Rauf Denktaş, sadece bir eylem adamı, bir kahraman değil, aynı zamanda bir düşünce adamıydı, bir bilgeydi. Birikimli, donanımlı bir devlet adamıydı.
13 Ocak 2017; büyük lider, cesur Türk milliyetçisi, Kıbrıs Türkünün efsane ismi Rauf Denktaş’ın vefatının 5. yıldönümü.
Rauf Denktaş; bir davaya inanmışlığın ve adanmışlığın ve o uğurda bir ömür boyu yılmadan mücadelenin az sayıdaki evrensel örneklerinden biridir. Kıbrıs Türk halkı koşullarındaki mağdur ve mazlum başka halklar için de bir semboldür, modeldir.
Rauf Denktaş, sadece bir eylem adamı, bir kahraman değil, aynı zamanda bir düşünce adamıydı, bir bilgeydi. Birikimli, donanımlı bir devlet adamıydı.
Kıbrıs; Rauf Denktaş için sadece Kıbrıs Türk halkının vazgeçilemez tarihi vatanı olarak değil, anavatan Türkiye’nin stratejik çıkarlarının ve güvenliğinin sıkı sıkıya bağlı bulunduğu coğrafya olarak da önemli olmuştur. O 88 yıllık ömrünün 65 yılını kapsayan mücadelesini; sadece Kıbrıs Türk toplumunun özgürlük, bağımsızlık ve güvenliği için değil, Anavatan Türkiye’nin güvenliğinin de bu amacın gerçekleşmesine sıkı sıkıya bağlı olduğunun bilinciyle vermiştir.
Rauf Denktaş konumundaki insanlar aktif politikadan ayrılıp kendi köşelerine çekilseler bile halkları için zor günlerde müracaat makamı olmaya devam ederler. Kıbrıs Türk toplumunun telafi edilemez en büyük kaybı, onun ölümüyle böyle bir makamdan ebediyen mahrum kalmış olmaktır.
Bilindiği üzere 2004’de Annan planı için yapılan referandumda Rauf Denktaş “hayır” çıkmasını, Anavatan Türkiye ise “evet” çıkmasını ve bu sayede uluslararası müzakere masalarında elinin güçlenmesini istiyordu.
Rum tarafı, hemen bütün Kıbrıs davası boyunca fakat özellikle “Barış Harekâtı”ndan sonraki dönemde uzlaşmaya yanaşmayan, çözüme direnen tarafın Türkiye olduğunu ABD ve Avrupa başta olmak üzere konuyla ilgilenen bütün uluslararası topluma kabul ettirmişti. AB yoluna girmiş Türkiye, referandumda Türk toplumunun “evet” demesiyle önemli bir jest yapabileceğini, Türkiye aleyhine oluşmuş olumsuz kanaatleri değiştirebileceğini düşünüyordu. Bunun önündeki en büyük engel olarak da Denktaş’ı görüyordu. Denktaş, Türkiye’deki liberal ve demokrat çevreler tarafından hep çözüme engel olarak görülmüştü. Mesela Perihan Mağden Denktaş için zaman zaman “büyük Kıbrıs tıkacı” nitelemesinde bulunuyordu. Rauf Denktaş’ın başta ordu olmak üzere Türkiye’deki ulusalcı çevrelerle arasının iyi olması da hakkında yürütülen kanaatleri besliyordu. Türkiye’nin müdahalesi, teşvik ve destekleriyle Kuzey Kıbrıs’ta Annan planı için yapılan referandumda “evet” çıktı. 2005’te yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini yine anavatanın destekleriyle Mehmet Ali Talat kazandı.
Ama beklenen olmadı. Talat biraz daha makul, biraz daha uzlaşmacı bir yaklaşımla Türk tarafının tezlerini gerek ikili gerekse çoklu uluslararası müzakere masalarında çok iyi savundu. Ama kronik Kıbrıs sorununun çözümünde dişe dokunur bir ilerleme sağlanamadı. Annan planına “evet” denmesiyle AB nezdinde Türkiye’nin eli biraz güçlendi; uzlaşmayan, çözüm istemeyen tarafın Türkler olmadığı gerçeği AB’li yetkililere daha rahat anlatılabildi; o kadar! Bunun dışında her şey yerinde saymaya devam etti. Bugünkü Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı da dâhil Mehmet Ali Talat’tan sonra gelen cumhurbaşkanları zamanında da Kıbrıs sorununun çözümünde hiçbir mesafe alınamadı. Bir arpa boyu yol kat edilemedi. Bütün olup bitenler; Kıbrıs’ta çözümün, barış ve uzlaşmanın engelinin Denktaş olmadığı gerçeğine işaret ediyordu. Bu gerçek Denktaş hayattayken anlaşıldığı halde kendisine karşı bu itiraf edilemedi.
Rauf Denktaş’ın Kıbrıs’ta çözüm için her zaman iki vazgeçilmezi olmuştur: 1-Eşit iki toplumlu ve iki coğrafi bölgeli bir devlet yapısı, 2-Türkiye’nin garantörlüğü.
Rum tarafı her zaman her yerde Türkiye’nin garantörlüğüne ifrit olmuş ve itiraz etmiştir. Denktaş’ın uzlaşmaz imajı da bu maddedeki ısrarından doğmuştur. Bu maddedeki ısrarından dolayı Denktaş’ı uzlaşmazlıkla suçlamak, çözümün önündeki tıkaç olarak görmek biz Türkler için insaflı bir yaklaşım olamazdı. Denktaş, haklılığı teslim edilmeden bu dünyadan ayrıldı.
Ruhu şad, mekânı cennet olsun.
Yunanlılarla savaş alanlarında, er meydanlarında belki baş edilebilir; ama masada onlarla baş etmek hiç kolay değildir. Çünkü hiç kimse masada onlar kadar entrika bilemez!
Barış Harekâtı sonrasında Kıbrıs’ta yıllarca yaşamış olan Refik Erduran, Kıbrıs’ın Türkiye için ne çetrefil bir sorun olduğunu, karşımızda nasıl bir muhatap bulunduğunu anlatmak için otuz yıl kadar önce Milliyet’teki köşesinde kıssadan hisse mahiyetinde şu fıkrayı anlatmıştı:
Tanrı milletlere armağan olarak özel yetenekler veriyormuş. Yunanlılar bu armağan dağıtımından geç haberdar oldukları için toplantıya en son gelmişler. Tanrı Yunanlılara sormuş:
-Siz ne istersiniz özel bir yetenek olarak?
-Biz güçlülük yeteneğini isteriz, demişler.
Tanrı şöyle açıklamış:
-Yazık, güçlülük yeteneği Türklere, çalışkanlık Almanlara, çıkarlarını çok iyi hesaplamak Yahudilere, söz verip caymak İngilizlere… verildi.
Yunanlılar tepinmişler:
-Olmaz, bu işte bir entrika var, biz aldatıldık!
-Madem böyle diyorsunuz size özel bir yetenek olarak “entrika”yı armağan ediyorum.