80'li yılların içinde birkaç yıllık Turgut Özal iktidarı olmasa söz konusu yıllar temelli kayıp yıllar olacaktı.
Tayyip Erdoğan iktidarlarından önceki yılların, hususiyle 1980’lerin, 90’ların Türkiye’si dünyada ne ekonomisi, ne sanayisi, ne kalkınmışlığı, ne de dış politikası bakımından kaale alınan bir ülkeydi. Yapabildiği tek şey, ABD’nin ve AB’nin dümen suyunda yürümekti. Ne yurt içinde ne yurt dışında övünebileceği bir ayrıcalığı söz konusuydu. Daha da kötüsü IMF ve Dünya Bankasından yalvar yakar yüksek faizle borç alarak değirmeni döndürmeye çalışıyordu. Bu yüzden bölgesel sorunlarda Türkiye’ye “Senin fikrin nedir?” diye sormaya bile tenezzül edilmiyordu.
80’li yılların içinde birkaç yıllık Turgut Özal iktidarı olmasa söz konusu yıllar temelli kayıp yıllar olacaktı. Turgut Özal, dünyadaki politik, ekonomik ve teknolojik gelişmenin ve gidişatın hangi yönde olduğunun çok iyi bilincindeydi. Fakat vesayetin dayatmaları yüzünden Türkiye’yi dönüştürmekte çok sınırlı inisiyatif kullanabiliyordu. Özal, kendisine yapılan suikasttan sonra tetikçinin yakalanmasıyla yetinmeyip arkasında kimler var diye işi kurcalamaya kalktığında askerinden iş adamına birçok insanla karşılaşmış ve “Ben bunlarla uğraşırsam ülkenin hiçbir sorununu çözemem” diyerek işin peşini bırakmıştı. Yalnızca bu olay bile onu ne kadar engellemek istediklerinin somut bir örneğidir.
Koalisyonlu 90’lı yıllar, Türkiye’nin en zayıf yıllarıydı. Döviz kıtlığı yüzünden terörle mücadele için savaş uçağını uçuracak yakıt ve terör hedeflerine karşı kullanmak için mühimmat bulmakta bile büyük zorluklar yaşanıyordu. Ayrıca terörle mücadelede zorunlu askerlikle istenen sonuç alınamıyordu. 2007’de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “45 gün sıradan bir eğitim görmüş askeri, dağları mesken tutmuş teröristle mücadeleye gönderirsen şehit cenazelerini önleyemezsin” mealindeki açıklaması kimi çevrelerde çok eleştirilmişti; ama çok doğru bir tespitti. İşte bu yüzden o günlerden itibaren siyasal irade ordumuzun profesyonel bir ordu olması çabasına girişti. Bugün bu alanda çok iyi bir noktadayız. Günümüzde terörle mücadelede görev alan istisnasız her birey profesyonel. Başka faktörlerle birlikte terörle mücadelenin çok başarılı yapılabilmesinin sebeplerinden biri de budur. Şu anda ordumuz dünyada operasyonel gücü en yüksek ordulardan biridir. İşte bunun için Trump’ın dışişleri bakanı Mike Pompeo, ordumuzun Kuzey Suriye’ye art arda yaptığı başarılı harekâtlardan sonra açık açık “Türk ordusunun bu kadar güçlü olması bizi rahatsız ediyor” demişti.
Türkiye’nin içte ve dışta itibar grafiğinin yükselmesi için Tayyip Erdoğan iktidarları dönemini, özellikle de 2010’ları beklemesi gerekmiştir. Tayyip Erdoğan’ın 21 yıllık iktidarının özellikle 2010’dan sonrası Türkiye’yi adım adım ABD ve AB’den bağımsızlaştırma çabalarıyla geçmiştir. Çünkü Türkiye hiçbir zaman sorunlarını çözme, kalkınma çabalarını başarıya ulaştırma noktasında kendi haline, kendi inisiyatifine bırakılmamıştır. Bunun önemli bir tanığı da zamanımız uluslararası ilişkiler uzmanı Norveçli Tarbjon Knutsen’in şu ünlü sözüdür: “Büyük devletlerin Türkiye politikası, kurudukça sulanan; uzadıkça budanan bir ağaç politikasıdır!”
Gerçekten Türkiye maddi ve manevi potansiyelini harekete geçirmeye her kalkıştığında hep engellenmiştir. Buna direnmeye kalkışan Menderesler, Demireller, Özallar ya darbeyle devrilmiş, ya da hayatı karartılmıştır. Hem geçmişten ders alarak hem de güttüğü politikalar sayesinde Tayyip Erdoğan bunun istisnası olmuştur. Türkiye düşmanları, alıştıkları oyunları, sahip oldukları tarifeyi Tayyip Erdoğan’a uygulayamamıştır. Her fırsatta açık ettikleri öfkeleri, kinleri bundandır. Batı basınında bugünlerde “Tayyip Erdoğan’ı iki seneye kadar durduramazsak ondan sonra hiç durduramayız” şeklindeki yazılar bu yüzden yayımlanmaktadır.
Türkiye, son 15 yıldan bu yana sınırlarının güvenliği, bölgenin bütünündeki çıkarları ile ilgili olarak yetkin ve tavizsiz bir politikanın sahibidir. Bunu da Suriye’nin kuzeyinde, KKTC’de, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin haklarını savunmada her fırsatta kanıtlamıştır.
Bölgesel dengelerdeki ağırlığını Libya iç savaşında, Azerbaycan Ermenistan arasındaki Karabağ savaşında, Rusya Ukrayna savaşında birçok sebeple ortaya koymuştur. Artık şu andan itibaren Türkiye, bölgesinde ve tüm Orta Doğuda kendisiyle diyalog kurulmadan hiçbir kararın alınamayacağı, hiçbir sorunun çözülemeyeceği bir konumda ve ağırlıktadır. Bu gerçeği Türkiye’nin hastalıklı muhalefeti ve yeminli Erdoğan düşmanları hariç herkes görüyor.
Almanya’nın Merkel’den önceki Şansölyesi Gerhard Schröder’in, Prof. Gregor Schöllgen ile birlikte yazdığı ve kısa bir süre önce yayınlanan “Son Şans” isimli kitabında Türkiye için yazdıklarını Türkiye’nin eski Bonn büyükelçisi Onur Öymen naklediyor:
“Türkiye, Rusya ve Çin dünya politikasında önemli birer aktördür. Batı her zaman yaptığı gibi onlara Soğuk Savaş mantığıyla davranırsa kaybeder.
Biz Avrupalıların hoşuna gitsin ya da gitmesin, Türkiye Doğu Akdeniz'de artık yadsınamaz hâkim bir güçtür.
Türkiye artık dikkate değer bir silah sanayisine sahiptir. Türk firmaları helikopter, tank ve çok az ülkenin sahip olduğu insansız hava araçları (İHA) geliştiriyor, üretiyor ve satıyor. Ankara'nın silah sanayisi ve bölgedeki birçok ülkenin bu silahlara bağımlılığı Türkiye'yi Doğu Akdeniz'de bölgesel güç olma hedefine hızla yaklaştırıyor.” (Onur Öymen, Cumhuriyet: 05.02.2021).
Bu, bugünün Türkiye’si için yaşananlarla örtüşen gerçekçi bir tespittir, gerisi boş laftır!