Türk kadını her zaman dünyadaki hemcinslerinden farklı çileler çekmiş, farklı acılar yaşamıştır.
Türkiye’nin şurasında burasında hemen her gün hiç ara vermeden kızlar, kadınlar; şiddete, çağdışı, insanlık dışı muamelelere maruz kalıyorlar. Her olayda toplumsal tepki derhal kendini gösterdiği, isyan bayrağını göndere çektiği halde bu magandaları, mağarada yetişmiş bu adam müsveddelerini durduramıyor. Bu magandaların, bu insan müsveddelerinin adaletten, yasaların işletilmesinden korkmadıkları kesin; ama toplumsal tepkiden de hiç çekinmemeleri, kendilerini linç edecek kadar öfke birikimine sebep oldukları toplumu hiç umursamamaları, bu türler için her şeyin bittiğinin, insandan daha aşağı bir mahlûk olduklarının işareti ve ifadesidir. Son olarak Manisa’nın Turgutlu ilçesinde parkta spor yapan hamile genç kadına yapılan saldırı, Türkiye’de artık kadınlara yönelik maganda saldırılarının bardağı değil, koca koca kovaları dahi taşıran damlalara ulaştığının belgesidir.
Bugün iki bin yılı, iki milenyumu geride bırakıp üçüncü bin yıla, yeni bir milenyuma başlamış bulunuyoruz. Artık dünyada çağdışı, akıl dışı, ilkel bir toplum olarak nitelenmememize sebep olan olumsuzlukları, insanlık dışı anlayış ve alışkanlıkları gerilerde, önceki bin yıllarda bırakmış olmamız gerekir. Ama biz bunu başaramıyor, genetik kodlarımızdan kurtulamıyor, bir türlü yaşadığımız çağa gelemiyoruz. Bu yönümüzün en çok göze battığı alanlardan biri kadınlara karşı tutumumuzdur.
Türkiye’de kadın olmak dün de bugün de, dünyada kadın olmanın zorluklarından ayrı, kendine özgü zorluklar barındırmıştır. Türk kadını her zaman dünyadaki hemcinslerinden farklı çileler çekmiş, farklı acılar yaşamıştır. Kadınımızı biz çoğu zaman insan yerine bile koymamışız. Nazım Hikmet geçen yüzyılın başlarında, “Sanki hiç yaşamamış gibi ölen/Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen” dizeleriyle kadınımızın bu kötü kaderine işaret etmiştir.
Geleneğimizde ve kültürümüzde kadını insan yerine koyan bakıştan ziyade aşağılayan, noksan sayan; saçı uzun, aklı kısa, zaaflarla dolu mahlûk olarak gören bakış ağırlık taşımıştır. Kadın; kötülüklerin, uğursuzlukların kaynağı olarak görülmüştür. “Kadın kocasının çarığıdır.”, “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin.”, “Talebe hocadan, karı kocadan korkmalı.” gibi birçok atasözü ve deyim bu ataerkil yaklaşımdan ve algıdan doğmuştur.
Türkiye’de her zaman kadının aleyhine işleyen çağdışı toplumsal algılar, kabuller günümüzde de sürüyor. Kadının fiziksel ve duygusal zayıflığını, kadınlığına özgü hassasiyetlerini hep onun aleyhinde, hep onu ezmek ve yok etmek için kullanan bir anlayış, bir kültür bu topraklarda hiç tavsamadan varlığını korumuştur.
Bu toplumda kadına, hakkı olmayan, sadece vazifeleri olan; sadece itaatle, biatle yükümlü bir varlık olarak bakılmıştır. Biz; erkekleri maçolukla, kazak olmakla övünen; aksini zül sayan bir toplumuz. İşte çağdışı, uygarlık dışı bu zihniyet kadınımızı bugün dünyanın fiziksel ve ruhsal en çok şiddet gören; en zalim, en vahşi yöntemlerle hayatı söndürülen varlığı haline getirmiştir.
21. yüzyıl Türkiye’sinde ilgililerin, yetkililerin, uygar ve çağdaş her kesimin ve herkesin öncelikli görevi kadınlarımıza yönelmiş saldırıları, şiddeti, cinayetleri durdurmaktır. Maçoların, feodal canilerin elinden kadının özgürlüğünü ve yaşama hakkını kurtarmaktır. Geleceğimiz, insanlığımız ve uygarlığımız buna bağlıdır.