerin yanında zihnimizi tamamlayan duygulara, sezgilere, hayal gücüne ve mistik düşünceye de ihtiyaç vardır. Böylece tanıdığımız şey bizden, biz de ondan bir parça oluruz ve ona duyarsız kalamayız.
Bilimsel yollarla da olsa edindiğimiz malumat, veri ve bilgi, çoğu zaman davranış değişikliğine neden olmaz. İyi bir sürücü olmak için trafik kurallarını bilmek yetmez. Sahip olduğumuz kaleme ilişkin bilgi yetmez, onu elimize alıp yazdığımızda tanırız esasen. Bağımsızlığını ilan eden yeni bir devleti bilmek ile onu tanımak birbirinden farklıdır. Bilmek çoğu zaman bir sorumluluk getirmez ama tanımak farklı bir sorumluluk getirir.
Konu insanlar ve özellikle kendimiz olunca çok daha hassas bir noktadayız. Kendimizi bilme bilgisinin ötesine geçip kendimizi tanıdıkça kendimize duyarlılığımız da artar. Yunus’un, “Gelin tanış olalım” ısrarı da bundandır. Çünkü insanın kendi hakikatine aşina olması, kendini tanımasıyla mümkündür. Yeryüzünde hızla ve çeşitlenerek artan aksi çabalara rağmen insanın kendini tanımanın sorumluluğunu yitirmemesi, kendi hakikatinden uzaklaşmaması, kendisiyle ilgili anlamın peşinde olması, hayatın dengesi ve ruh sağlığı için paha biçilmez bir motivasyondur.
Dolayısıyla insanın, kendinden kopmamak için özünün yoğrulduğu maziye yolculuğunu canlı tutması ve kendini tanıma çabasını sürdürmesi, hayatın kalitesi ve psikolojik dengemiz bakımından çok değerlidir. Yöresel etkinliklerin yoğun ilgi görmesi de bundandır.
Erzurum Tanıtım Günlerini organize eden ERKON Genel Başkanı Mustafa Macit Bey’i, ekibini ve emeği geçen bütün dostları kutlarız.