İnsan, ruh ve bedenden oluşmuş bir bütündür. İnsan bütününü oluşturan bu iki öğenin ihtiyaçları ve bunları tatmin biçimleri farklıdır.
İnsan, ruh ve bedenden oluşmuş bir bütündür. İnsan bütününü oluşturan bu iki öğenin ihtiyaçları ve bunları tatmin biçimleri farklıdır. İnsanın bir numaralı ruhsal ihtiyacı inanmaktır. İnanmak, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliktir. İnsan düşünür, akıl yürütür; eşya ve olaylarda “neden”ler, “niçin”ler arar. Varoluşunun sırlarını, dünyada ve tüm evrende egemen olan harika denge ve düzeni sorgular; bunları anlama ve açıklama çabası güder. İşte bu çaba insanı hep yaratıcı bir kudret fikrine ulaştırmıştır. Bu kudrete verilen ad çoğu zaman farklı olmuş; ama bu kudret olmadan evrendeki düzenin, ahengin olamayacağı düşüncesi kesinlik kazanmıştır. Bugün dinlere ve peygamberlere uzak duran, çeşitli alanlarda ün sahibi birçok kimse yaratıcı ve düzenleyici üstün bir güç ve bilinç sahibi varlık olması gerektiğini kabul ediyor.
Ünlü filozof Descartes, “Allah beni yaratırken sanatkârın eserine koyduğu imza gibi kendi varlığının fikrini zihnime koymuştur.” sözüyle yaratıcıya inanmanın doğal bir durum olduğunu ifade etmiştir. Yine bu ünlü filozof, biz insanlarda sonsuzluk (ebedilik) ve kusursuzluk (kemal) fikrinin bulunduğunu, bu fikrin kaynağının kendisi sonlu ve kusurlu bir varlık olan insanın kendisi olamayacağını dolayısıyla bunun da zihnimize Allah tarafından yerleştirildiğini açıklamıştır.ağımız fizik bilginlerinden James Jeans, kendi alanında bir noktaya dikkatimizi çekiyor: “Atom çekirdeğinde aynı elektrik yüküne sahip protonlar birbirini iteceği yerde sımsıkı bir arada bulunmaktadır. Hâlbuki insanların bulduğu yasa, ‘aynı elektrik yüklü kutuplar birbirini iter, zıt kutuplar ise çeker’ biçimindedir. Demek ki burada bu yasaya aykırı bir müdahale söz konusudur.” (S. Hayri Bolay, Din Kültürü,Lise 2)Konuyla ilgilenen bir yazar ve öğretmen olan Rüştü Şardağ da şu olayı naklediyor: “Amerika’da 5-10 yıl kadar önce bir grup bilim adamı, kayısının altın sarısı rengine sinen maddelerin kimyasal oluşumuna eğildi. Ardından içindeki çekirdeğin dış kabuğuna, kahverengine sinmiş kimyasal maddeye indiklerinde, bu iki maddenin iç içe barınışını olanaksız buldular. Kabuğun kırılıp onun da içinden çıkan çekirdeğin açık sarımtırak kabuğu altından ışıyan süt beyaz çekirdeğin kimyasal çözümüne ulaşınca ilk yaptıkları şey bilimin açıklayamayacağı bir duraksama oldu. İç içe yaşaması olanaksız bulunan bu maddeler onları Allah’a ulaştırdı. (Rüştü Şardağ, Milliyet, 25.08.1994).Benzerleri çok olan bu örnekler gösteriyor ki, göz kamaştırıcı bilimsel gelişmelere, hayret verici keşif ve icatlara şahit olan günümüz insanının bazı olaylar karşısındaki âcizliği, önceki yüzyıllarda yaşamış olan insanların âcizliğinden farksızdır. Geçmiş yüzyılların insanlarının, varlık ve olaylardaki sırları açıklayamamaktan ötürü bir üstün güce sığınma ihtiyacı duydukları iddia edilmiş; eşya ve olaylardaki sırlar keşfedildikçe inanma ihtiyacının zayıflayacağı öne sürülmüştür. Fakat günümüzde, geçmişle mukayese edilemez boyutlarda bilimsel ve teknolojik gelişmeler yaşanmakla beraber inanma ihtiyacı eksilmemiş, tersine artmıştır. Üstelik bu bilimsel gelişmeler insanoğlunun bilmediği şeylerin bildiğinden, çözemediği sırların çözebildiğinden çok daha fazla olduğunu öğretmiştir. İşin doğrusu şudur: İnsanoğlunun bilgisi karanlık feza içinde şişirilmiş bir balona benziyor, şiştikçe karanlıkla teması artıyor. Kaldı ki, her bilinmeyen aydınlatılsa, her sorun çözülse bile, ilk var eden, ilk harekete geçiren, evrendeki muhteşem dengeyi kuran varlık fikri hep canlı kalacaktır. Müslümanlıkta bu ilk var eden yani yaratan, evrendeki bu muhteşem dengeyi kuran varlığın adı Allah’tır. Müslümanlık, başka hiçbir din ve inanç sisteminde olmadığı kadar Allah’ı tanıtmayı, anlaşılır hale getirmeyi başarmıştır. Allah (c.c.), Kur’an-ı Kerim’in İhlâs suresinde kendi zatına ait hususiyetleri açıklamıştır: “De ki: O Allah mutlak bir kesinlikle tektir. Her şey O’na muhtaçtır, O bir şeye muhtaç değildir. Doğmadı ve doğurmadı (Bir şeyden oluşmadı, varlıkları da parçası halinde kendinden eksilterek yaratmadı). O’na bir eş ve benzer olmadığı gibi, O’nun bir zıddı da yoktur.”
Allah’ın varlığını bu esaslara göre benimsemek “Tevhid akidesi” dir. Bu da Kelime-i Tevhid ile ifade edilir: La ilâhe illallah, Muhammedün Resulüllah (Allah’tan başka Tanrı yoktur. Muhammed Allah’ın peygamberidir.)