İlk imzamı hatırladım, sarı çalışma masamızda, beyaz bir kağıt üzerine, soyadımın baş harfini kullanarak, babamın imzasını taklit etmeye çalışıyordum.
Soyadımın değişeceğini hiç ummadığım uzun yıllarda, bu imzayı kullandım. Net olarak babaya aşkın imzasıydı!
Birbirinin üzerine binen kalabalık çizgilerle, imzanın ne demek olduğunu pek de düşünmediğim bu karalamanın, kişisel bir tanımlama olduğunu fark etmem, yine bir eğitimle gerçek oldu.
Hayatın içinde öyle şeyler yaşıyoruz ki, sade bir yaşamın, sade ifadelere meyil ettiği gerçeği, erişilebilen en güzel nasip: Bugün elimden dökülen imzam, sadece ismim ile eşleşen yalınlıkta!
İlk imzanın tarihi, insanoğlunun yeryüzünde varlığı ile başlıyor olmalı düşüncesiyle zihnimi hareketlendirirken, parmak izlerinin kişiye özel olduğu gerçeğinde, bedenimizin, kişisel tanımlamamıza da hizmet ettiğini fark ettim. Ellerime baktım. Gülümsedim. İmza ile başlayan yolculuğun sonuna doğru ilerlemeye başladım.
Kişisel amblem olabilir mi?
4000 yıl öncesinde Babil Uygarlığı’na ait, silindir ve yuvarlak şeklinde, mühür kalıntılarına rastlanmış olduğunu hatırladığımda, amblemin tarifini kendime yineledim: “Bir marka, kurum, kuruluş, şirket, oluşum, topluluk ya da fikri temsil eden semboller”
İnsana dair, ama insanı arka planda bırakan bir tanımlama!
İnsanın ön planda olduğu, icranın köpüksü uçuculuğunda yok olan sanatçıların, tanımlamasını kalıcı kılan bir amblem çalışması ortaya koymayı hayal ettim. ‘Şahıs’ vurgusunda tek başına üretim yapan bir kişinin, herşeyinin anlatılabildiği, yalın bir ifade ile kalıcılığını düşündüm. Bir bakışta tüm detaylar görülürken, bilinçte, yalınlığı ile daimi yerini alabilen bir çalışmayı gözlerimin önünde büyüttüm. Heyecanlandım! Heyecanımın beni hep güzelliklere götürdüğünden emin olarak, güvenle ilerledim.
Bir sanatçıya ait amblem çalışmasında, bireysel olarak üretilen bir durum söz konusuydu ki, bu insana dair tüm yaşanmışlıkları içermeliydi. Özel hayat ile çalışma hayatının iç içe geçtiği birliktelikten doğan duruş, insanı ön planda tutuyordu.
Hizmet eden de, eylemin hizmet ettiği de aynı insan!
Kulağına ezan sesi ile okunan, Ahmet Kadri Rizeli ismi ile var olduğu hayatında, edindikleri sadece müziğe dair değil: Evlat, kardeş, ağabey, arkadaş, İTÜ Türk Musıkisi Devlet Konservatuarı’nda öğretim görevlisi, eş, dayı, baba, Klasik Kemençe Üstadı, sevgili, dost, ortak, hayat arkadaşı, TRT İstanbul Radyosu’nda şef ve Türk Müziği’nin makamsal özellikleri ile bestelenen ilk tango eserlerinin bestekarı.
İmzasına sığdırdıklarının rehberliğinde, yalın bir hale dönüşen çizgiler, sevdiklerinin iş birliğiyle, ilk göz ağrısı yeğeninin profesyonel dokunuşlarıyla, bir sürpriz olarak eline düştü. “İlk Türk Müziği Sanatçı Amblemi”nin sahibi olarak AKR, sevenlerine, sevdiklerine ve seveceklerine, bir armağan olarak sunuldu.
Türk Müziği bir umman!
Ummana rengini veren gökyüzü!
Göklerden yansıyan, bir ömür müzik!
“İlk Türk Müziği Sanatçı Amblemi”nden yansıyan: Müziğe Aşkın İmzası!