Kendisi altı-yedi dile akademik seviyede hâkim olup yabancı dil öğrenilmesine destek verirken, her insanın kendi anadilinde eğitim alması gerektiğini söylüyordu.
Başımızı seçim gündeminden başka taraflara çevirip, görmemiz istenmeyen daha esaslı konulara bakalım. Geçtiğimiz Cuma günü yâni 19 Nisan, Prof Dr. Oktay Sinanoğlu’nun vefatının sene-i devriyesiydi. 2015 târihinde kaybettiğimiz Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu, dünyânın en genç yaşta profesör olan insanıydı. Profesörü olduğu kimyâyı bırakıp Türkçeye Türkiye’de yapılan haksızlığı anlatmak için ömrünü vakfetmişti. Dünya, Oktay Sinanoğlu’nu kimya profesörü olarak tanırken, biz onu yabancı dille eğitime karşı verdiği mücâdele ile tanıdık. Kendisi altı-yedi dile akademik seviyede hâkim olup yabancı dil öğrenilmesine destek verirken, her insanın kendi anadilinde eğitim alması gerektiğini söylüyordu. Ayrıca yabancı dille eğitimin sâdece ve sâdece sömürgelerde görülen bir uygulama olduğunu da üstüne basa basa tekrarlıyordu.
Ne yazık ki, Oktay Sinanoğlu gibi küresel bir değerimizin değerini bilemedik. Akademik ağırlığı sebebiyle kimse ona muhalefet yapmaya cesâret edemedi. Kimse onun karşısında Amerika’yı ve İngiltere’yi övemedi. Ama göbeği dışarıya bağlı medya kanalları, Oktay Hoca’yı görmezden, duymazdan geldiler. Yok farz ettiler. Reklam olmasın diye, aleyhinde haber bile yapmadılar. Kendi gayretleriyle yayınladığı kitapları yüzbinler satarken, ülkenin ve dünyanın dört bir yanına konuşmacı olarak dâvet edilirken – lafın gelişi – “bizim” medyamız üç günlük sosyal medya soytarılarına gösterdiği ilgiyi Oktay Hoca’ya göstermedi, çünkü “onların Türklüğü” ve “onların Türkçe sevgisi” ile Oktay Hoca’nın dillendirdiği Türklük ve Türkçe aynı şeyler değildir. Onlar için Türkçe, ikinci sınıf bir dildir. Onlar “Ne Mutlu Türküm” sözünü bile İngilizceye tercüme edip “Happy is a man who say I am Turk” şeklinde söylemeyi tercih ederler.
Oktay Sinanoğlu’nun çabaları boşa gitmedi. Anadilde eğitim savunması ve yabancı dille eğitime yaptığı eleştirilerle attığı tohumlar, yavaş ama kendinden emin bir şekilde yeşerip büyümeye devam ediyor. Birkaç gün önce Buket Aydın’ın CNN Türk’te sunduğu 40 adlı programda Millî Eğitim Bakanı Prof.Dr. Ziya Selçuk’un yabancı dil öğretimi ve yabancı dille eğitim konusunda yaptığı açıklamalar, Oktay Sinanoğlu’nun attığı tohumların birer yeşermesiydi.
Vurun Kıraç’a
Hem besteci hem de yorumcu kimliği ile Türkiye’nin çizgi üstü müzisyenleri arasında yer alan Kıraç’ın İngilizce eğitim aleyhine yaptığı açıklamalardan sonra mâruz kaldığı linç girişimi, Oktay Sinanoğlu’nun haklılığını bir kere daha ortaya koydu. Oktay Hoca’nın anlatmak istediği tam da buydu. Kıraç, İngilizceyi değil ama İngilizce eğitimi hedef alırken, ona saldıranlar Amerikalı veya İngiliz değil, bilakis Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan kişilerdi. Ama kafaları sömürgeleştirilmiş “İngiliz dili holiganları”, düşünce ve ifâde özgürlüğünü içselleştiremedikleri ve sâdece kendi fikirlerinin ifâde edilmesine tahammül edebildikleri için, Gelibolu’ya çıkarmak yapmak üzere saldıran İngiliz ve Fransız askerleri gibi Kıraç’a saldırdılar.
Kıraç bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın değiştirilmesi teklif bile edilemeyen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dili Türkçedir” maddesi uyarınca eğitim dilinin İngilizce değil de Türkçe olması gerektiğini isyan edercesine dillendirince neredeyse “hâin” edilecekti. Ben bu konudaki fikirlerimi bu köşeden defâlarca dile getirdim ve Millî Eğitim Bakanlığı’na bu konuda çağrıda bulundum. Kıraç, hep bir ağızdan yapılması gereken bu isyânın geç de olsa arkasında durulması gereken adıdır.
Câhil ve cesur
“Bu kadar cehâlet okumakla olur” diye bir söz vardır. “Bu kadar yabancı hayranlığı da anca bizim eğitim sistemiyle olur” diye bir söz uydurabiliriz. “Yabancı dil öğretimi” ile “yabancı dille eğitim” arasındaki farkı bilmeyecek kadar câhil bu “İngiliz dili holiganları” sanki analarına küfredilmişçesine saldırgan olması gösteriyor ki, onlar için analarından öğrendikleri dilin İngilizce kadar değeri ve savunulacak tarafı yok. Bu kadar aşağılık kompleksi ve bu kadar yabancı hayranlığı senelerce Fransa, İngiltere, İspanya, İtalya, Belçika sömürgesi olup şimdi göstermelik de olsa bağımsızlığını kazanmış ülkelerde bile yoktur. İngiltere’nin Londra merkezli bir şirket aracılığıyla sömürdüğü Hindistan’ın “öküze tapıyorlar” deyip dalga geçilen insanları bile bu kadar millî kimlikten mahrum değildir.
Yarım yamalak öğrendikleri yabancı dil ile efendilerine yaranmak için Kıraç’a saldırarak, dolaylı olarak Türkçeye saldıran bu câhillerin, anadille eğitim almanın evrensel bir insan hakkı olduğunu bilmediklerini zannetmiyorum. Ama eğitim alarak sâhip oldukları bu cehâlet sebebiyle gözleri körleştiği gibi gönüllerinin de körleşmiş olduğu anlaşılıyor. Üniversite yıllarında “6. Filo Defol” diyenlerin çömezliğini yapan bu tayfa, Amerika’nın ve İngiltere’nin İngilizcesiyle eğitim yapılmasına, Târih derslerinin bile İngilizce anlatılmasına ses çıkarmıyor ve aleyhte söz edene yobazca saldırmayı mârifet sayıyor, hakaret ediyor.
İhmâl edilemez
Yerel seçim kargaşası sebebiyle gündemin üst sıralarına gelemeyip kaynayan bu konu, değil yerel seçimler, genel seçimlerden ve hatta ülkenin yönetim sisteminden de önemlidir. Zira yanlış bir siyâsî seçim en fazla beş yıl sonra tekrar yapılacak yeni bir seçimle telâfi edilebilir. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük sorunun eğitim olmasının altında yatan sebep, Türkçenin öz vatanında ikinci sınıf dil muamelesi görmesidir.
Türkçeye Türkiye’de yapılan haksız muameleden vazgeçilmediği sürece, eğitim sorunu ile ilgili mesâfe almamız mümkün olmayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, bağımsız bir devlet olmasına rağmen, dil üzerinde özel bir sömürgeleştirme uygulamasına mâruz bırakılmış bir devlettir. Bu mesele sâdece biz eğitimcilerin ve akademisyenlerin meselesi değildir. Bu sorun ilkokul birinci sınıftan doktora sonrasındaki doçentliğe kadar farklı yönleriyle karşılaşılan bir sorun ve ülkemizin önündeki en ciddi engeldir.
Günaydın’a verdiği röportajda ülkemizin en derin ve en önemli sorununa parmak basan Kıraç, Rockçı kimliği ile bu konuda protest bir tavır ortaya koymuş ve herkesin yapması gereken çıkışı bireysel olarak yapmıştır. Kıraç, bu tavrıyla helal süt emdiğini ve bu ülkenin has evlâdı olduğunu ortaya koymuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşadıklarını ve Türkiye Cumhuriyeti’nde resmî dilin Türkçe olduğunu unutanlar, kendileri gibi “sözde Türk” olmayıp “özde Türk” olanların anadillerinde eğitim alma hakkı tanımıyor. Kıraç’ın bu tavrının arkasında durulması ve ona saldıranlara gerekli cevâbın verilmesi gerekmektedir. Şunu gerçeğin unutulmaması gerekir ki, “Ne mutlu Türküm diyene” sözünün önünde bir cümle daha vardır ve bu sözün tamâmı şöyledir: “Türk demek, Türkçe demektir. Ne Mutlu ‘Türküm’ diyene!”